Küratör Melike Bayık ile kendi sanat ve araştırma pratiğini ve küratörlüğünü gerçekleştirdiği, 12 Mart Cumartesi günü açılan ve Temmuz sonuna dek Eskişehir’in Tarihi Odunpazarı’ndaki Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda görülebilecek Su-suz Yaz sergisini konuştuk.
Sevgili Melike, öncelikle seni tanıyabilir miyiz? Son işin olan Su-suz Yaz’ı da içerecek şekilde, küratöryel çalışmalarında incelediğin temalardan bahseder misin?
Kendimi küratör, yazar, sanat danışmanı ve Yeditepe Üniversitesi’nde Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışan birisi olarak tanımlayabilirim. Aynı zamanda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sanat Tarihi Anabilim dalında Batı ve Çağdaş Sanat alanında doktora tez aşamasında bir doktora adayıyım. Günümüzdeki birçok sanat ve kültür yöneticisi gibi ben de aynı anda birden fazla iş ile ilgilenmeyi özellikle çok yönlülük ve beslenme alanı olarak tercih ediyorum.
Küratöryel projelerimde bugüne kadar çoğunlukla toplumsal konulara, sosyo-kültürel değişimlere, gündelik yaşamdaki rutinlere odaklandım, bazen de sanatın kendi araştırma konularından birisini sergiler ve söyleşiler ile araştırmaya çalışıyorum. Çalıştığım her projenin izleyicinin zihninde yer bulabilmesi, soru sorduran ve yanıt aratan nitelikler gütmesi benim için daima birincil konumda.
Su-suz Yaz ise yaklaşık dört yıl önce Metin Erksan’ın Susuz Yaz filmini izlememle, filmi araştırırken karşılaştığım eleştirileri inceleme sürecinde şekillendi. Martin Scorsese’nin bu film üzerine beni oldukça etkileyen ve düşündüren bir cümlesi olmuştu. Filmi ihtiraslı bir aşk, zorlu bir yaşam çizgisi içinde değerlendirmiş ve filmin hayatta kalabilmesi, yok edilmemesi için kişisel bir çaba sarf etmiş. Bu bilgi uzun süre zihnimde döndü. Çocukluğumdan bu yana su meselesi, çevre kirliliği, türlerin yok olması, yaşam alanlarının talanı, toplumlararası eşitsizlik gibi konular ve bunların iyileştirilebilirliği, sürdürülebilirliği dikkatimi çeken konular oldu.
Sergi başlığı kendini açıklıyor dahi olsa küratörün/sanatçının düşünsel gelişimini takip edebilmek için buna dair sormayı önemsiyorum. Öncelikle Su-suz Yaz derken neden arada tire işareti var? Bu tema zihninde nasıl belirdi?
Sergi ismini şekillendirirken iki cümle arasında gidip geldim, ancak çalışırken daima demokratik biçimde fikir alışverişinde bulunmayı ve daha çok oy alan ismi kullanmayı tercih ederim. Bu ismi kullanmaya karar verdiğimizde serginin grafik tasarım işlerini üstlenen Ulaş Uğur aradaki tire ile son noktayı koymuş oldu. Hazırladığı grafik çalışmasında su kelimesi ile izleyiciyi düşündürecek bir oyun yarattı. Ulaş Uğur’un yarattığı ironiyi izleyicilere de aktarabilelim istedik. “Su” dediğimizde belki de “su var” gibi bir anlam çıkarken “su-suz” dediğimizde yok oluşa işaret ediyoruz.
Sergi metninde de “doğal ve toplumsal yaşamın kaynağı olan su ekolojisini, su krizinin tetikleyebileceği göç ve savaş gibi küresel krizleri, toplumların ve azınlıkların tecrübe etmek zorunda kalacağı göç, ayrımcılık, barınma ve insan hakları sorunlarının” irdelendiğini anlatıyorsun. Bu kapsamda fotoğraf, video, yerleştirme, suluboya, cam tüp, resim ve performans dokümantasyonu gibi farklı teknikleri kullanan on iki sanatçının işlerini bir arada görüyoruz. Söz konusu meselelerde teknik nasıl ön plana çıkıyor sence? Diyelim ki video çalışmasıyla suluboya arasında görülen, temayı ele alış biçimi bakımından teknik, tür farkına dair gözlemlerin varsa bunu duymak isterim.
Yapıtlar bazen bir eylemi net biçimde sunabilir. Su krizine dair bir video ya da fotoğraf bunu çok net, belki de izleyiciyi çok keskin bir yerden yakalayacak şekilde gösterebilir. Örneğin, Berna Dolmacı’nın organik besinlerden elde edilmiş boyalarla renklendirdiği, ince kâğıtlarla oluşturduğu “Sisli Mavi” adlı yerleştirmesi daha muğlak ve dolaylı bir yoldan sürdürülebilirliğin altını çizerken Elmas Deniz’in eseri “Para Yoksa Su Yok” tipografik bir imge olarak, bariz biçimde, evde tüketilen suların ticarileşmesinden bahsediyor. Benzer şekilde, dokümantatif bir sunum şekli güttüğümüz Murat Germen’in üstünde notlar yer alan, HES projelerine dair fotoğrafları, Alpin Arda Bağcık’ın “Ritalin” adlı yağlı boyası, Bekir Dindar’ın Kanal İstanbul bölgesini gösteren, Ilgın Seymen’inse atık, su, çevre kirliliği ile kurduğu yaklaşımı aktardığı fotoğrafları, keza Seymen’in video ve bina cephesine özel çalıştığı mekâna özgü yerleştirmesi de izleyicinin konuyu farklı açılardan değerlendirebileceği somut örnekler ile yüzleşebileceği yapıtlar.
Sergideki diğer eserlerden Erdal Duman’ın “Su Akar Yolunu Bulur” adlı neon cam tüp eserini, Gülhatun Yıldırım’ın üç farklı performans eserinin dokümantasyon yerleştirmeleriyle ve naylon, video, kitap ve fotoğraf eserleriyle beraber düşünebiliriz. Yine Özgür Demirci’nin çift kanallı videosu su üzerinden şifa, yaralar, iyileşme, tinsellik, suyun akıcılığı konularında bu eserlerle konuşuyor. Bu anlatılar disiplinlerin farklılaşması ile bazen daha net bazen de daha belirsiz biçimde anlaşılabiliyor.
İz Öztat’ın yirmi üç parçadan oluşan “Geleceğin Kuzeyindeki Nehirlerde” adlı suluboya serisi Hale Tenger’in “Bir çeşit dilsizlik” adlı bronz, demir, yanık motor yağından oluşan eseri ve Alper Aydın’ın “Köprü” ve “Su Şehri” adlı performatif fotoğraflarının diyalog halinde olduğunu düşünüyorum.
Sergilerde yer alacak eserlerde her zaman disiplin çeşitliliğini dikkatli biçimde kurgularım. Bu kurgunun Su-suz Yaz için normalden çok daha zor gerçekleştiğini açıkça söyleyebilirim. Çünkü sergiyi anlatabilecek eserler ağırlıklı olarak fotoğraf ve video disiplini içinde yer alıyordu. Seçki yaparken öncelikle eser üzerinden ilerleyerek sanatçıya ulaşıyorum. Yaş, cinsiyet ve disiplin eşitliği gibi ölçütler mutlaka kıymetli. Bu serginin de dediğim gibi en zor kısımlarından biri, disiplinlerarası olmasına özen göstermekti. Sergilerde çoğunlukla plastik dile ait eserler izlenir, oysa bu sergide Alpin Arda Bağcık’ın eseri dışında yağlı boya yok. Elbette plastik sanatlar ağırlığı mevcut, ancak bu kurguyu oluşturmak için özellikle ayrı bir araştırma ve çalışma süreci yürüttüm. Nihayetinde fotoğraf, video, resim yerleştirme, neon cam tüpler, suluboya, performans dokümantasyonu, performans gibi birçok disiplinde üretilmiş eser ile konuyu tartışmaya açıyoruz. Eserler ve anlatının dikkatli izleyicinin sorgusundan kaçmayacak bir çarpışma yaratacağını, sorgu alanı doğuracağını ümit ediyorum.
Peki, bu projenin “araştırma temelli” olması ne demek?
Araştırma temelli olması aslında sürecin karşılıklı bir aktarım ve öğretiye odaklandığı, disiplinler arası birçok kişinin eklemlendiği, STK, kurum ve yerel yönetimler ile işbirliği geliştirerek bilim ve sanat, kültür ve dünya gibi ikilikler karşısında bilgi akışının devam ettiği bir çerçeveyi işaret ediyor. Sergi sürecinde Eda Sezgin’in derlediği Sanat ve Ekoloji, Greg Garrard’ın Ekoeleştiri: Ekoloji ve Çevre Üzerine Kültürel Tartışmalar, Rob Hengeveld’in Atık Küre, David Evans’ın Sıfır Atık: Tüketim Kültürü ve Gıda İsrafı, Karen T. Litfin’in Eko-Köyler ve Dimitri Roussopoulos’un Politik Ekoloji-İklim Krizi ve Yeni Toplumsal Gündem isimli kitaplarının yanı sıra birçok yüksek lisans ve doktora tezinden yararlandım.
Sergi kapsamında çevrimiçi söyleşiler de gerçekleştiriyorsunuz. Bunları da araştırma sürecinin bir parçası olarak görebiliriz belki de. Aynı zamanda, sergi paralelinde yerel yönetimlerle işbirliği ve toplumsal farkındalık yaratma boyutunu da vurguluyorsunuz. Yerel ağlarla kurulan etkileşimin boyutları ve anlamı nedir?
Sergide iki farklı söyleşi programı var. Bunlardan biri, ekoloji ve sanat çalışmalarını odağına alan birbuçuk inisiyatifinin gerçekleştirdiği, çoğunlukla bilim alanında çalışan uzman, araştırmacı ve akademisyenlerin konuk olduğu bir konuşma dizisi. Diğeri ise, sergide yer alan sanatçılar ile gerçekleştirdiğim, her bir sanatçının su krizi ve çevrebilim bağlamında odaklanıp referans aldığı işler çerçevesinde, kavramsal yönelimler ve araştırma pratikleri bağlamında oluşan bir seri. Burada konuşma dizilerini planlarken Eldem Sanat Alanı kurucu direktörü Esra Eldem ile özellikle çevrimiçi olması gerektiğine inandık. Olabildiğince yatay düzlemde iletişim kurabileceğimiz, kitlesel yayılımı hedefleyebileceğimiz bir yapıyı hedefledik. Bu söyleşilerin tamamına Eldem Sanat Alanı’nın YouTube kanalından erişilebilir.
Belediyeler, kent yönetimleri ve muhtarlıklarla düzenli ve aktif paylaşım halindeyiz. Sergide aktarılan meselenin ciddiyetini ifade edebileceğimiz en yoğun yayılım için, yerel yönetim kanalları ile halka ulaşıyoruz. İlkokul, ortaokul, lise gibi birbirinden farklı eğitim grupları yanında bölgesel tarım göçleri neticesinde Eskişehir’deki çiftçi aile ve çocuklarına, çeşitli göçler sonucu bölgede bulunan kişi ve topluluklara, dahası bölgede oturan herkese açık olarak etkinlikleri hazırlıyoruz.
Su-suz Yaz CultureCIVIC’in Kültür Sanat Destek Programı desteğiyle izleyiciyle buluşuyor. Başvuru sürecinden, neden böyle bir projeyi hayata geçirmek istediğinden biraz bahseder misin?
Dönemin ruhu beni böyle bir projeyi hayata geçirmeye itti diyebilirim. Dört yıldır üzerine düşündüğüm, ara ara sanatçıları ve eserleri araştırdığım, çeşitli metinler okuduğum uzun soluklu bir süreç geçirdi bu proje aslında. COVID-19 döneminde proje fikrini Esra Eldem ile paylaştım. Bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC Yerel Hibeler Fonu için bu çerçevede hemfikir olunca, sürdürülebilir bir gelecek fikri üzerinden su krizi ve çevre felaketlerinin çok boyutlu biçimde altını çizdiğimiz bir projeyle başvurduk. Başvuru sürecinde projenin kavramsal altyapısı ve metin üretimi ile ben ilgilenirken Esra Eldem de başvurunun bütün etaplarını tek tek inceleyip CultureCIVIC ile olan iletişimi yönetti; başvuru dosyası, bütçelerin belirlenmesi gibi detaylı ve kapsamlı işleri üstlendi. Esra ile tanıştığımız günden bu yana kurduğumuz sıkı iletişim ve kolektif çalışma pratiği ile iki kişi projeyi gece gündüz ince eleyip sık dokuyarak hazırladık. Birlikte çalışmanın neticesinde hibeyi kazandıktan sonra ise, Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda projenin sergi kısmını izleyici ile buluşturduk.
Tüm bunları göz önünde tutarsak, farklı mecraların bir arada olması, hibrid bir sergi yapmak bugün ne anlama geliyor, ne gibi imkânlar doğuruyor?
Hibrid bir sergi bugünün çoğulcu dünyası içinde bütüncül ve detaylı bir anlatı imkânı sunuyor. Disiplinlerarası pratikler söylemlerimizi bazen daha net, daha tinsel, duygusal ya da çarpıcı biçimde bize sunabiliyor. Eklektik bir dünyayı birçok düzlemde aktarabildiğimiz Su-suz Yaz sergisinde yoğun bir paylaşım ve ileti süreci oluştu. Birçok sanatçı, araştırmacı, üretim pratiği ve aktarım metodolojisini ortaya koyan heterojen bir yapı kurduk.
Kapak görseli: Elmas Deniz, “Para Yoksa Su Yok”, Su-suz Yaz sergisinden. Fotoğraf: Orhan Cem Çetin.