Nereden çıktı bu oyun?
Simge: Biz Bilgi Üniversitesi’nde performans sanatları okuyoruz. Geçen sene sınıf arkadaşıydık. Birlikte çalışmak istiyorduk. N’apsak, iki kadınız, o zaman elimizdekilerden çok uzaklaşmayalım, bir kadın hikayesi seçelim, dedik… Bu konuşma Gezi Parkı’nda oldu bu arada…
Direnirken…
Simge: Evet! Sonra ben bir ‘clown’ (palyaço) festivalini izlemek üzere Fransa’ya gittim. Fransa’ya, bir de direnişten çıkıp gidince “Aa, Jeanne d’Arc!” dedim!.. Sonra yine bir ‘clown’ atölyesi için Didem’le birlikte Şirince’ye gittik. İşte o atölyenin bitiminde Jeanne d’Arc metniyle oynamaya başladık.
Hangi metin?
Didem: Bernard Shaw’un metni…
Neyi çekici geldi Jeanne d’Arc’ın?
Didem: Başta Jeanne d’Arc’ın iktidarın karşısında duran bir kadın oluşu. Ama zamanla kahramanlık olgusunun kendisini işlemeye başladığımızı fark ettik.
Simge: Bugün bir kahraman nasıl ortaya çıkıyor ve kayboluyor? Böyle kadın programlarını, sabah programlarını falan prova ettik. Ama sürekli bir sirk muhabbeti geçiyor. Baksana Jeanne d’Arc’a, sirk hayvanı gibi, falan diyoruz. Jeanne d’Arc’ı kahramanlaştıranlar ile yakanların aynı insanlar olması bu tür şeyleri düşündürdü. Sirkte de öyle değil mi? Filler, aslanlar… Gösterinin yıldızı da onlar, sonra kırbaçlanan, kafese kapatılan da… Oyunda Didem ile Simge bir sirk kumpanyasını anlatıyor, o kumpanya da Jeanne d’Arc’ı. Böyle katmanlar oluştu.
Provalar ne kadar sürdü?
Simge: Bir ay ama bir aylık çalışmadık, üç ay gibi çalıştık. Proje tasarımını ikimiz yaptık. Dış gözümüz de Güray Dinçol oldu. O da ‘Clown’ atölyesinde hocamızdı zaten.
Ve bir akşam Tiyatro Medresesi’nde ilk gösterimi yaptınız…
Didem: Ve bütün akşam oyunu konuştuk.
Simge: Bize çok katkısı oldu ama ya… Bizim için bir ihtiyaçtı artık seyirciyle buluşmak. Seyredenlerin çoğu tiyatrocuydu. Şirince’den gelen köylüler, Matematik Köyü’nden gelenler de vardı. Bizim de içimize sinmeyen, bizim de kararsız kaldığımız yerleri gördüler ve bu bizi çok mutlu etti.
Didem: Sonra her oyunda birşeyler eklemeye başladık. Oyunu geliştirmeye başladık.
Sonraki bütün oyunları burada, Kabile‘de oynadınız. Burası bir…
Didem: Jonglörlük ve sirk sanatları atölyesi.
İnsanlar oyunlarınızdan nasıl haberdar oluyor?
Simge: Bizim hiç oralara aklımız ermiyor ya. Bir ay boyunca oyuna çalıştık bir de oralara nasıl çalışalım?
Didem: Klasik yöntemleri kullanıyoruz aslında. Basın bülteni, facebook sayfası, twitter…
Sizin okulda bu işlerin eğitimini alan insanlar yok muydu?
Didem: Var aslında. Biz sahne sanatları okuyoruz, onlar da yönetimi.
Simge: ‘Management’ (işletme). Ama bir ‘management’larını görmedik. Belki bunları vakit kaybı olarak görüyorlardır.
Peki grubunuz, Kadro Pa nasıl bir şey?
Simge: Üç sene önce Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nden, konservatuvardan mezun oldum ben. Oradaki bir sınıf arkadaşımla, Melda Tuzluca ile birlikte kurduk grubu. Oradaki hocalarımızdan Burak Tandoğan bize obje tiyatrosundan bahsetmişti.
Neymiş o?
Simge: Objelerle yapılan tiyatroymuş. Objeler başrolde. kukla gibi. Önce gidip gidip, ben bir tane daha obje oyunu yaptım, diye gösteriyordum sınıfta. Sonra bir gün, aa Macbeth’i yapayım ya, dedim, mutfakta ne güzel olur.
N’apıyorsun? Çatalları bıçakları mı konuşturuyorsun?
Simge: Aynen öyle şeyler yaptım. Kavanozdur, kepçedir, tenceredir falan, götürdüm. Macbeth’in bir sahnesini yaptım. Galiba Lady Macbeth ile konuşup kralı öldürdüğü sahneydi. Sonra bu bir oyun haline geldi: Macbeth Mutfakta. Sahnede menemen yapıyorum, menemen tarifi verirken de Macbeth hikayesi geçiyor, öyle bir şeye dönüştü. Sonra da Üç Kız Kardeş’i yaptık.
Neden aklına pat diye Macbeth geliyor, sonra Üç Kız Kardeş’i yapıyorsunuz? Klasikler neden çekiyor?
Simge: Biz onu üç kişilik sanıyorduk!.. Gerçekten, nasıl oluyor, bilmiyorum. Biz o metinden de sadece üç kız kardeşi aldık sonuçta. Hikayelerini küçük bir odada anlattık. Eski Cambaz’ın bir odasına tıkıştırdık insanları. Jeanne d’Arc üçüncü projemizdi. Şimdi de Tahir ile Zühre’yi çalışıyoruz. İlk kez bir oyunumuzda, sahnede bir erkek var. Hasan Canberk Karaçay. O da sınıf arkadaşımız.
Peki ileriye dönük planları var mı bu grubun?
Simge: Sanki daha proje odaklı gidiyor. Proje çoğaldıkça insan çoğalıyor. İleride belki bu insanlar çekirdek kadro olur.
İnsanların size ulaşabilecekleri bir web sitesi falan herhalde yoktur?
Simge: Hayır, var.
İçinde telefon numarası var mı?
Simge: Koyarız. Telefon numarası, başka ne gerekiyor?
Gerçekten ne düşünüyorsunuz profesyonellik konusunda?
Didem: Bir isim ya da bir çatı altına sığınmak gibi değil benim tarzım ama Kadro Pa’yı sahiplendim, sevdim. Sahnede olmak, bir şey üretmek asıl amaç. Adı fark etmez.
Bir oyuncu mezun olduktan sonra nasıl iş buluyor?
Didem: Bir yerlerle temas kuruyorsun. Seçmelere giriyorsun. Mail’ler üzerinden, arkadaş çevresinden falan duyuluyor.
Simge: Ben hiç öyle şeyler yapmadım, yapma planım da yok açıkçası.
Ama bir gün bu işten para kazanmak isteyecek misin?
Simge: Yani, şimdi… Bir kere bu bizim mesleğimiz. Ben para kazanmak için neden başka bir şey yapayım? Yapmamam lazım. Bundan neden para kazanamıyorum? Evet, böyle bir sıkıntı da var. O zaman güle güle İstanbul, güle güle Türkiye…
Didem: Avustralya’ya gidiyor o.
Neden gidiyorsun Avustralya’ya? Orada, burada olmayan ne var?
Simge: Tiyatrodan para kazanmak diye bir şey var. Tiyatroya devlet desteği var.
Orada bir grubun var mı?
Simge: Macbeth’i oynadığım bir yer var. Devlet desteği alan küçük bir yer. Devlet, mekan ve yıllık bir bütçe veriyor. Güzel bir para. Bunlar sahne yönetimi okumuş insanlar, yönetmenler falan. Orayı işletiyorlar.
Sen orada oynamaya nasıl başladın?
Simge: Bir mail yazdım. Merhaba ben Simge, bir oyunum var İngilizce, orada oynayabilir miyim, falan diye. Aslında böyle bir şeyi kabul edecek bir yer değil. Ama benim mail’ime çok gülmüşler. İstanbul’dan biri bize nasıl böyle bir mail yazar, falan diye. Çünkü ben, “Helloooooooo :)” falan diye bir mail yazdım. Kim bu manyak, demişler ve çok merak etmişler beni. Sevgililer Günü’nde bir oyun iptal olmuş. Normalde 4 ay önceden falan belli oluyor programları. Böyle bir boş günümüz var, tesadüf oldu, ister misin, dediler. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Korka korka reklamımı yaptılar. Bayağı elimde lokumla falan gittim. Çok yadırgadılar. Oyunda n’apacaksın, dediler. Menemen yapacağım, dedim: Türk usulü omlet. Macbeth’i anlatacağım falan… Hımmm, ilginçmiş, dediler. Tuhaf tuhaf bakıyorlar böyle. Oyun günü geldi. Dekorun buraya sığar mı, falan diyorlar. Pek bir şeyim yok ya, bir masa lazım, bir uzatma kablosu. Işık? Önemli değil ya, ayarlarız, falan… Gittikçe daha çok korkuyorlar. Aksesuarların var mı? Şangır şungur bir valizle gittim böyle. İçinden tabak çanak sesleri geliyor. Domates, soğan, yumurtalar falan elimde. Bayağı yemek yapacaksın yani? Evet ya, kusura bakmayın, biraz soğan kokacak, diyorum. İyice korktular. Çatalla konuşan bir insanım. Oyunu da izlediler sonra.
Ve ilk fırsatta seni kovdular herhalde…
Simge: Hayır, gel burada hep oyna, dediler. Hatta, bizimle çalış, dediler.
E buradaki oyun?
Simge: Arada geleceğim oynamaya. Ekim’de dört oyun daha var, sonra Ocak’ta oynayacağız. Sonra gelecek sezon. Biz uzun yıllar oynarız ya. İngilizcesi çalışılır, festivallere gider yurt dışına. Çok da festivallik bir oyun bence.
Nereler geliyor aklınıza?
Simge: Fransa!
Didem: Edinburgh bir olmalı ya.
İngilizce oynayan, yurt dışına giden çok grup var mı?
Didem: Yurt dışına giden çok fazla grup yok.
Neden?
Simge: Belki İstanbul yetiyordur.
Aslında İstanbul’da on yıllardır sizin gibi gruplar var. Küçük mekanlarda denemeci işler yapan insanlar… Sizin okulda ya da başka bir yerde bu insanlarla bir bağlantınız oldu mu?
Didem: Okulda bunların tartışıldığı bir ders yok. Tiyatro tarihiyle ilgili bir ders var ama yakın tarihe gelmiyor. Bu çok ciddi bir eksik. Alternatif olduğunu söyleyen insanların da dönüp bakma konusunda eksikleri var.
Simge: Bu insanlardan biri senin hocansa bu konuları bilebiliyorsun. Bizim işte Bilsak’tan Şerif Erol ile konuştuğumuz şeylere bakılırsa biz onların eskiden yaşadığı şeyleri yaşıyoruz.
Niye bir ilerleme olmuyor?
Simge: Bir tiyatro grubu olarak bir mekan açıyorsun. Hem o mekanı işleteceksin, bir de üstüne tiyatro yapacaksın… Alternatif tiyatro yapacağım diye ortaya çıkıyorum. Ne kadar o alternatiflikte kalıyorum? Ne kadar yaratıcı olabiliyorum geçim sıkıntısı içine girdiğimde? Hayallerimden uzaklaşıp “Ben buraya kimi getireceğim, kime oynayacağım”a düşüyor muyum acaba?
Buna “düşmek” mi diyorsun?
Simge: Biiiiiiiip. Evet, benim için düşmek. Amaç o değil çünkü.
O zaman sizin öneriniz “Tiyatroyu devlet desteklesin, tiyatrocular ticari işlerle ilgilenmesin” mi?
Simge: Ben tiyatro ekibiyim, ben neden sahne işletiyorum? Sahneyi, sahne işletmeyi bilen biri işletsin.
Anlaşılan bu işi bilen ya da yapmak isteyen çok insan yok çevrede.
Didem: Oynayan, yöneten insanların motivasyonu var ama işi duyuracak insanların motivasyonu eksik kalıyor galiba.
Neyse, Circus d’Arc’ı ne zaman oynuyorsunuz şimdi?
Simge: 7, 23, 25 Ekim saat 20:30’da. Kabile’de. Biletler buradan alınıyor. Yeşil kapı. Görünce korkmayın.