Rachel Carson, çevrecilikten önce, biyo-çeşitlilikten önce, Greenpeace’ten önce Silent Spring (Sessiz Bahar) kitabıyla modern insanın doğayla ilişkisi üzerine yürüttüğü fikirlerle çığır açan Amerikalı biliminsanı ve yazar. Adını kimsenin hatırlamadığı Sophia Hayden’den yaklaşık yarım asır sonra, ABD Balık ve Vahşi Yaşam Servisi’nin ikinci kadın çalışanı olarak başladığı kariyerinde böcek ilaçlarının toprağa ve canlılara ne tür zararlar verdiğini (çok fazla) ve bu zararların gelecekte ne tür sonuçlar yaratabileceğini (çok kötü) anlattığı yazı ve kitaplarıyla devleşiyor (adına pul basılan insanlar için kullandığımız bir deyiş).
Sadece bilirkişilere değil, konunun doğrudan ilgilendirdiği halkın önemli bir kısmına taşıdığı tartışmanın bir sonucu olarak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra satışında patlama yaşanan DDT isimli ilaç önce kendi ülkesinde, sonrasında ise tüm dünyada piyasadan kalkıyor. Carson bir yandan devlete dert anlatıyor, öte yanda su altı dünyası ve doğal kaynakları korumakla ilgili kitapları kim bilir kaç kişinin dünyasını genişletiyor. Sessiz Bahar ayın kitabı seçiliyor, çok satanlar listesine giriyor ve günümüzün çevreci hareketlerini başlatan mefhumlardan biri haline geliyor. Anlayacağınız Rachel Carson’ın adını bilen çok insan var.
Bu kadın dediğinin adı olsa bir dert, olmasa ayrı dert. Adı bilinen Rachel Carson’ın kanser olup radyasyon tedavisi gördüğü dönemde bile sonu gelmeyen çalışmalarının, onca araştırmasının, mülakatlarının, defalarca yeniden yazılan yazılarının karşısına hedefe koyduğu kimya şirketleri tarafından dikilen şey -bence tahmin ettiniz bile- bekar olması, evde kalmış olması, e dolayısıyla da histerik ve bilimsellikten uzak olması. Kedisever oluşu da bu durumun sosu (kendimden utanarak ah be abla, kedi sevmek zorunda mıydın dedim). Ölümünden bir süre önce Life dergisinde yayınlanan söyleşide kendisi için “bekar ama feminist değil” deniyor. Feminist değilse demek ki isteyerek bekar değil? Ama dönemin tarım bakanının da dediği gibi güzelce de bir kadın? Komünist olabilir. Fakat bir yandan da kedi seviyor. Bu kadının bir derdi olmalı (mesela lezbiyen olmak?), yoksa durup dururken böcek ilacı hakkında kitap yazıp bekar kalmak nereden çıksın.
Kimya endüstrisinin, 1962’de yayınlanmış bir kitabın kadın yazarının argümanlarıyla “evkızısın :/” şeklinde muhatap oluşunu “oh neyse ki hepsi geride kaldı” neşesiyle anlatıyor olmayı ben istemez miyim? Ama öyle değil işte. Nasıl olduğuna misal getirecek olursam, kafayı tamamen yemiş oldukları halde oldukça nüfuzlu bir yayın olan Front Page dergisinin (David Horowitz Özgürlük Merkezi’ne ait – burada durup biraz soluklanalım) son 15 yılda Rachel Carson hakkında 70’in üzerinde girdisi var, bunlardan birkaçında kendisinden “seri katil” ya da bazen daha samimi olarak sadece “katil” olarak bahsediliyor. “Histerik” kelimesi de bunların hatırı sayılır kısmında geçiyor; zira histeri, kadınlarla çevrecilerin ve “sosyal adalet” diye başı kopmuş tavuk gibi ortalıkta koşuşturan insanların ortak özelliklerinden.
Ama bu hikayenin sonu, en azından Rachel Carson’ın ismi ve mesleki itibarı açısından, iyi bitiyor. Deniz biyoloğu sıfatının getirdiği bilgi ve iyi bir yazar olmanın getirdiği şiirsellikle kaleme aldığı deniz altı dünyasına dair kitaplarının verdiği otoritenin de sayesinde, Carson’ın bekar boynu ilaç şirketlerinin karşısında bükülmüyor. ABD’nin en yüksek ödülü sayılan başkanlık madalyası da dahil bir dünya ödül, zamanında ailesine baktığı için devam edemediği doktoranın yerine iki adet onursalından doktora, kitaplarını okuyan binlerce insandan onbinlerce mektup alıyor. Adına “büyük Amerikalılar” serisinden pul basıldığını ise zaten biliyorsunuz.
Kanserin bitirdiği 56 seneyle dolu ömründe Rachel Carson bezginlik hissine ne denli sık kapılmıştır? Cevabı galiba kitaplarının her yerinden fışkıran hayret duygusunda: “İster bilim insanı ister işsiz olsun, dünyanın güzellikleri ve gizemleri arasında dolaşan hiç kimse, bu hayatta yalnız veya bezgin değildir.”