Asker olmama fikri de vicdani ret de benim çok ilgimi çeken konular. Birdal’la vicdani reddi, içinden geçtiği süreci, öncesi, sonrası, ailesi ve hayatıyla ilgili konuştuk. İyi okumalar.
Görkem: Öncelikle yaptığın şeyi, vicdani reddini gönülden kutladığımı ve çok cesaretli bulduğumu söylemek isterim. Bir milyon ayrı açıklama ve ifade süreci olmasa benim de gerçekten düşündüğüm bir şey. Tanıdığım kimse askere gitmek istemiyor ama çeşitli yollarla süre kısaltıyor, süre geciktiriyor, vs. Seni bu yollardan birine yönelmek yerine bir basın toplantısıyla vicdani reddini açıklamaya iten ne oldu?
Kazım Birdal Tüfekçi: Düşüncelerin için teşekkür ederim. Aslına bakarsak bu düşüncelere zaman zaman ben de evrildim lakin mahkemede yaptığım savunmamda da bunu yapmamamın nedenini belirttim aslında. Yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi sözlerim : “ Düşüncelerim ruhuma işlemişti, ruhunuzu satabilir misiniz? Onu mülkiyet ile eşdeğer görebilir misiniz?” gibi bir cümle ile özetlemiştim. Benim zaten tecil gibi bir hakkım o zaman yoktu; olsaydı yapar mıydım inanın bu sorunun cevabı çok zor. Ancak şu anda halen “asker kaçağı” konumundayım ve tecil hakkım, şu an için, olmasına rağmen hala tecil ettirmedim. Vicdani ret bambaşka bir düşünce, bendeki amaç yalnızca askere gitmeyeyim değil, bunu toplumsallaştırmak, yaygın bir hale getirmek. Asker kaçakları ile aramızdaki belki en temel fark da budur; onlar sadece kaçıyorlar biz ise bunu toplumsal bir çalışmanın ürünü haline getirmeye çalışıyoruz. Bunun için şunu çok net söyleyebilirim ki benim askerlik ile ilişkim hiç olmasaydı ben yine de vicdani reddimi açıklardım..
Olayların temel gidişini biraz gazete haberlerinden biliyoruz, ailen tarafından gitmeye yöneltildiğini ve evden gitmek üzere çıktığını. Temel örgüyü bilsek de senin bu süreçte kafandan tam olarak neler geçiyordu, nasıl bir ruh hali içindeydin, basın toplantısına karar verme ve dernekle bağlantıya geçme şeklin nasıl oldu?
Vicdani ret süreci her ne kadar 90’lardaki kadar olmasa da bedelleri olan bir süreç. Gerek devletin, gerek toplumun baskısı altındasınız, sivil ölümle karşı karşıyasınız, öğrenim hakkınızın dolaylı olarak elinizden alınmasından tutun psikolojik ve fiziksel işkence ile cezaevinde kalmaya kadar kimi yaptırımları olmakta. Tabi bunlar herkes için olmuyor ancak hemen hemen her vicdani retçi az çok bu saydıklarımdan birine ya da hepsine maruz kalıyor. Bu süreç içerisinde en önemli faktörlerden biri de aile. Aileyi ikna edebilirseniz psikolojik olarak çok daha rahatlayabiliyorsunuz. En azından benim gibi aile bağları sıkı olan kişiler açısından bunu söyleyebilirim. Ben basın açıklamasını yapmadan ailemle bu konuyu defalarca konuştum. İlk başlarda ikna olmuş gibiydiler lakin vicdani reddin yaptırımlarını öğrenmeye başladıklarında, yani diğer vicdani retçi arkadaşların daha önce maruz kaldığı olayları öğrendiklerinde kesin olarak karşı çıktılar. Ben ailemi ikna edemeyeceğimi anladığımda onlara askere gitmeye karar verdiğimi söyleyerek evden çıktım. Bir gün sonra arayıp askerde olduğumu söyledim. Birkaç gün sonrada basın açıklamamı yaptım.
Seni üzerinden suçladıkları kanun TCK 318’e tam olarak ne şekillerde itiraz ediyorsun, sence o yasa tam olarak neyi düzenliyor, neyi koruyor?
TCK 318 benim için her şeyden öte bir düşünce suçu. Şu ana kadar bu maddeden yargılanan ve ceza alanlara baktığımızda hepsinin fikirlerinden ve söylemlerinden dolayı mahkum edildiğini görüyoruz. Devlet bu madde orduya karşı bütün eleştirileri ve bu eleştiriler içerisinde özellikle de yapılan katliamların haberlerinin insanlara ulaşmasını engelliyor. Çünkü biz ne zaman ordu şu katliamı yaptı, orduda işler şöyle dersek hemen halkı askerlikten soğuttuk diye dava açılıyor.
Büyürken soyadın hakkında ne düşünürdün? Bu bir şekilde benim hep aklıma gelen bir şey, insanların adları ve soyadlarıyla ilgili düşündükleri ve ilişkisi. Bir anın ya da soyadını ilk olarak fark ettiğin an, bu konuda ilk düşünceni hatırlıyor musun?
Bir şeyi itiraf edeyim mi? Sizin aksinize ben ne isimleri ne soyadlarını bu kadar önemsiyorum. Soyadım ile ilgili çelişkiyi ilk sosyal medyada çıkan “Tüfekçi tüfeğini kırdı.” tweetlerinde gördüm.
Tam olarak nasıl ve ne zaman karar verdin? Askere alınma fikriyle ilgili temel hislerin, tepkin neler oluyor? Ben birkaç kez tecil işlemleri için gittiğimde sürekli benden hiç istemediğim bir şeye teslim olmamı bekleyen bir yere gittiğimin bilinci vardı kafamda. Herkesten de büyük otorite gösterisi demeyeyim ama o havaya alışmışlık, sindirmişlik görüyorum. Gelenlerin hafif korku ve bilinmezlik içinde geldiğinin bilinci, kendini, psikolojik olarak hiç stabil olmasını beklemediğin birinin, bir sistem içinde bir şey üstü olmuş birinin o anlık kaprisine bırakma ihtimali. Memurdan çalışan askerlere. Sence bunun patolojisi ne?
Ben de her çocuk gibi oyuncak silahlarla, asker elbiseleriyle büyüdüm. Her çocuğun hayalleridir doktor, öğretmen, savcı ya da asker olmak. Askere gitmeme fikri bende siyaset ile ilgilenmeye başladığımdan beri var oldu. Sosyalistlerin bu konuda aman aman bir tavrı olduğunu söyleyemem lakin ben kendime ilk devrimciyim dediğim günden beri askere gitmeme fikrim vardı. Daha bir şeyleri yeni yeni öğrenmeye başladığım dönemlerde bile ( bunu çok sonraları eski maillerimi temizlerken fark ettim) milli savunma bakanlığına mail atmıştım ‘’Vicdani retçiler nelerle karşılaşıyor? Ben askere gitmeyeceğim vicdani ret açıklayacağım diye. Tabii o zaman işin usulü nedir vicdani ret nedir bilmiyorum. Daha sonraları gelişen ruh halim ve dünya görüşüm çerçevesi o ilk hislerim ile çok farklı. Önceleri yalnızca devlet korumacılığı yapmak olarak algılıyordum olup biteni lakin şimdi bunun doğduğumuz günden beri bize dayatılan yozlaşmış kültürün bir ürünü olduğu, bir eğitim programının en disipline şekildeki uygulamalarından yalnızca biri ama en katısı olduğu düşüncesindeyim. Burada öğrendiğimiz şey yalnızca öldürme sanatı değil bir itaat eğitimi. Bu eğitimde sizin bütün bireylik özelliklerinizi yok edip sıradanlaştırıyor ve onlar için tehlikesiz hale getiriyorlar.
Süreç nasıl ilerledi? İfade için çağrıldığında neler yaşadın, özellikle bu süreçte sana eşlik eden kurum çalışanlarının davranışları nelerdi? Ekstra bir özen gösterildi mi konunun hassasiyetine, basında yer bulması beklentisiyle?
Basında yer bulmasından dolayı olduğunu sanmıyorum lakin bana hemen hemen bütün yargı mensuplarının gayet saygılı davrandığını belirtmek istiyorum. Tabii bu davranış kişiseldi. Akrabalarımdan bütün topluma, herkes beni vatan haini olarak görürken ifadeye çağrıldığımda savcılar, hakimler o kadar nezaket sınırları içerisindeydiler ki bu beni çok şaşırttı. Fikirlerimden dolayı mı saygı duydular yoksa başka bir nedeni mi vardı bilmiyorum. Ara ara sohbet havasında, tutanaklara geçmeden özgeçmişimi sorup beni tanımaya çalışıyorlardı.
Vicdani ret hakkı senin için tam olarak neyi ifade ediyor, nasıl bir dünya fikriyle birlikte geliyor?
Ben olaya yalnızca vicdani ret olarak bakmıyorum. İşin asıl total ret boyutuyla ilgileniyorum. Vicdani ret koşullar ile biraz da reformcu bir yaklaşım benim açımdan. Savaş karşıtı asıl mücadele yalnızca ordu altında silah tutmayı reddetmek değil orduya gidecek her türlü vergi katkısının, toplumsal desteğin önüne geçmek ve askerliğin sosyal olgusunu yıkmak. Vicdani ret direniş alanlarından yalnızca birisi lakin yeterli değil. Asla savaşsız dünyayı yaratabilecek bir eylem biçimi olarak görmüyorum.
Türkiye’nin askerlik ve askere alım politikasını diğer ülkelere kıyasla nasıl değerlendiriyorsun? Biraz da askere aldığını kendine yakıt eden karşılıklı bir paranoyaklık sistemi değil mi?
Türkiye nihayetinde askerlerin kurduğu bir ülke. Bu yüzden askerlik konusunda çizgileri çok keskin ve toplumun bütün değerlerine enjekte etmeyi başarmış durumda. Birçok kişi askere bir takım baskılar sonucunda gitmekte lakin döndüğünde asker kaçaklarına (gerek kendisi yapamadığı gerekse toplumsal rollerinden dolayı, bu toplumun vatana hayırlı bireylerinden olma içgüdüsü ile) tepki göstermekte. Sizin de söylediğiniz gibi en büyük engellerden birini yine askerlik yapmak zorunda kalanlar oluşturuyor. Batılı ülkelerde haklar biraz daha genişletilmiş, bu ülkelerin birçoğu vicdani ret hakkını tanıyor, lakin bundaki amacı vicdani reddi bir hak olarak görmesi değil; hem vicdani ret mücadelesinin önüne geçememesi hem de ucuz iş gücü sağlamak. Hak olarak gördüğü tek şey kişinin silah alması yerine kamu kurumlarında ücretsiz çalıştırarak görevini yerine getirmesi. Hatta son zamanlarda kimi ülkelerin askerliği komple kaldırarak vatani görevi kamu yararına ücretsiz çalıştırma olarak düzenlemesi gündemde.
Sana açılan dava hangi aşamada, ne gibi tepki ya da destekler aldın?
Bana halkı askerlikten soğutmanın maddesi TCK 318 den dava açtılar. 3. yargı paketi ile AİHM’nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yaptırımları göz önünde tutularak bu davadan yargılamaları şu anda genel olarak erteliyorlar. Benim davam da ertelendi. Yapmış olduğum savunmadan dolayı savcılığa ifade verdim, suç unsuru bulmuşlar. Lakin henüz bir dava açılmadı savunmadan dolayı. AİHM’nin kararlarından dolayı birkaç yıl öncesine göre devletin yaptırımları bir nebze azalmış durumda tüm vicdani retçiler için. Lakin toplumsal baskı hala aynı. Ben en büyük desteği hiç tanımadığım insanlardan aldım. Diğer vicdani retçiler ve duyarlı insanlar bana hiç tahmin edemediğim yerlerden ulaşıp desteklerini sundular.
Askere gitsen nelerle karşılaşacağını düşündün? Benim bir dayım askerdeyken intihar etti, ve birçok insanın da çeşitli psikolojik sıkıntılar çektiğini biliyoruz. Kendinle, dünya görüşün, algınla ilgili çekincelerin, insan olma ve asker olma ilişkisinde temelden yanlış bulduğun noktalar neler?
Ben askere gitmeyi 16-17 yaşlarımdan beri hiç düşünmedim. Gitsem neler yapardım gibi bir yaklaşımım hiç olmadı. Kafam çok netti; gitmeyecektim. Gitseydim diye bir cümle kuramıyorum.
Günlük neler yapmaktan hoşlanıyorsun?
Koşullar elveriyor olsa tek yapacağım şey kültür sanat alanında kendimi geliştirmek olurdu. Tiyatro ile ilgilenmeyi çok istiyorum. Lakin gündelik sıkıntılardan dolayı dersler ve çalışmaktan başka bir şey yapamıyorum. En büyük hayalim çantamı alıp gitmek. Nereye olduğunun bir önemi yok; mekanı, toplumu her şeyi reddetmek. Bir gün böyle yaşayacağım.
Senin hareketin ekseninde, aslında vicdani retler büyük kamuoyu oluşturuyor, büyük olay oluyor ve çok göze batıyor. Bunun etkili ve çok katılımlı bir harekete dönüşmesini nasıl ve ne noktada mümkün görüyorsun?
Vicdani ret gibi LGBTİ eylemlilikleri gibi şeyler toplumun bütün yargılarını parçalayan aktiviteler. Ben şahsen yaptığımız şeyi yalnızca askere gitmemek olarak görmüyorum, bizim yaptığımız bu toplumun yıllardır inandıkları ahlaki değerleri yok eden ve bir alternatif gösteren eylemlilikler. Göze batması ve kamuoyunda etki bulmasının sebebi bu. Nasıl kitlesel bir hale gelebilir? Bu bizim de en güncel tartışmalarımızdan birisi. Şahsen şüpheli intiharların üzerine gidilip bu öldürülme vakalarındaki kişilerin aileleri ile sıkı bir bağ kurmanın en önemli husus olduğu kanısındayım. Tabi bunun için TCK 318. maddenin de tamamen devre dışı kalması lazım.
Tam olarak çekincelerin nelerdi, ailenin tepkisiyle ilgili düşüncelerin neler oldu? Ailenin kısa bir şaşırma ve alışma sürecinden sonra arkanda olduğunu okudum. Neler düşündüler, neler konuştunuz?
Ben kendimi vicdani redde hazırlarken en çok devletin baskısına hazırlamıştım. Bu biraz da iş bilmezlikten geliyor. Nihayetinde bir taşrada büyüdüm ve vicdani ret ile ilgili aman aman bir şeyler öğrenemedim. Bana askerlik dayatıldı, ben de reddettim. Ancak ne ailemi ne kendimi tam olarak hazırlayabildim bu süreçte. Asıl önemli olan devletin baskısı değil, toplumun baskısıymış bunu geç fark ettim. Aileme bir yıl sonra “Şu anda olsa yine de git der miydiniz?” dediğimde hayır cevabı aldım. Benim için en güzeli bu.
Çok fazla cesaret gerektiren bir şeyi çok doğru bir şekilde yaptığını düşünüyorum. Hayatının genel akışına müdahale ettirmemek de bunun bir parçası. Temel olarak bu konuda uyguladığın kişisel düzenlemen, politikan nasıl? Vicdani retçi olmanın yanında, hayatının da tümüyle sana ait olduğunu, diğer insanların bunun farkında olmadığı hissini şaşkınlıkla karşıladığın da geçiyor röportajlarında ve bence bu harika bir şey. Kendi yaptığına, isteğine, bu şekilde sahip çıkmaya tam olarak ne zaman başladın, kendi kendine gelişen bir süreç miydi?
Tüm insanlar bir takım saçma sapan kurallar ve yargılar içerisinde hayatını devam ettiriyor. Doğal yaşantımızın tamamından koparılmış durumdayız. Düşünsenize artık sokaktaki hayvanları severken bile hastalık kapar mıyım korkusu yaşıyoruz. Bir düşünün en insancıl olan şeyi, aşkı yaşarken bile bu kurallar neticesinde şekillendiriyoruz. Biriyle birlikte olmanın kuralı ilk olarak onu sevmek olarak tasarlanmış. Ben bu kuralları insanlara enjekte etmeye aileden başlayıp eğitim ve askerlik ile devam ettirdiklerini düşünüyorum. Askere gitmeyen adam olmaz deniliyor, evet kesinlikle katılıyorum. Onların adam olmaktan anladıkları kuralları uygulamak ve onlar neticesinde bir yaşam kurmak. Bizi bu yaşama adapte edebilmek için tüm insancıl duygularımızı yok etmeye zorluyorlar. Bunu da okullarda eğitim ile yapıp asker de son şeklini veriyorlar. Ben maalesef bu organizasyonun bir tek askerlik kısmını reddedebildim.
Sence verilen tepkinin ne kadarı vicdani retçi birinin gerçek bir erkek olamayacağı başlığı altında, maskülen, heteroseksüel, kontrolle ve erkeklikle ilişkilendirilen tüm diğer standartlara sahip olamayacağı algısından geliyor? İnsanların askerliğe karşı olduklarını açıklamakta zorlanmalarının ne kadarı bu tip bir algı/dayatmadan kaynaklanıyor sence?
Bu soru kadar can alıcı bir şey olamaz bence. Çünkü karşılaştığım baskının tamamı bu yönde. Herkes askere gitmeme sebebimi erkeklik ile ilişkilendirdi ve çok aşağılayıcı olarak bana baskı yapan toplum fertlerinin de dayanak noktasını bu oluşturdu. Sokakta geçerken birinin sizin kadın olduğunuz yönünde laf atması gibi şeylerden bahsediyorum. Kin gütmek istemiyorum lakin hiçbir zaman affedemeyeceğim. Bunu yapanlar arasında maalesef kendisini ilerici, sosyalist, devrimci olarak nitelendirenlerin de olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Bana göre şuanda LGBTİ mücadelesi devrimin en önemli yapıtaşı.
Erkekliğin askerlik olmasının ne kadarı sence milliyetçilikle ilgili? Bu mekanizma sosyal olarak kendinden oluşan bir mekanizma olabilir mi, yoksa zamanla oturtulmuş bir tür mühendislik üretimi mi? Rusya’da devrim sonrası rejimin erkeklerin beden sağlığıyla çok ilgilendiği ve askerliği erkek olabilmekle eşleştirdiği toplumsal eğitim broşürleri sık karşıma çıkıyor, Türkiye Cumhuriyeti sence neresinde duruyor bu özendirme ve yerleştirmenin? Mehmetçik fikri tam olarak neleri içeren bir paket? Bu konuda uzun süreli hassasiyeti olan biri olarak gözüne çarpan neler oldu? Türkiye’de askerlik konusunda ne gibi bir toplumsal mühendislik uygulanıyor sence?
Aslına bakarsanız işin milliyetçilik rolü ile pek alakalı olmadığını düşünüyorum. Toplumsal rol bu konuda çok önemli. İnsanlar milliyetçi oldukları için bizlere karşı çıkmıyorlar, öyle yapmak zorunda oldukları için karşılar. Vicdani retçi bir arkadaş vicdani reddin yasalaşması süreci söz konusu olduğunda bir makale yazmıştı. Bedelliyi parasız yapın, kimseye ceza vermeyin; bir tek kişi bile askere gitmeyecek demişti. Aynen katılıyorum bu sözlerine. Şu anda erkek olmanın bir kanıtı olarak askerlik her ne kadar destekleniyor olsa da yaptırımlar kaldırıldığında ve hızla askere gitmeler düştüğünde kimse bunu umursamayacak, çünkü toplumsal rolleri çerçevesinde artık bunu yapmaları gerekmeyecek.
Bunu yapan kişi olmak sana ne hissettiriyor? Ben de askere gitmek istemiyorum ama sanırım tüm tantanasından geçip daha standart, yurtdışında çalışmalı yollarını tercih ederim. Bence bu yaptığın, içinde bulunduğu duruma ses çıkarması gereken, çıkarmaktan çekinmiş herkes için de bir cesaret ışığı. Arada ben de yapmasaydım şu an ne yapıyor olurdum, veya yaptım ve olduğum yerden memnunum, kendimle böyle rahat yaşayabiliyorum diyor musun?
Demin de bahsettiğim gibi bizim derdimiz askerlikten kaçmak değil askerliğe karşı olduğumuzu ve yapmayacağımızı kesin bir dille deklare etmek. Eşcinsel bir arkadaşımız vicdani ret açıkladığında askeri cezaevinde ona işkence yaparlarken “Senin durumun zaten belli; verelim pembe tezkereyi git, neden uğraşıyorsun?” dediklerinde, onlara cinsel kimliğinden dolayı değil bizzat askerliğin kendisine karşı olduğu için vicdanen reddettiğini söylemişti. Devletin toplumun baskısı varmış, bizi erkekten adamdan saymıyorlarmış, hiç umurumda değil. Benim bedenim devlet için kimseye siper olmadı, beni ilgilendiren nokta burası. Onların yaptırımları bizim özgürlüğümüzü kısıtlayamaz. Yine aynı arkadaşın cezaevinde girdiğinde kapıyı ilk kapattıklarında düşündüğü bir şeyi aktarmak istiyorum. O kapıyı kapattılar ancak ben kimi mahkum ettiklerini anlamadım diyor. Gerçekte ben mi mahkumum yoksa dışarıda kalan milyonlar mı?
Babanın da nedenini bilmeden ağladığından bahsetmişsin. Ailelerin, Türkiye’de sürekli çocukları eksenli utanç içinde olması, kültür içinde yetişkin olarak üstüne pek de yaşayacak bir alan bırakılmamasından da kaynaklanıyor mu sence? Yani, çocukların iş bulmaması, evlenmemesi, ne bileyim, istediği okulu kazanamaması hepsi herkese bir açıklama gerektiren, sanki sürekli herkesten özrü dilenen konular. Her fırsatta başvurulan Türk aile yapısı Türk, Kürt, Ermeni, her ailenin başına bir bela ve sırtına yük. Sanki devlet-toplum karşılıklı blöflerle yönetilen bir tür ilüzyon sistemi. Askerlik konusunda bu senin için nasıl işledi?
Ben vicdani ret açıklamamda o cümleleri işin vicdani boyutunu ortaya çıkartmak için yazdım. Lakin yerel gazeteler bunu anlayamadıkları için ailemi de işin içine katarak iğrenç yorumlarıyla benim üzerimde daha fazla baskı kurmaya çalıştılar. Bu düzen içerisinde bir anne babanın iyi çocuklar yetiştirmesi onları toplumsal olarak bir prestij sahibi yapıyor. İyi çocuklar demek iyi okul bitirmiş, yüksek mevkiye gelmiş, insanlarca saygı duyulan kimse demek oluyor. Çocuklarının gücü onları güçlü hale getiriyor. Bu koşullar içerisinde kişi isteği dışında sadece toplumun kaygıları çerçevesinde istemediği bir insan olmak zorunda kalıyor. İstemeden askere gidiyor, okula gidiyor, mesleğini topluma göre seçiyor. Bendeki durum da farklı değil, bütün hayatımı toplum için şekillendirmiş durumdayım. Düşünsenize en çok istediğim şeyleri toplumsal prestij mücadelemde beni sekteye uğratacak, yavaşlatacak diye yapamıyorum. Bu koşulda kendi özgürlüğümden ne kadar bahsedebilirim ki? Bu saçma sapan kurallar dizininde askerliği diğerlerinden ayıran en önemli şey sistemin devamını sağlama konusunda en etkin çalışan organizasyon olması. Hem kendi özgürlüğümüzü elde edemiyor, bunun sosyal sonuçlarına katlanamıyor hem de bunları yapamamamızı sağlayan devletin varlığını sağlaması için bedenimizi siper ediyoruz. Ben özgürlüğü elde edemedim lakin özgürlüğe karşı savaş açan bir organizmada da bulunmadım. Reddedebildiğim yalnızca bu olarak kaldı. Şimdilik…
Ana görsel: Görkem Mercan