Bu krizle baş edebilmek için mutlaka feminist bir mücadeleye ihtiyaç var. Devlet ekonomik açıdan üretken ve garantisi olmayan kadınların bu dönemde yaşadığı zararı görmezden gelmemelidir.

MEYDAN

Salgın Zamanında Mahkum İşçiler ve Göçmen Kadınlar

Hayfa Zuyub’un 06 Mayıs 2020 tarihinde Tunus merkezki feminist Eljeem dergisinde yayınlanmış ” المهاجرات والعاملات والسجينات في زمن الأوبئة” başlıklı yazısının çevirisidir. 

 

 

Dün Amerikalı yönetmen Johanna Demetrakas’ın 1960 ve 70’lerde Amerika’daki ikinci dalga feminist aktivistlerin hem kişisel hem grup faaliyetlerine odaklanan “Feministler Ne Düşünüyorlar?” belgeselini izledim. Belgesel, Catharine R. Stimpson’un “‘Özgürlüğün timsali’ olan ülkelerde bile kadınlar zor durumlarla karşılaşıyor. Bu yüzden, evet, hala feminizme ihtiyacımız var” cümlesiyle bitti. Onun bu cümlesi karantina başladığından beri aklımdan çıkmadı.

 

Arkadaşlarımdan biri karantina döneminde güvende hissetmeyen ve şiddete maruz kalan kadınlar hakkında bir makale yazdı. Makalenin yayınlanmadan önceki ve sonraki halini okudum. Yazının tüm ruhunu mahvetmişlerdi, makale bir haber halini almıştı. İlk etapta gazetelerin haberleştirmesinden rahatsız olmamıştım, ta ki makalede işlenen konular haklı çıkarılana kadar. Basının haberlerin gerçekliğini sorgulamasını ve yayınlanan makalelerin editör tashihiyle bir yere kadar değişmesini anlıyorum. Beni rahatsız eden, tashih sırasında yapılan süslemeler ve güzellemeler oldu. Küçük bir detay gibi görünse de, bu editör dokunuşu, arkadaşımın şiddete yönelik konuşmasının tüm radikalliğini silmişti. Bu tür metin müdahaleleri, makaleler sadece Tunus’ta değil tüm dünyada karantinada şiddete maruz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan kadınları konu edindiğinden beri daha da sıklaştı. Geçtiğimiz haftalarda bütün gazeteler ve medya kanalları kadına yönelik şiddet haberlerine odaklanmıştı, benden de şiddete uğrayan bir kadın hakkında bilgi istediler. Medyadaki kadına yönelik şiddete dair hakim dil kadınların olayları abarttığı, yaşananların alelade olduğu imasını taşıyordu. Dillerinde şiddeti yumuşatmaya ve normalleştirmeye yönelik söylemler fark ettim.

 

Salgın yayılmaya başladığından beri aksayan hizmetler sebebiyle güvenle kürtaj olamayan, tecavüze uğradıktan sonra kaçmak zorunda kalan göçmen bir kadın olduğumu tahayyül ettim. Yahut tecavüze uğramamış, Tunus’un kuzeyine bakan bir yerde, nefes alıp verebildiğim bir fast-food dükkanında bulaşıkçılık yaparak geçinmeye çalışan bir kadın olduğumu düşündüm. Son çıkan afla serbest kalan, ne sığınacağı ne de psikolojik destek alabileceği bir yer olan bir kadın mahkum olduğumu hayal ettim. Günlük ücreti azaltılan, çocukları açlığın sınırında olan, tarım sektöründe çalışan kadın işçilerden biri olabilirdim. Bunları düşünürken, korona salgını sırasında devletin aldığı önlemleri ve halkın sosyal medyadaki tepkilerini araştırdığımda, devletin tedbir almak konusunda ne kadar başarısız olduğunu, insanların ihtiyaçlarının tamamen göz ardı edildiğini ve yalnızlaştırıldıklarını gördüm.

 

Ülkemizdeki kadın çalışan oranının yüzde yetmiş beşten fazla olduğu tahmin ediliyor. Çoğunluğu evde, tarlalarda veya küçük fabrikalarda çalışıyor. Sebze ve tahıl üretiminin neredeyse yüzde doksanından onlar sorumlu. Tunus’taki araştırma, bilgi ve dokümantasyon merkezi Al Kradif’in “Eşit Miras” başlığı altındaki araştırmalarına göre, kadınlar tekstil ve giyim sektöründeki iş gücünün yüzde doksanını, ilaç ve eczacılık sektöründeki iş gücünün ise yüzde kırk beşini oluşturuyor. Dünya genelinde tıp ve acil tıp teknikerliği, hasta bakım alanının yüzde yetmişini kadınlar oluşturuyor ve onların çoğu daha birinci sınıfta veba ve ağır hasta bakımı ile ilgileniyor. Ayrıca korona sadece Tunuslu kadınları değil dünyanın her yerindeki kadınları ölümle burun buruna getiriyor. Tüm dünyanın bu duruma kulaklarını kapatmış olmasını aklım almıyor; krizi yöneten yetkililerin toplumsal farkların artmasına ve bu sürede sektördeki kadın ölümlerine katkıda bulunmasına bir açıklama getiremiyorum.

 

Toplumsal olarak zayıf olan grupların ihtiyaçlarını istisnai icraatlarla karşıladığını rakamlarla ve argümanlarla sıralayan başbakanı dinledim. Fakat bu rakamlar işçilerin maruz kaldığı “çok boyutlu” baskıya değinmemişti. Sadece aileleri ve kurumları kapsıyordu. Oysa durum sadece sosyal refah ile ilgili değil, doğrudan kadınların gerçekliğini etkileyen baskı sistemleri ve onları sıkıntıda bırakmakla ilgili.

 

Suad ve Necad

 

Necat kocası evde olduğu için telefona cevap veremeyen ve evden ayrılır ayrılmaz yeni bir randevu belirlemek için günlerce beklediğimiz ev yardımcısıydı. Suad ise otizmli ve babası evde kaldığı süre boyunca şuurunu iyiden iyiye kaybeden kızıyla ilgilendiği için kendine bile vakit bulamayan bir kadındı. Necat ve Suad’ın evi her gün çıkan bir sorun yüzünden cehenneme dönüyordu. Buna rağmen onlar açlıktan, çocukları için yiyecek parası kazanamamaktan şikayet ettikleri kadar şiddetten yakınmıyorlardı. Necat’ın otuz yıldır yaptığı şey buydu: “Asla ev işlerinden, ulaşım zorluğundan ya da düşük ücretten şikayet etmedim. Otuz yıldır evini temizlediğim işverenim işe dönme garantimi vermediği gibi  bir süre sonra işe devam etmemi istemediğini söyledi.” Suad ise otizmli kızı ile karınlarını doyurmak için aradığı tüm çıkış yollarının kapalı olduğunu şöyle ifade ediyordu: “Korona virüsü kızımla beraber maruz kaldıklarımızdan daha merhametli.”

 

Fuat Ghorbali, “Korona zamanında Tunus: Toplumsal Riskler ve Belirsizlik Zamanı” isimli bir makalesinde şöyle yazıyor: “Korona herkesi eşit derecede etkiliyor ve sınıf farkı gözetmiyor; hepimiz aynı gemideyiz söylemi bir medya uydurması. Durumun tam tersi olduğu çok net anlaşılıyor. Korona, devlet gelirlerinin zayıflamasına sebep olmasının yanı sıra –ki durum söylenenin tam tersi- sınıf farkının daha da belirginleşmesine katkıda bulundu. Bu krizle baş edebilmek için mutlaka feminist bir mücadeleye ihtiyaç var. Devlet ekonomik açıdan üretken ve garantisi olmayan kadınların bu dönemde yaşadığı zararı görmezden gelmemeli ve açlık ve şiddet sonucu ölüm riskine maruz kalmadan taleplere yanıt vermeli.”

 

Afrikalı göçmen kadınlar için de durumlar hiç güven verici değil ve tüm veriler karantinadan en çok onların etkilendiğine işaret ediyor. Devlet onların ihtiyaçlarına cevap vermeden önce haftalarca bekledi. Mart ve nisan başında yayınlanan tedbir paketinde “Ülkenin Oğulları”na öncelik verilmişti. Devlet ülkedeki göçmenlerin durumu ile ilgilenmiyordu. Bu sürede göçmenlerle çalışan derneklerle iletişime geçmeye çalıştım, Mevcudiyn derneğinin yürütme müdürü Ali Busalmi’ye ulaştım. Dernek, otuzdan fazla gönüllü ile çalıştıklarını ve toplanan yardımı dağıtılacağını açıkladı. Göçmen kadınlara yardım eden dernekler arasında arabulucu ve komite olarak çalışan* Bye Houm da yer almaktadır. Bu dernek ise göçmenlere yönelik ihlalleri belgeliyor ve göçmenleri himaye etmek, maaşlarını alamamaları ya da ikamet ettikleri yerlerden kovulmaları gibi acil durumlarda yardımcı olmak için doğrudan müdahalede bulunuyor. Bu yerel dernekler El Marsa Belediyesi ile koordineli bir şekilde Tunus’un varoş mahallelerinde yaşayan göçmenler için ayni yardım toplama noktası oluşturmaya çalışıyor.

 

Esas mesele yardımın miktarı, nasıl yapılacağı değil çünkü mültecilerin karşılaştığı tehlikeler oldukça karmaşık. Andrea, Tunus’ta dondurma satan bir yerde çalışan ve Güney Afrikalı mültecilerle yaşayan Fil Dişi Sahilli bir mülteci. Bana hiç yaşadığı zorluklardan bahsetmemişti ama bir gün açıldı: “Bu sürede bekar anne olan arkadaşlarımın çoğu ilaç gibi en temel ihtiyaçlara bile ulaşamadılar. El Manji Hastanesi de onlara kapılarını kapattı. Tüm işlerini kendi başlarına halletmek zorunda kaldılar.” Yardımlara ulaşabilen Animata ise şöyle konuştu: “Sorun yardımın kime ne zaman ulaştığında. Eğer pasaport numarası ya da bir kimlik yoksa bu yardımlardan faydalanamıyorsunuz.”

 

Göçmen kadınlara yönelik yardımları konuşmak için İnsan Ticareti ile Mücadele Heyeti’nden Rawda Al Obaidi’ye de ulaştım ve onların 500’den fazla kişiye ve aileye yardım dağıtmaya başladıklarını öğrendim. “Biz illegal ya da legal yollarla gelen mülteciler arasında fark gözetmeden, ayrımcılık yapmadan dayanışma gösteriyoruz” dedi ve Tunus’taki Afrikalı annelerin durumlarına işaret etti. Mağdurlar arasında en savunmasız olan yeni doğan bebeklere ve annelerine öncelik tanıdıklarını söyledi.

 

Bana insani yardımlar fakirliği, işsizliği, toplumsal ayrımcılığı, ırk ayrımını bitirecekmiş gibi gelmiyor. Bu yardımlar sağlık hakkı gibi temel haklardan yoksunluğu da içeren çok boyutlu bir tehlikeye karşı tek başına yeterli olacakmış gibi gelmiyor. Bu sorunlarla yüzleşmek için daha cesur kararlar almaya ve uluslararası kuruluşların müdahalelerine ihtiyacımız var. Kriz dolayısıyla ortaya çıkacak sorunların hiçbiri artık ayrımcılık sebepli olmamalı.

 

Mahkumlarla ilgili istisnai durumları da inceledim ama kadın mahkumların sayıları ve Tunus’ta kaldıkları yerlerin koşulları hakkında yeterli bilgiye ulaşamadım. Ayrıca çıkarılan son iki yasada kadınları gözeten bir içerik var mı onu da bilmiyoruz. Cezaevi sözcüsü hapishanedeki dikiş atölyeleri sayesinde yapılan koruyucu maskelere işaret etti ve Sağlık Bakanlığı ve Hapishane İdaresi bünyesinde Mornagia, Manouba, Mahdia, Burj Al Rumi, Sousse, Cendouba, Kasreyn ve Al Hurab hapishanelerinde kadınların günlük ortalama 4600 maske ürettiğini açıkladı. Sağlık Bakanlığı bunu “Tarihi Hizmet” diye sundu. Bu klişeleşmiş açıklama ana akım medyanın tasvip edeceği türdendi ve kadının toplumsal emeğinin ve günlük işlerdeki özveri ve fedakarlığının görmezden gelinmesinin ürünüydü. Aile içerisinde ya da hapiste kadın emeği ücretsiz olarak kullanılmaya devam ediyor…

 

Tüm bu sorunlar politiktir ve haklı davamızı ısrarla savunmalıyız. Ölümün, aile içinde ve dışındaki rollerin dişileştirilmesi pandemi süresince daha büyük şiddete yol açacak ve fırtına durulduğunda daha fazla klişeye ve damgalanmışlığa maruz kalacağız. Biz feministler olarak toplumsal cinsiyet temelli bir yaklaşım benimsenmesini ve kapsayıcı bir düzen kurulmasını talep ediyoruz.

 

 

Ana görsel: Ayman Baalbaki. ‘Beton Bariyer’.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

Y“Sen Benim Oğlum Değilsin”: Yemen’den Kısa Bir Hayat Hikayesi
“Sen Benim Oğlum Değilsin”: Yemen’den Kısa Bir Hayat Hikayesi

“Eskiden onların ettiği laflara kızgınlığımı belli ederdim ama artık içten içe seviniyorum. Evet doğru ben bir erkek değilim! Erkekliğe bir nebze bile ait olmak istemiyorum."

MEYDAN

Y“Bedenlerimiz İçin Özür Dilemeyeceğiz”
“Bedenlerimiz İçin Özür Dilemeyeceğiz”

Şam’ın en popüler kahvecilerinden birinde bilgisayarımın şarj aletini prize takmaya çalışırken, tehlikeli bir suç işlemiştim ama neydi bu suçun adı?

Bir de bunlar var

Türkiye’nin İlk Açık Lezbiyen Belediye Meclis Üyesi Sedef Çakmak’ın Balkon Konuşması
“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?
Domatesin Kilosu, Tuzla’da Hortum ve Küresel Eylem

Pin It on Pinterest