Yaşar Alptekin’in hacı olmazdan evvel çektiği birbirinden çıldıray yapımlara elbette ki aşinasınızdır. Açıkçası ülke sınırlarımız dahilinde “Salıncakta Üç Kişi” gibi bir filmin varlığından bihaber tek bir vatandaş olduğunu bile düşünmek istemiyorum:
Çünkü aşırı iyi bir film. Belki de en iyi film, überfilm. (Ne zaman dara düşsen, kardeşçe bir sarılış gibi youtube’da seni bekliyor. İzlemeni istiyor, kendini izletmeyi biliyor. Hatta dur, bu film milli değerimiz, linkini vermekten imtina etmeyeyim. Kaçıranlar ve yeniden izlemek isteyenler için tüm film *burda*.)
Konuyu şöyle biraz aktaracak olursak, tayt, İstanbul’da bir dans hocasının taytıdır. Bütün taytlar gibi örf ve ananelerimize aykırıdır, bu nedenle de filmle ilgili yorum okumak için internette şöyle bir tur atacak olursanız, içinizdeki politik doğrucu “abi ama öyle demeseydin ya” diye isyan edecek.
Taytın sahibi olan dans öğretmeni, dev gibi mutsuzdur. Kendisini bir tek vecd ile dans ederken bulmakta, bir tutam iç huzuru için günde üç yüz kere sekerek dönmektedir. 80’lerin bütün atmosferini saçında toplamış öğrenci profilinin arasında fütursuzca disko yapması, meslek aşkındandır. (Özlem Savaş’ın repliği ile tasvir etmek gerekirse: “Ciddi, mükemmel, işini seven bir adam işte.”)
Filmin aşka dair söylediği en önemli şeylerden biri, bakışların ne kadar önemli olduğu. Aslında filmlerimizin, dizilerimizin yüzde sekseni neden bakışma üzerine kurulu oluyor, biraz merak ediyorum. Bastırılmışlık mı o? “Seviyorsan git konuş / Derdin varsa söyle” ekseninde bir eylem görmedim henüz. Yani gördüm de, yerli dizilerde şöyle bir olay var: Karakterin bir derdi varsa sille tokat karşı tarafa girişiyor. (“Eh, o kadar bakarsan tabii kavga çıkar” diyesim geliyor. Hor görmeyin, ben de bu toprağın çocuğuyum.)
Ölümsüz dostluğun temelinde ise vicdan azabının yatıyor olması, bir diğer güzel tespit. Spoiler vermek istemiyorum ama Atilla Saral’ın kötürüm kalışı, sinema tarihindeki en anlamsızca komik sahnelerden biri olabilir. (İzlemek bedava.)
Fakat durun, hepsi bu kadar değil..
Salıncakta Üç Kişi, hiç derdi değilken in-na-nıll-maz güzel bir şeyi daha ortaya koyuyor.
Öğrenciler ve melül melül bakışları.
Hoş, bakmayıp n’apacaksın, dansçı olmak kültürümüze o kadar ters ki. Daha şu paragrafı bitiremeden babaanemi incittim sanırım.
Ben bu dağların nesine geldim emmoğlu? “Hocam, ellerinizi nasıl bu kadar güzel kullanıyorsunuz?” sorusu tamam da, lisede falan nasıl bir hiza alınmışsa, o hiza henüz bozulmamış. Rumbayı salsayı çaçayı hoca yapar, sen en fazla izlersin. Dans okulu mu? *Düşünemedi* Yahu bırak allahaşkına, izleyerek öğrenilmeyecek ne var bunda. Öte yandan o taytı kesinlikle giymelisin çünkü dans eğitiminin tüm vitamini o taytta.
Neyse canım 5Harfliler, uysa da bağladım, uymadıysa da bağladım. Bir yere bağladım. (Filmi izlerseniz, şuncacık bağlamı bulmanın göründüğü kadar kolay olmadığını fark edeceksiniz.)
…
* Kapak fotoğrafını Özel Alman Lisesi’nin Modern Dans Klübü albümünde buldum. Destursuz kullanıyorum çünkü aylardır gördüğüm en samimi, en neşeli fotoğraf. Sahipleri kızmasın, hakikaten kuş cıvıltısı gibi mutlu eden bir şeyler var o karede. – İlle de kaldır derseniz kaldırırım, ne yapalım.