Memleketin de dünyanın da hali içler acısı. Gezegenin de insanlığın da üstünde kara bulutlar geziyor. İçimiz, ne kadar ferah tutmaya çalışsak da, sık sık kararıyor. Aksi, genelde mümkün olmuyor (eğer barış arzusunu ve girişimlerini yuhalamıyorsanız).
Geçenlerde yine böyle bir gün, Rumeli Hisarı’ndan geçiyorum. İçim sıkılmış, yüzüm düşük. Birkaç ağacın gövdesini saran rengârenk tığ işleri gözüme çarpıyor. İnsan aklı ve elleri, sadece yıkıma, katliama sebep olmuyor. Bunları görmemle içim daha bir aydınlık, mücadele etmek yeniden anlamlı.
Eril olana aitliği üzerinden kurgulanan ve tasarlanan kamusal alanı mecra edinen bir mücadele ve ifade biçimi olan ipliklemek diye Türkçe’ye kazandırabileceğimiz yarnstorming (1) kısa sayılabilecek bir geçmişe sahip. Ancak bu kısa geçmişin kökleri kadınlığın çilesiyle beraber çoook eskilere de uzanıyor.
Aklın ve dehanın temsilcisi erkek, her alanda olduğu gibi sanat alanında da keşiften keşfe, başarıdan başarıya koşarken; geleneğin taşıyıcısı kadın, evinde kumaşlarıyla iplikleriyle zanaatını icra etmeye devam ediyordu.(2) Ama birtakım kadınlar, önce erkeklerle beraber ve eşit şekilde sanat üretimine dahil olabilmek mücadelesini yürüttüler. Seneler geçip 1960’lara gelindiğinde, kavramsal dünyayı algılama biçimlerinin yerle bir edilip yeniden kurulması sırasında bu mücadele de biçim değiştirdi: Bu yıllardan başlayarak birtakım kadınlar, kadın sanatçıların statüsünün yanında sanatın kendisini, sanat eğitimi ve sanat tarihini, bunların eril kurgusunu eleştirerek dönüştürmeyi amaç edindiler. Basitleştirecek olursak, mesele artık düzene dahil olmanın ötesinde yeni bir düzen kurabilmekti. Bu kadınların bazıları, bu mücadelelerini kullandıkları malzemelerle de desteklediler. Sanatçının illa dayatıldığı gibi yağlı boya, tuval, mermer ya da bronzla kendini ifade etmek zorunda olmadığından yola çıkan bu kadınlar kumaş, iplik, yün gibi ev içiyle ilişkilendirilen malzemeleri ve dikiş, örgü, dokuma gibi teknikleri kullanarak, sergilenmeye değer görülen sanat işler ürettiler.
Bir yandan bunlar olurken, diğer yandan da bir başka hareket – sokak sanatı, sanatı hapsolduğu müze ve galerilerden sokağa çıkararak günlük hayatla buluşturmanın yollarını keşfediyordu. Bu hareket de temel olarak sanat piyasasını ve modernizmin kurumlarını eleştiriyor, açtığı yeni alanla sanatı günlük bir ifade aracına sanatçıyı da sıradan bir insana dönüştürüyordu. 2000’lerin başında bu ikisinin, yani feminist sanatın ve sokak sanatının kesişim noktalarından birinde de, sözlükte karşılığı “kamusal alandaki herhangi bir objeyi veya yapıyı örgü ya da tığ işiyle kaplayarak uygulanan kamusal sanat türü (3)” olan ipliklemek dünyaya geldi (4).
İpliklemek, yaygın görselliğin bütünlüğünü kırdığı kadar kavramsal açıdan da çarpıcı; çünkü mücadelelerin de mücadelesi gibi. Bana kalırsa, tekniğinin naifliğine ve malzemesinin yumuşaklığına rağmen, aslında gayet sert ve net bir şekilde, egemenliğini ilan etmiş birçok algıyı aynı anda kesintiye uğratıyor: Kent alanının tekdüzeliğinin karşısına rengiyle, mimari açıdan tercih edilenin karşısına da malzemesiyle çıkan ipliklemek aynı zamanda erkeğe ait olduğu varsayılan kamusal alana, kadına ait olduğu varsayılan bir teknikle müdahale ediyor. Yetmiyor, genelde gençlere atfedilen ve çoğunlukla şiddetle bağdaştırılan direnişi, yaşlılarla eşleştirilen ve tamamen barışçıl bir faaliyetler grubuyla sürdürüyor. Yıkıp yeniden yapmaktansa, var olanı dönüştürmeyi seçiyor; rekabet yerine kolektiviteyi koyuyor. Elbette her ipliklemek eylemi bu kadar direnişçi ve her açıdan düzeni dönüştürmeyi hedefleyen bir noktada durmak zorunda değil, bazı eylemler sadece etrafı renklendirmek amacını da taşıyor olabilir.
Türkiye’de pek yaygın olmayan bu kamusal sanat formunun birkaç örneğini analım: Bunlardan biri, sanırım artık aktif olmayan ama en azından sanal dünyada izlerini bırakmış bir inisiyatif, Örgü-T. Kürtaj tartışmalarının yoğunlaştığı 2012’de aktifmiş bu grup, Gezi Parkı’nda ve Kadıköy Boğa’da bazı işler yapmışlar.
Aklımda kalan bir başka etkinlik ise yine 2012’den: İstanbul Modern’in girişindeki rampanın parmaklıklarında mandalinarossa’nın gönüllülerle gerçekleştirdiği etkinlik… E bir de Gezi zamanı parktaki ağaç ve direklere yapılan işler vardı.
Acaba diyorum, yünlerle iplerle oynamayı seven ve heyecana kapılan birileri var mıdır? Eğer varsa bir araya gelip “ne yapalım” diye kafa kafaya versek ya…?
Notlar:
(1) Yarnstorming yerine yarnbombing ve yarn graffiti sıklıkla kullanılan terimler. Ve daha niceleri de var. Şiddetten uzak bir noktada durmak tercih edilerek bu yazıda yarnstorming kelimesi kullanıldı. Ammavelakin İngiltere menşeili “Knit The City” inisiyatifinin de belirttiği gibi siz ne istiyorsanız onu deyin, hatta dilerseniz Bob bile diyebilirsiniz.
(2) Bana kalırsa yüksek sanat ve zanaat arasındaki –öğrenilmiş- hiyerarşiyi de bir tartışma konusu olarak gündeme getirmek çok önemli! Dolayısıyla, evet, bu cümle kısmen ironi içermekte.
(3) Oxford Dictionaries öyle diyor “yarn-bomb” için.
(4) İlgili tarihsel gelişim sürecine daha detaylı bakmak isteyenleri Seher Uysal’ın Amargi’de de yayınlanmış şu yazısına alalım.
Ana görüntü, kaynak