Ortaçağ Anadolu’su Cumhuriyet dönemi tarih yazıcılığında ekseriyetle savaş-fetih-Türkleştirme üçgenine sıkıştırılmış, kuru bir anlatımla geçiştirilerek akabinde olayların 1453’e bağlandığı bir girizgah görevi görür. Sanat ve mimarlık tarihi alanlarındaki plan, süsleme, üslup vb. konuların her daim ön planda tutulması da dönemi sosyo-kültürel bağlamda incelemeyi zorlaştırır. Dönem hakkında yazılı ve görsel kaynakların kısıtlılığı da önemli bir sorun olarak öne sürülebilir. Eldeki veriler ve bu yaklaşımlar içerisinde en az incelenen konulardan biri kadınlardır. Cumhuriyet’in kurduğu kronolojinin ve tarih anlayışının yanı sıra içinden doğduğu İslam-Batı sentezinin de yıllar içerisinde tarih yazıcılığını etkilediği aşikârdır. İslami geleneğin yücelttiği ehl-i beyt kadınları (Şii’lerin Ayşe’ye duydukları nefret dışında) , “hanım” sahabeler ve Batı’nın örtü, çokeşlilik, harem gibi fantezilere hapsettiği Müslüman kadın imajı diğer mevcut etkenlerdir. Ortaçağ Anadolu’sunda yaşayan gayrimüslim kadınlar üzerine ise neredeyse hiçbir çalışma yapılmamıştır. Bu da asli unsur olarak Türk-İslam çizgisinin resmi tarihteki baskın gücünü gösteriyor.
İslam öncesi Orta Asya Türk devletleri döneminde hakanlara eşlik eden hatunların, İslamlaşmaya bir çeşit tepki edasıyla çokça ama yüzeysel bir şekilde vurgulanması ardından Ortaçağ Anadolu’sunda Hürrem Sultan gibi ikonlaştırılmış figürlerin bulunmayışı nedeniyle ilginin Osmanlı’nın valide sultanlar dönemine kayması bu kronolojide Ortaçağ kadınlarının aleyhine oluyor.
Bu ortamda tüm resmi ideolojilerin, dogmaların ve ataerkinin dışına çıkılması ve kadınları birer birey olarak incelemenin zamanı gelmiştir. Kadınları “kutsal” kadınlar, yöneticilerin eşi veya kızı gibi erkeklerle alakalandırarak anlatmak da onların gerçek kimliklerini anlamamızda bize fayda sağlamayacaktır. Mevcut tez ve makalelere ve sayılarına bakınca kadın konusunun ne denli ötelendiğini anlayabiliriz. Bu açıdan kadın araştırmalarının özellikle sanat, mimarlık ve görsel tarihte çalışması gereken oldukça geniş ve neredeyse el değmemiş bir alan var.
Son dönemde Ortaçağ kadınları üzerine iki temel alanda çalışmalar yapılıyor. İlk olarak, Sufi geleneğin içerisinde yer alan ve onun kurumsallaşmasında rol oynayan kadınlar inceleniyor. Özellikle Bektaşi geleneğinde kadın katılımının teşviki ve Mevlevilikte kadının etkin gücü, kadınların toplumları içerisinde ne denli söz sahibi olduklarını anlamamız açısından güzel çalışma alanları. Ayrıca benim de tez çalışmamla dahil olduğum, eldeki en bol kaynak olan mimari yapılar ve kadın baniler konusu bir diğer çalışma alanı. Anadolu şehirlerinin pek çoğunda bizzat kadınlar tarafından yaptırılan ve isimlerini verdikleri cami, hastane, han ve kümbetler mevcut.
Bu kadınlardan öne çıkanlardan biri kuşkusuz Mahperi Hatun’dur. Babası Alanya derebeyi Kir Vard’dır. Aslen Ermeni olan Mahperi Hatun eşi Alaeddin Keykubad’ın 1237’deki vefatına kadar Hristiyan olarak sarayda yaşamını sürdürmüş, oğlu 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahtına naip olması koşuluyla Müslüman olmuştur. Kayseri’nin en heybetli eserlerinden olan cami, hamam, medrese ve torunu Selçuki Hatun ile gömülü olduğu türbeleri içeren Huand Hatun Külliyesi kitabesi onun adını vermektedir. Tokat’ta 1238-9 tarihli Hatun Hanı, Yozgat’taki 1239 tarihli Çinçin Sultan Hanı ve kendisine atfedilen 4 adet isimsiz han ile Mahperi Hatun’un yapı faaliyetlerindeki etkinliğini görüyoruz.
Bir diğer önemli bani ise Mengücekli Hanedan’ından Turan Melek’tir. Eşi tarafından 1228-9 yıllarında yaptırılan Darüşşifa, Divriği Ulu Cami’ye bitişik olarak inşa edilen, gerek bu özelliği gerekse taş işçiliği, plan şeması konularında Anadolu’da tekrarlanmamış bir yapıdır. Gösterişli yapı ile cami arasında görsel kalite açısından fark yoktur. Bu da soylu kadınların siyasi konumlarını ifade etmesi açısından öne çıkan bir unsurdur.
Tüm kadınların bu gibi yüksek maliyetli projelere giriştiğini söyleyemeyiz. En azından türbe yapımı ile politik ve ekonomik konumlarını ifade etme şansına sahip olmuşlardır. Çoğunluğu Selçuklu ölü gömme geleneğini yansıtan iki katlı (sanduka odası ve alttaki mumyalıktan oluşan) taş yapılardır. Geometrik taş işçiliğinin her seferinde kendini geliştirdiği, köşe sayılarıyla ve sembolik süslemeleriyle daha derin bir okuma gerektiren bu yapılardan en öne çıkanlarından biri de Saltuklu Hanedanına mensup, bizzat yöneticilik yapmış Mama Hatun’un geç 12. yüzyıl’a tarihlenen ve kervansarayının yanına yaptırdığı kümbetidir.
Mimari etkileşimin bariz olduğu bu dönemde Anadolu “Türk” mimarisi olarak katıksız bir üsluptan bahsedemeyiz. Ermeni, Bizans ve Gürcü mimarisi, pek çok Türk İslam yapısını etkilemiştir. Sonuç olarak, üsluptaki bu çoğulcu yaklaşım Ortaçağ Anadolu’sunun geç dönemlerle kıyaslanamayacak derecede zengin kültürel çeşitliliğini yansıtıyor.
Ortaçağda banilik faaliyetlerinde bulunmuş, yönetici sınıfa dahil olan bu kadınlar ve diğerlerinden geriye kalan yegane kaynaklar yaptırdıkları binalar ve mezarlarıdır. Politik ve ekonomik gücü paylaşmışlar ve bu gücün materyalleşmiş halini kitabelerine adlarını yazdırdıkları binalarda yansıtmışlardır. Bu açıdan bani kadınları incelemek hem mimari geleneği hem de kadının büyük bir değişim ve dönüşüm geçiren Ortaçağ Anadolu toplumundaki statüsünü anlamak açısından önemli.
Kısa ve oldukça genel bir açıdan yaklaştığım bu konuda asıl amacım, ana akım sanat, mimari, görsel ve politik tarihte pek yankı bulmayan kadın konusunun yeni bir duyarlılıkla revize edilmesini gerekli görmemdir. Bu konuda çalışmak isteyenlerin artması dileğiyle.
Ana görsel: Divriği Ulu Cami, Fatih Pınar, Atlas Dergisi