Hiçbir sesin hiçbir yüze derinlik katmadığı; çarşıların sünger gibi insanların ömrünü emdiği; yüksek sesle konuşmanın haklı ve önemli olmaya yettiği; taşların bağlanıp köpeklerin serbest bırakıldığı; yalanın iplerinin çözüldüğü; insanların, eşiklerine dayanan yıkımdan kapılarını örterek kurtulduğu; mevsimlerin bile devlet zoruyla düzene sokulduğu; annelerin çocuk yerine suç doğurduğu; yatakların mezara, evlerin hapishaneye döndüğü; herkesin gücünü, incittiği insan sayısından aldığı; gülünç olmamak için insanların sevgisini gövdesine gömdüğü, aşağılık bir kuşatma altında, bir halk kahramanı, bir uzak masal kahramanı gibi onurlu, mağrur, bilge ve güzeldi. Bizim kusurumuzu, hasretlerimizi, iyiliğimizi ve kötülüğümüzü göstermek için dünyanın başımızın üstünde tuttuğu bir hayal ülkeydi, bayrağı gökkuşağı olan.
—Şükrü Erbaş
Dün bir ümit belki son kez beraat edişini görürüm diye Pınar Selek’in duruşmasına giderken aklımdan bu şiir geçiyordu. Parmak hesabıyla geriye doğru saydım, 13 yaşındaymışım dava başladığında, Pınar Selek de benim şimdi olduğum yaştaymış. Yanıp kapkaranlık olmuş bir Mısır Çarşısı fotoğrafının yanında gülümseyen vesikalık fotoğrafına bakıp ”Herhalde bir yanlışlık olmuş” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Dün, Avrupa’nın en büyük adalet sarayının, en büyük kapısından geçip, en büyük adalet heykelinin önünde minicik kalmış insanlarla beklerkense hiçbir yanlışlık olmadığından bir kez daha emin oldum. Bir dudağını yere bir dudağını göğe kadar uzatsalar da hiçbir adalet heykeli, ayaklarının dibinde böcek gibi ezileceklerini hisseden bu insanların ruhunu, Pınar Selek’in 27 yaşında gencecik bir kadınken çekilmiş gülümseyen fotoğrafı gibi ferahlatmayacak.
Oysa hep hatırlamalıyız cezaevinde onu ziyarete giden travesti dostunun söylediklerini:
“Bir düş ancak bu kadar sürer. Bizimki uzun sürdü. Hep bir şeyler olacak diyordum. Hayat bu kadar iyi gidemez, diyordum. Ama böylesini tahmin etmedim. Ben çok şey yaşadım, herşeye alıştım sanıyordum ama bu olay kadar beni etkileyen başka bir şey hatırlamıyorum. En temiz şeyimizi kirlettiler. Sanki bebeğimizi öldürdüler. Ne korkunç bir hayat! Sen iyi bir şey de yapsan, kirletiyorlar. Kaçamıyorsun, kurtulamıyorsun. Çok korktum.”
Davadan yine bir şey çıkmadı. 2 saat kapıda da bekletseler, koca adalet sarayında karşıdaki ‘Adalet Çay Bahçesi’ kadar bile yer olmadığını söyleyip içeri almasalar da, hâkimler hep tatilde, Kürtçe tercümanlar hep fuzuli olsa da 22 Kasım’da yine gideceğiz. Kalan temiz parçalarımızı onlara vermemek için…