Saraybosna deyince hepimizin aklına farklı bir şey geleceğine neredeyse adım gibi eminim. Kimileri için dini temelli “milli” duygularında bir kıpırdanmaya sebebiyet verirken, kimimiz için de ulaşılması güç bir hülyanın, sosyalist Yugoslavya’nın son nefesini verdiği yerdir Saraybosna.
Bu metnin kaleme alındığı tarih itibariyle Saraybosna’nın muharip etnik Sırp güçler tarafından kuşatılmasının üzerinden neredeyse tam 30 yıl geçti. Bu süre zarfında Saraybosna ve Yugoslavya üzerine gerek dünya gerekse de yerli basında birçok isim tarafından sayısız metin kaleme alındı. Nitekim bölge üzerine herhangi bir fikir sahibi olmayan birçok entelektüel de Yugoslavya ve Saraybosna hakkında kelam etmekten geri durmadı. Diğer taraftan, Antropolog Halide Velioğlu’nun geçtiğimiz Ekim ayında yayımlanan kitabı, Saraybosna Havası: Bir Gündelik Hayat Etnografisi alışılagelmiş üstanlatı odaklı bir incelemenin oldukça ötesinde, ‘insan’ ı merkeze alan, bir savaş sonrası anlatısı sunuyor. Kitapta, yazarın 1990’ların sonlarından itibaren Saraybosna’da geçirdiği zaman çerçevesinde edindiği deneyimlerinin ve duygulanımların dökümünü okuyoruz.
Metin süresince Velioğlu, konuya nesnel bir şekilde yaklaşan bir sosyal antropologdan ziyade, o etkileşimin bilfiil bir parçası olarak yer alıyor. Her ne kadar tür olarak oldukça farklı olsa da diyalogların yalınlığı ve keskinliği, ortamda sürekli kahve ve sigaranın olması, insana Svetlana Aleksiyeviç eserlerindeki mutfak sohbetlerini anımsatıyor.
Ücranın Hikayesi
Velioğlu’nun deyimiyle, anlatılan tam da “ücranın hikayesi”. Yani, aslında ayan beyan orada, herkesin gözünün önünde olan ama müşterek bir direngenlikle dile getirilmekten geri durulan bir ücranın hikayesi. Bir hafızasızlık mevzu bahis değil burada. Saraybosna tüm yaşanmışlıklarıyla diri fakat, yorgun bir yer.
“… eve ilk gelen bir yabancının gözü, sözleri bize bu evin nasıl bir şey, ne tür bir yer olduğunu hatırlatır yeniden …” diyor Velioğlu. Fakat kendisi burada bir baş kahramandan ziyade, Bosna göçmeni bir ailenin kızı olmasına rağmen, Saraybosna’da arkadaşlarının ve yakın çevresinin kendisine şakayla karışık hitap için kullandığı gibi “Turkusa” (Türk kadın).
Geride kalmak, arta kalmak üzerine
“Savaş sonrası sağ kalmak nasıl bir şey?” Bazen zor, bazen katlanılmaz, bazen neşe doldu. Ama hep bir şeylerle ilintili. Yitmiş ama yok olmamış şeyler, sahibini yitirmiş şeyler, el değiştirmiş, göç ederken geride bırakılmış, başka şeylerin yerini doldurmak için alınmış, sahipleri belirsiz, kullanılmış, aranan ama artık hiçbir yerde bulunamayan, bozuk kırık dökük şeyler…”
Halide Velioğlu, “gündelik hayatın harcıalem hallerinden söz eder gibi” yapmıyor, aksine tam da bundan dem vuruyor. Mikro düzeydeki yaşanmışlıklar üzerinden herhangi bir üstanlatı ile bağlantı kurmaya çalışmıyor, safi olarak içinde bulunan “an” ın üzerinden tarih dışılığın peşinden gidiyor. Bunu yaparken, Walter Benjamin’in geçmiş şiarını takip ederek yitip gidenin izini, herhangi bir müdahalede bulunmaksızın, epizodik hatıraları ile gündeliğin aniliğinin çakışımı neticesinde, serseri kurşunlar gibi tezahür eden sahneler üzerinden sürüyor.
90’ların başından kalma, TV’de yayımlanan filmleri kaydettiğiniz alelade bir Betamax kaset ne kadar vurucu olabilir? Bir son dakika haberiyle yayının aniden kesilmesi ve TV’deki spikerin yeni bir bombardımanın haberini vermesi… Başka bir kasette, insani yardım malzemeleriyle kıt kanaat yapılan bir doğum günü kutlamasının görüntüleri… Bunlar gibi örnekler Saraybosna’da hayatın her yerinde.
Kurgu, Gerçek ve Tamirci
“… Bosna’da kuşatmayı yaşayan herkesin ve her şeyin üzerine savaşın gölgesi sinmiş. Zedelenen bedenlerin, ruhların, ilişkilerin ve eşyanın yoğun ve gizli emek isteyen tamiriyle geçiyor zamanın çoğu. ”
Saraybosna’da kimsenin eski ayakkabılarını atamadığından bahsediyor Halide Velioğlu; tabii ki bunun sebepleri var. Savaş zamanı, özellikle de kuşatma altındaki Saraybosna’da ayakkabı zor temin edilen bir ürün haline geliyor. Dolayısıyla da insanlar ellerindeki ayakkabıları tekrar tekrar tamir ettirmek zorunda kalıyorlar. Fakat, bu durum savaş sonrası dönemde bir zaruriyetten, bir tercihe doğru zamanla eviriliyor. Öyle ki, günümüzde şehirde her köşe başında bir ayakkabı tamircisi görmek sıra dışı bir şey değil.
Velioğlu’nun deyimiyle, ayakkabının da ötesinde, “eskiye” ye ait hiçbir şey Saraybosna’da kolay kolay atılmaz. Ekonomik gücü yerinde olan aileler bile hâlâ Yugoslavya döneminden kalma, Slovenya üretimi Gorenje çamaşır makinelerini tekrar tekrar tamir ettirir.
Dahası bu objeler birçokları tarafından, Eric Santner’ın tabiri ile “işe yaramaz şeyler, sindirilemez kalıntılar” olarak görülebilirken, aslında ortak bir mutabakat çerçevesinde varlıklılarını devam ettiren protez hafıza nesneleri gibidirler. Saraybosna’da yer gök hafıza objeleriyle çevrilidir. Bombardıman sırasında kırılan lavabo, yıllar boyu kırık kalmakla mükelleftir.
Bu sebeple de tamirciler Saraybosna’da önemlidir, iyi bir tamirci her zaman değer görür. Zira, şehrin kaybı sadece can kayıpları ve fiziksel yapısıyla sınırlı değildir, savaş süresince Saraybosna büyük bir değişim yaşar. Saraybosna dışarıdan çok ciddi göç alırken, aynı zamanda kendi sakinlerinden de genellikle yurtdışına olmak üzere, ciddi göç verir. Şehirde farklı etnik grupları bir arada barındıran mahaller zamanla homojenize olur. Sırplar şehrin çeper mahallelerine veya şehir dışına göçerken, buralara zamanla ülkenin diğer kesimlerinden, yaşadığı bölgeyi terk etmek durumunda kalan mülteciler yerleşir.
Kosovalı Kız (Kosovka Devojka)
“İfşa edilemeyecek kadar ağır ve yine saklanamayacak kadar büyük bir şey …”
Velioğlu’nun Kosovka Devojka ile ilk karşılaşması bir şekerleme kutusu vesilesiyle oluyor. Bu, ihtivası tüketildikten sonra dahi yıllarca aile evlerindeki salon vitrinlerde varlığını sürdüren bir kutu. Resim, Velioğlu’nun hayatında da belli belirsiz yer ediyor ama resmin Saraybosnalılar ve bölge halkı için tam olarak ne anlam ifade ettiğini ancak Saraybosna’ya taşınıp şehirde vakit geçirince anlıyor.
Kosovka Devojka, yani Kosovalı Kız, 1919’da Sırp ressam Uros Predic tarafından I. Kosova Savaşı üzerine yazılmış, aynı ismi taşıyan epik bir şiire ithafen yapılmış bir tasvir. Resim, bir bütün olarak bölge tarihinde ve Boşnakların kimlik tahayyülünde önemli bir yer tutuyor.
Kosova Savaşı’nın bölge açısından önemi açısından şunu hatırlatmakta fayda var: Savaşın 600. yıldönümü olan 1989 tarihinde dönemin Yugoslavya’sında Sırp milliyetçileri devlet destekli kitlesel kutlamalar düzenliyor. Bu kutlamalar, federasyon içinde 1980’den bu yana yüksek olan tansiyonu başka bir boyuta taşıyor, parçalanma ve savaşa giden sürecin önünü alabildiğine açıyor. Aynı yıl Kosovska Dvejko figürün de yer aldığı daha sonradan klasikleşecek olan, Boj na Kosovu (1989), Kosova Savaşı filminin vizyona girmesiyle birlikte, ülkedeki etnik ve dini ayrışma iyice derinleşiyor. Zira, filmde Bosnalıları temsil eden birliklerin hıyanetvari tasviri, yıllardır toplum içinde sessiz sedasız, tükenmeksizin devam eden gölge milliyetçiliğin ve bir kabul olarak varlığını sürdüren kimlik çatışmalarının bir tezahürünü teşkil ediyor.
Kahramansız Savaş, Sağır Marş
Boşnaklar, Sırplar ile Hırvatlardan farklı olarak, dini kimlik dışında herhangi bir etnik iddiaya sahip olmamaları sebebiyle Yugoslavya’da 1950’lerin başından itibaren oluşturulmaya çalışan “Yugoslav” kimliğinin en tutkulu sahiplenicileri olurlar. Fakat, federasyonun birlikteliğini daimî kılmaya yönelik bu girişimin, Tito’nun ölümüyle birlikte herhangi bir sonuca varmayacağı ayyuka çıkar.
Kuşatma sırasında çoğu saldırı, ortak yaşamın vuku bulduğu, parlamento, ulusal kütüphane, gazete binası gibi simgeleşmiş mekanlara yönelir.
Ortaya birçok kahraman çıkar fakat bunların hiçbiri ulusal çapta halk ilahlaştırılmaz. Savaşa dair anılar ise “ifşa edilemeyecek kadar ağır, saklanamayacak kadar büyük”tür.
Tutulan yaslar ise aslında, “çok etnili çok kültürlü ve çok dilli Yugoslavya ethosu” ve Bosna’nın kendisi içindir.
Savaş sonrası dönemde Saraybosna’nın milli marşı, Intermeco, sözsüzdür. Ülkenin kurulduğu, ultra-federatif yapının yan sonuçlarından biri olarak, ülkenin milli marşının sözleri konusunda da hiçbir zaman uzlaşmaya varılamaz. Böyle olunca, halk arasında gluha himna yani, sağır marş olarak anılır.
Halide Velioğlu’na göre Saraybosna, mutlak bir arada kalmışlığın daimî tezahürüdür.
Görsel: Sabaştan önce Saraybosna, Pre-war Photographs, Canadian War Museum.