İsrail’in Mart ayında başlayan Gazze sınırındaki protestolara yönelik saldırılarında kaybettiğimiz son kişi Razan el-Najjar. Bu fotoğrafını son 48 saat içinde pek çok gazetede görmüşsünüz, hayatının çarpıcı detaylarına dair fikir edinmişsinizdir. Razan, Gazze sınırında gönüllü ilk yardım görevlisi olarak çalışan 21 yaşında genç bir kadın. İsrail askeri kuvvetinin yaşamdan kopardığı onlarca, yüzlerce, binlerce Filistinli ve İsrailliden yalnızca biri. Gencecik bir kadın ve sağlık görevlisi olduğu için, yani Arap ve Türk anaakım medyasının ballandıra ballandıra manşetlere taşımayı sevdiği ‘mükemmel masum kurban’a cuk diye oturduğu için üstümüze fırlatılmış en yeni ideolojik malzeme.
Razan, New York Times’ın geçen ay yaptığı Gazze dosyası için verdiği bir röportajda şöyle demiş:
İnsanlar babama benim burada ne işim olduğunu soruyorlar, hele de maaş almazken. Onlara şöyle cevap veriyor: ‘Kızımla gurur duyuyorum, ülkemizin çocuklarına yardım ediyor.’ Toplumumuzda kadınlar hep yargılanıyor, ama toplum bizi kabul etmek zorunda. Eğer bizi isteyerek kabul etmezlerse o zaman zorla kabul edecekler. Herhangi bir erkekten çok daha cesuruz. Protestoların ilk gününde meydanda bir sağlık çalışanı olarak gösterdiğim cesareti bir başkasında bulun da göreyim!
Böyle sahici, içinden çıktığı topluma meydan okumaktan çekinmeyen bir kadını Türk medyasının uğurlamasını istemiyorum. Onun yerine, Razan’ın anısına yazılmış bir başka metne çekmek istiyorum dikkatinizi, İsrailli çevirmen Orly Noy’un dün yayınlanmış yazısına. Bu metinde Noy meramına, Facebook sayfası üzerinden yürüttüğü ufak bir sosyal deneyden bahsederek giriyor. Razan’ın katlinin ardından fotoğrafını (İsrail kolektif tahayyülünde canlanan ‘tipik’ ‘saldırgan’ Filistinli erkek görüntüsünün tam tersi) kendi kişisel sayfasında paylaşıyor, bu güleryüzlü kadının ölümü şefkat ve empati uyandırır, bir tür yapıcı tartışmaya, konuşmaya vesile olur umuduyla. Ama çok geçmeden öfkeli yorumlar yağmaya başlıyor:
“Orada ne yapıyormuş bir kere?” “Yaralıları neden hastanede beklememiş?” “Hakikaten askerlerimizin protestocuları bilerek isteyerek mi öldürdüğünü düşünüyorsun?” “Savaşta işler böyle yürür.” “Hamas onları bu protestolara gitmeye zorluyor.”
(Tanıdık geldi mi? Tam çıkaramadıysanız Türkçe twitter’a girip ‘Kürt’, ‘Ermeni’, ‘Yunan’ vb. diye aratmanız yeterli…)
Orly Noy’un bunlara verdiği şahane cevapları burada sıralamayacağım. Zaten bu cevapları da biliyorsunuz, gözünü kan bürümemiş, aklıselim her gazeteci, yazar veya sade vatandaşın verebileceği olgusal ve vicdanlı yanıtlar işte.
Esas paylaşmak istediğim Orly Noy’un hiç tanımadığı Razan adlı kadının anısına yazdığı bu metnin bitişinde ondan dilediği özür: “Razan’dan; hayatının tamamını işgal, yarısını gaddar bir kuşatma altında yaşamış bu genç Gazzeli kadından özür dilerim. Kısacık hayatında tek bir günü özgür geçmedi. Yurttaşlarına tıbbi destek vermek amacıyla Ölüm Vadisi’ne gitti ve bir daha dönmedi. Utancımı ifade edebilecek sözlerin ötesinde üzgünüm, özür dilerim. Toprağın bol olsun. Umarım hatıran yurttaşlarına özgürlük ve adalet getirir.”
Bu özür bana yine çok sevdiğim, duygulandığım ve sık sık hatırladığım bir sanat işini anımsattı. Lübnanlı sanatçı Rabih Mroué’nin Lübnan iç savaşına atfen işlenmiş suçlardan ötürü Lübnan topraklarını paylaştığı insanlardan özür dilediği vidyo işi. Siyah arkaplanın önünde sadece yüzü gözüküyor ve sırayla, teker teker özür diliyor. Vidyoda saydığı suçların hiçbirini kendi elleriyle işlemedi Mroué, ama işgale, savaşa, ölüme giden yol ne yalnız silahların ne de eli tetiktekilerin ürünü. Arkasında yüklü bir kültürel ve tarihsel oluşumun girdabı var. Hiç tanımadığımız insanların hayatlarında maruz kaldıkları şiddeti, ufacık gündelik kararlarla veya sadece görmezden gelerek ya da kendi konfor alanımızdan çıkmayı reddederek bile nasıl olumladığımızı farkettiğimiz, şiddetin nasıl mutlaka kendimize de döndüğünü idrak ettiğimiz, ve şanslıysak, bu korkunç döngüdeki payımızın sorumluluğunu aldığımız bir yer, bir zaman var. Orly Noy, Rabih Mroué ya da adını bilmediğimiz bu kadın gibi nice insan bize ne anlatmaya çalışıyor? Bitmeyen şiddetin faili o, öteki veya beriki değil.
Siyasi lagalugaların işlemeyeceği bir yerde, konuşmadan, birbirimizi tanımadan, hatta aynı zaman diliminde bile yaşamadan dahi ortaklaştığımız, acımızı paylaştığımız, birbirimizin yaşamına şahit olduğumuz bir yer var. O yerde, bir özürle niyet edip, birbirimizin yaralarını sarıyoruz. Sahiden yan yanayız.