Perşembe’de pilim bitiyor. Kaç yıldır böyle bu. İttire ittire Çarşamba gecesini idrak ettirdiğim bedenim Perşembe sabahına uyanmaya direniyor. Uyandıktan sonra yataktan çıkmaya, yatak odasından banyoya geçmeye, giyinmeye, hazırlanmaya, evden çıkmaya, metrobüse binmeye, metrobüsten inmeye, ofise girmeye, bilgisayarı açmaya, insanlara gülümsemeye, insanlara gülümsememeye, beş yerinden ortopedik destekli çalışma sandalyeme oturmanın beşinci dakikasında yazsa klima kışsa ısıtıcı kavgasına başlamaya, 11’e kadar çalışıyormuşçasına bir takım mimikler takınarak ekrana bakmaya, arada kişisel bir maili hızlı klavye vuruşlarıyla kotarıp kabinden vızır vızır bir esinti estirmeye, tam afyonum patladı, işe koyuluyorum derken öğle paydosunun gelmesine, yemek sırasında sikindirik dertlerini dinlemekten kurtulmak için insanların arkasında kalmaya çalışmaya, yağlı soslu bir mantıyı gömmek dururken salata bardan renkleri mevsimler gibi birbirini tamamlayan bir potpori yapmaya, ofise dönerken karşılaşılan her bakışa yemeğe geç çıktığını açıklamaya, paydos sonrası sosyal medya sörfü, yemek sonrası kahvesi derken saatin iki buçuğu bulmasıyla iş bitirme paniğine gark olmaya, iki saat motor takmış gibi allah ne verdiyse çalışıp, dört buçukta mesaiyi ruhen ve bedenen bitirmiş olduğum hâlde bir yarım saat daha ofiste kalmanın anlamsızlığıyla sağa sola sarmaya, bütün gün açmadığım çenemi gereksiz konularda yormaya, ofisten çıkıp metrobüse binmeye, metrobüsten inmeye, evi sabah bıraktığım gibi dağınık ve pis, buzdolabını boş bulmaya, sanal lokantalar arasında anlamsızca gezinmeye, öğlenden mantıda kalmış aklımı karbonhibrata boğmaya, ah o salataya yine yazık olmasına, günde toplamda iki saat çalışarak yaptığım işi bir ofis ortamında ve 9-6 arasında yapmak zorunda olduğum için her günümün 12 saatini yok yere harcamaya direniyor ha direniyor.
Bazen de çalışır gibi yaptığım sabah saatlerinde yok, hayır, hayatın asla böyle geçemeyeceği, geçmemesi gerektiği paniğiyle, bir anda, işte tam şurama çöken bir yumru, bağır ha bağır Asu, çıksın senden diyor, sus diyorum, çok biliyorsun sen, kirayı da ödeyecek misin? Dünyada araştırılabilecek ne kadar konu varsa çalışma numarası yaptığım saatler toplamı yıllarda araştırmış olduğumdan, paniği geldiği gibi geri gönderme tekniklerinden bende işe yarayanlarını de deneyip saptadım 0.1 asırlık profesyonel yaşamımda. Önce birden yediye kadar derin derin nefeslerimi alıyor, sonra yediden bire geri dönüyorum. Bir daha. Lazımsa bir daha. Çarpıntım azalıyor, nefesim normalleşiyor, koltukaltından ve şakaklardan soğuk soğuk basan terleme geri çekiliyor. Oh diyorum. Bu dalgayı da atlattık. Sonra en sevdiğim dalgacılık işine geliyor sıra. Her şeyin bu anda göründüğü kadar kötü ve karanlık olmadığını hatırlamak için bir liste yapmaya başlıyorum. Haftanın güzel olaylarını, tatlı sürprizlerini, sevindiren, güldüren şapşikliklerini alt ata yazıyorum. OCD’yi kontrol altında tutmak için bu listeyi oklar, şemalar ve tablolarla bir sanat eserine dönüştürmemeye gayret ediyorum. En fazla maddeleri sonradan kendi aralarında puanlıyor, puan sistemine göre listeyi temiz bir sayfaya geçiriyorum. O kadarına hakkım var. Haftada bir sütlü tatlı.
İşte Temmuz ayının ilk Perşmebesini eda ettiğimiz bugün “kısa haftanın kârı” listemi halklarımızla paylaşmak istedim. Çünkü bu hafta yoluma öyle serserilikler çıkmış ki gerçekten alt alta yazıncaya kadar farkında bile değilmişim. Eni konu iyi bir hafta bu. O kadar ki, atağı Perşembe’ye ayıp olmasın diye mi geçirdim acaba? İşte dertli gönüllere giren bazen de bu gündelik sevindimcikler olunca, belki benim liste sizi sevindirir, sizin liste bir başkasını, sonra OCD elden ele diye düşünerek, buyrunuz sayın ihtiyaç sahibi:
1) “Saçlarında manitalar dans etsin abla”: Hayatımda duyduğum en güzel dua, dilek. Çarşamba akşamı sokakta önüme dikilip para isteyen sıska oğlan söyledi. Bana söyledi. Öyle de içten söyledi ki kesin tutacak. Varım yoğum ne varsa saydım eline.
2) Kayıp doğalgazın dönüşü: Pazartesi akşam eve geldim, çiğ böreği gömdüm, filtre kahvenin bittiğini kederle fark ettim ve eski dostum Türk kahvesine cezveyle yanaştım. O da ne? Ne yaptıysam ocak bir türlü çalışmadı. İki buçuk dakika denedikten sonra bozulduğuna hükmederek pes ettim. Sinirlerim eser miktarda yıpranmıştı ki çöpü kapıya koymak için çıktığımda yerde ne fark edeyim? İki plastik cıvata. Doğalgaz sayacının değiştirildiği, bu işlemin vana kapatılarak yapıldığı notu da borular arasına sıkıştırılmamış mı? Gazımı kaybettiğim yerde bulmanın sevincini acı bir kahveyle kutladım. Falımda büyük baş bir kısmet çıktı.
3) Kansere bay bay: Ağzımın içindeki iyileşmeyen yaraları internetlerdeki ağız kanseri görselleriyle hakkını vererek karşılaştırabilmek için ağız içimin flaşla çektiğim fotoğraflarını masaüstünde bir kanser fotosu bi ben bi kanser fotosu bi ben şeklinde ileri geri oynatarak yaptığım tetkikler sonucu ağız kanseri olduğuma kanaat getirerek kabus gibi geçirdiğim geçen haftadan sonra, Pazartesi sabahına iyileşmiş şekilde uyandım. Dünyanın en hızlı iyileşen kanserleri kişisel listeme üçüncü sıradan giriş yapsa da vedası gerçekten muhteşem oldu. Yeni bir hafta daha nasıl bir müjdeyle başlasın?
4) Müjde demişken, iki yıldır itinayla uzattığım kaşlarımı alttan çıkanları toplama vaadiyle 90’lar garabeti bir çizgiye dönüştüren kaşçı kız var, Müjde, iki iplik darbesiyle yok ettiği emeğime aynada yaşlı gözlerle bakarken, kalıcı kaş dövmesi önerisiyle onurumu da ayaklar altına almıştı. Çikolata kahveden kiremit turuncuya geçmeye çalışırken saçları komple yakmış, çıt çıt elinde kalmışlar oryal ertesinde. Kalıcı saç postişi yapsana demedim, sevincimi içimde yaşadım. Edenin bulduğu bir dünya hayâlime böyle minnak bir selam gelmişti Salı’dan.
5) Damızlık haz: Geçen haftaki Handsmaid’s Tale hazzımı erteleyerek, çapsız Westworld’le oyalandığım bir haftadan sonra bu akşam elde bir değil tammm iki bölüm Damızlık Kız’ım olacak. Praise be!
6) Asaplar sağlam: Bu hafta hiç sarı taksiye binmedim.
7) Tefe-tüfe oranına bakmaya zahmet etmeyeceğini güvenerek, kirasına yüzde 10 zam yaptığım ev sahibi tefe-tüfe oranına gerçekten bakmadı.
8) Bugün ne giysem? derdi bu hafta görece hafif geçti. İki ardışık olmayan günü ofis dışı toplantılarda geçirdiğim için bu haftayı üç kombinle kapatıyorum. Üstelik kombinlerin ikisinde ana parçalar da aynı. Ayakkabıyı karıştırmayalım.
9) Beklediğime değdi değecek. İki senedir çeşitli dileklerle saksılara gömüp, büyüme hızlarına göre tohum falı baktığım bitkilerimin içinde gerçekleşmesini en çok istediğim ama bir türlü filiz vermeyen dilek tohumum, ucundan mini minnacık bir açılma emaresi gösterdi. Tasasız büyümeleriyle dileklerimin kolaylıkla gerçekleşeceğine beni inandıran diğer dört çiçeğimden hiç birinin kökünde yatan dileği henüz gerçekleştirmemiş olması umudumu kesinlikle kırmıyor. Bu en zor olan, en geriden gelen hele bi açsın. Diğerleri sıra sıra.
10) Bir PERŞEMBEyi daha böylece yedik sayın beyaz yakalı. Haftasonuna 1, emekliliğe 4457 kaldı.
Mesainize kuvvet!