Sevgili 5Harfliler,
Komşudan size deniz güneş kum, dans müzik eğlence temalı haberler vermek isterdim ama maalesef olmuyor. Yunanistan yaz aylarını pandemiye ek olarak toplumsal cinsiyet temelli meselelerle uğraşarak geçiriyor. Temmuz ayı başında yapılması planlanan, kadın doğurganlığına dair, ekseriyetle erkek doktorların ve çok sayıda din görevlisinin katılacağı bir konferans tepkiler üzerine iptal edildi. Boşanma sonrası çocukların ortak velayetini aile içi şiddet durumlarında bile zorunlu hale getiren bir yasa teklifi hala tartışılıyor. Bunlara ek olarak ardı ardına cinsiyet temelli şiddet haberleri gündeme geliyor. Yunanistan’ın durumu Türkiye ile kıyaslanamaz, fakat kıyaslamamıza gerek yok. Her ülkede mizojini kendi temposunda, kendi tarzında gidiyor. Bu yazıda geçtiğimiz aylarda Yunanistan toplumunda büyük sansasyon ve kafa karışıklığı yaratan bir kadın cinayetini ele alacağım.
Mayıs ayı başlarında Yunanistan bir cinayet haberiyle sarsıldı. Atina’nın kalburüstü banliyölerinden biri olan Glyka Nera’da, Caroline isimli 20 yaşında bir kadın kocasıyla paylaştıkları evinde, yatağında boğularak öldürülmüş halde bulundu. Pilot olan kocasının ifadesine göre eve hırsızlık için giren ve “bozuk Yunanca konuşan” hırsızlar kendisinin ellerini ve ağzını bağlamış, ailenin köpeğini boğduktan sonra kapıya asmış, Caroline’ı da boğarak öldürmüşlerdi. Çiftin 11 aylık bebeği annesinin cansız bedeninin yanında, zarar görmemiş halde bulunmuştu.
Ana akım medya uzun süre talihsiz Caroline’ın ölümünü konuştu. 11 aylık bebeğini öksüz, kocası yakışıklı pilot Babis’i dul bırakan bozuk aksanlı soyguncular televizyonları epeyce meşgul etti. Yunanistan Yüksek Mahkemesi Başsavcısı ve Savcılar Birliği Başkanı Anna Zairi katıldığı bir televizyon programında Yunanistan’ın insani değerlere saygılı bir medeniyet olduğunu, bu tarz suçların artmasından ülkede bulunan yabancıların sorumlu olduğunu söyledi. Sonradan öğrendiğimize göre bölgede devriye gezen polisler Gürcistan uyruklu birtakım kişileri rastgele gözaltına almış ve cinayeti itiraf etmeleri için onlara günlerce işkence yapmışlar.
Kamu otoriteleri ve medyaya göre göçmenler suçluydu. Fakat cinayetin detayları bir türlü aydınlatılamıyor, sorumlular bulunamıyordu. Hükümet mensubu bir kadın milletvekili “Caroline karaderili eroinman bir eşcinsel olsa ‘adalet’ diye ortalığı yıkardınız, ama evli mutlu çocuklu beyaz bir kadın öldürüldüğünde umrunuzda olmuyor” şeklinde bir tweet attı. Neticede göçmenlerin öldürdüğü gencecik bir anne söz konusuydu, hükümet sağcılarda olsa bile diğerlerinin hiç mi suçu yoktu?
Gerçekten de medyanın anlattığı hikayede Caroline çok güzel, Babis çok yakışıklı, bebekleri çok tatlı, evlilikleri çok mutluydu. Ta ki katil ortaya çıkana kadar.
Cinayetten 37 gün sonra hikayedeki bazı çelişkiler üzerine polis Caroline’ın eşini sorguya çekmeye karar verdi. Polis onu almaya geldiğinde pilot Babis Caroline’ın ailesinin yanındaydı, acılı anneyi teselli ediyordu. Sekiz saatlik çapraz sorgunun sonucunda gerçek ortaya çıktı. Caroline’ı öldüren kişi kocasından başkası değildi. Adam suçunu örtbas etmek için yabancı soyguncular hikayesini uydurmuş, hikayeye inandırıcılık katmak için ailenin köpeğini boğarak öldürdükten sonra kendi ellerini bağlamış ve polisi beklemişti. Medyayı ve polisi bir aydan uzun bir süre kandıran kocanın hikayesi, Caroline’ın kolundaki smartwatch sayesinde çökertilmişti. Kocanın bildirdiği cinayet saati smartwatch’taki nabız kaydına uymuyordu.
Caroline’ı kimin öldürdüğü öğrenildikten sonra medyanın kullandığı dil birdenbire değişti. Caroline artık genç ve güzel bir anne değildi. Kocasıyla arası bozuk olan ve onu ayrılmakla tehdit eden yabancı bir kadın idi. İngiliz vatandaşıydı. Üstelik birden ırkı da değişiverdi, artık beyaz değildi. Annesinin Filipin asıllı olduğu bu aşamada dile getirilmeye başlandı. Katilin ortaya çıktığı gün televizyonlarda konuşan bir emniyet uzmanı, katil kocanın uzun süre bu tiyatroyu sürdürdüğü için aptal olduğunu söylüyordu: “Gencecik çocuk, cinayetten sonra hemen polisi çağırıp suçunu itiraf etse ağır tahrik indirimi alır 4-5 sene yatar çıkardı…” O ana kadar masum bir kurban olarak görülen Caroline katilin bulunmasıyla beraber birdenbire fail sıfatına erişti: Kocasını tehdit etmişti, kocasına vurmuştu, saldırgandı, boşanmak istiyordu.
Tepkilere rağmen birçok yayın organında manşetler bu minvalde devam etti. Caroline’ın günlükleri gazetelerde sayfa sayfa yayınlandı. Katil kocanın cezaevinde ne yiyip ne içtiği, neler söylediği de boy boy yayınlandı. Polisiye roman tadını artıracak manşetler de eksik olmadı – O tatile neden gittiler? Caroline’ın beraber seyahat ettiği Babis’in arkadaşı kimdi? Bu bazı yayın organlarının radikal dinci muhafazakar falan değil, sıradan, ana akım yayın organları olduğunu özellikle belirtmek gerek. Ana akım medyanın çok küçük bir kısmı bu cinayetin dikkat çekici diğer ayrıntılarına odaklandı.
Caroline İngiliz bir baba ile Filipinli bir annenin Atina’da doğmuş, bir Yunan adasında büyümüş kızıydı. Henüz lisede okurken kendisinden 14 yaş büyük pilot Babis ile çıkmaya başlamıştı. Babis liseli sevgilisini etkilemek için helikopteriyle lisenin üstünde alçak uçuş yaparken bütün ada çok romantik bir ilişkiye tanık olduğunu düşünüyordu. Caroline 18 yaşına geldiğinde ailelerinden uzakta, Portekiz’de evlenmişlerdi. Caroline 19’unda anne olmuş, 20 yaşındayken ise ayrılmayı düşündüğü kocası tarafından öldürülmüştü.
Katil koca hala karısını çok sevdiğinden, pişman olduğundan bahsediyor. Artık çocuğunun iyiliğinden başka bir şey düşünmüyormuş. İfadesine göre genç yaşta yaşadığı ve biri düşükle sonuçlanan iki hamilelik Caroline’ı çok değiştirmiş. Yani gebelik suçlu – kadınların daha çok çocuk yapması için kilise, tüp bebek sektörü ve kamu otoritesinin hep bir ağızdan nasihatler verdikleri bu ülkede bu iddia bir hayli kulak tırmalıyor. Yine aynı ülkede çocukların ortak velayetinin zorunlu hale getirilmeye çalışıldığı düşünüldüğünde, durum daha da rahatsız edici hale geliyor.
Son açıklamalarında pilot Babis bu yaşananların bir gün unutulacağını, eşinin ailesiyle beraber çocuğu büyütebileceklerini umduğunu iddia ediyor. Fakat Temmuz ayında işlenen bir başka kadın cinayeti pilot Babis’i unutturdu. Erkek arkadaşıyla birlikte Folegandros adasına tatile gitmiş olan genç bir kadının ölümünün ardından erkek arkadaşı bir gün sonra cinayeti itiraf etti ve “kötü bir anıma denk geldi” şeklinde bir açıklamada bulundu. O zamandan beri adamın psikiyatrik şeceresi tartışılıyor. Babis’in psikolojik durumu da medyayı epey meşgul etmişti.
Yunanistan’da toplumsal cinsiyet temelli şiddet Türkiye’de olduğu kadar görünür olmayabilir, fakat bu şiddette bir artış söz konusu. Medyanın bu olayları haberleştirme tarzı bize çok şey söylüyor. Yunanistan’da feministler bu ara “kadın cinayeti” teriminin ana akım dile yerleşmesi ve kullanılması için uğraşıyor, zira çoğu yayın organı bu cinayetlerden kadın cinayeti (γυναικοκτονία) olarak değil, eş cinayeti (συζυγοκτονία) olarak bahsetmeyi seçiyor.
Medyaya hiç ulaşmayan haberler de var – Temmuz ayı başlarında Türkiye’den Yunanistan’a kaçak yollarla geçmeye çalışan trans bir mültecinin Yunan tarafında tecavüze uğradıktan sonra Türk tarafına geri bırakılması gibi.
Suyun öte yakasına geçmek çok da bir şey değiştirmiyor yani. Pilot Babis’ler ve silah arkadaşları her yerdeler.
Görsel: Edvard Munch, Seated Nude and three male Heads, 1895-98.