Canım, o kadar da acımasız olma kendine. Çok mu değişmişim ki, hiç de bile! Bakayım... Gerçekten bir bakayım ne kadar değişmişim. Ne kadar değişmiş olabilirim yani!

ECİNNİLİK

Orta Yaşa Giriş Melankolisi

Kozmetik dükkânının makyaj aynasında daha da belirginleşmiş kaz ayaklarına bakıyordum. Yüzüm gün geçtikçe başkasını andırıyordu sanki. Gözlerim küçülmüş müydü? Allahtan alnımın ortasındaki çizgi çok derinleşmemişti. Yoksa derinleşmiş miydi?

 

Solan bir şeyler vardı, ağır bir yorgunluk. Ne yaparsam yapayım aynada canlanmayan bir suretim vardı. Neden? Aslım da çok yorulmuştu ondandı herhalde.

 

Eskiden, yani gençliğimde, lise-üniversite dönemlerinde, hep birlikte girilirdi kozmetik reyonlarına, ki o zamanlar bu kadar envai çeşit de yoktu. Birlikte rujlar sürülür, rimeller denenir, Olmuş mu?” diye onay aranırdı o rimel çekili gözlerde. Orta yaşlardaysa bir araya geldiğimiz arkadaşlar o kadar azalmıştı ki… Şimdi görüştüğüm arkadaşlar kozmetikçiye birlikte girecek kadar yakınlığım olan arkadaşlar mıydı, sanmıyorum? İş çıkışında yolumun üstündeki kozmetik dükkânının makyaj deneme aynasına takılmış bunları düşünüyordum işte. Ne kadar yalnızlaştığımı(zı) ve ne kadar yaşlandığımı(zı).

 

Sepet ister misiniz?” diye sordu satış yardımcısı genç kadın.

 

Olur,” dedim, aldım market kurallarına ruhumu teslim ederek. Sabundu, pamuktu derken ellerim dolmuş; yaşlandırma karşıtı, kırışıklık giderici, gençlendirici, onarıcı, besleyici reyonundaki nemlendiricilerin içeriklerine yapışıp kalmışım:

 

“Nem bombası serum, sanırım ihtiyacım olan bu: Nem bombası, bom bom bom! Yaşlandırma karşıtı birlikler, haydi kırışıklıklara saldır!  Cilt yaş geçtikçe su kaybediyor, her gün bir çay kaşığı kadar kaybediyordu sanırım. Öyle okumuştum, ya da duymuştum, belki de annem söylemişti. Yoksa bir çorba kaşığı mı? Çaydır çay, çorba çok olur artık.

 

Ah! Bir de dudaklarım. Bu senenin ayazı ilk defa kanatmıştı dudaklarımı çatlayarak. Çatlak demişken, şu çatlak giderici susam yağı işe yarıyor muydu yahu? Yok vallahi hiç yaramamıştı.

 

Bebek yağları… Hmmmm evet bebek yağları ve kolonyaları… Hızlıca o köşeyi geçelim. Zira anaokulu tacizcisi hizmetlinin hortlağıyla karşılaşmak istemeyiz bu yaşımızda, atlattık hep o travmaları. Atlattık değil mi? Atlattık dedim! Aferin…

 

Arkadaki ürünlerden bir şey ister misiniz?” diye sordu kasiyer kadın. Pedler, deodorantlar, parfümler, diş macunu, ıslak mendil. İndirimli. Pedler çok pahalandı, uygunken 3lü paketten alayım. Normal olsun lütfen. Uzun var, gece var. Normal kalmamış. Çok kanamam yok artık. Uzun veya gece olmaz, ne o öyle bebek bezi gibi. Kalsın o zaman. Islak mendil alayım madem, yatmadan makyajımı çıkarmaya üşendiğimde silerim yüzümü. Tabii, çünkü pratik bir insanım. Uyumluyum. Sızlanmam, kimseyi de üzmem. Bizim kuşak böyle canım, söz dinler.

 

Marketten çıktım, hızlıca eve gidip güzel kokulu ürünlerini kullanmak istiyordum. Çok çalışıp çok yoruluyor, çok yorulup çok yaşlanıyor gibi hissediyordum. Acil bakım yapmalıydım. Su, yağ takviyesi. Acil. Acil! Sanki bir makinaydım da oracıkta paslanabilirmişim gibi hissediyordum, hani Oz Büyücüsü’ndeki Dorothy’den robota dönüşüyormuşum gibi.

 

Eve geldim, poşeti masaya koydum, içindekileri teker teker çıkartıp ambalajlarını ve ürün koruma bantlarını soydum. Çıplak ve korunmasız kaldı ürünler. Banyoya gittim, yeni güzel kokulu sabunumu yerine koydum, yeni yüz şımartma köpüğüyle yüzümü köpükledim. Son zamanlarda hep bu köpüğü kullanıyordum. Ama ne yazık ki şımaramıyordum yine. Şımarana kadar köpük bitiyordu, yeniden alıyordum ben de.

 

Kremlerimi göz çevreme, alnıma, mimik geçişlerime yedirdim de yedirdim. Pasparlak oldu toparlak suratım. Beklemek gerek ürünlerin etki etmesi için. Bir de zaten böyle hemen ilk sürüşte olur mu ki? Sürekli kullanmak lazım, sabah akşam. Yatmadan ve kalkınca. Kendi kendime konuşuyorum: Kadınlar hep bakıyor kendine. Sen hiç bakmıyorsun. Yaşlandın. Senin yüzünden. Hiç bakmadın ki kendine. Yine de belki toparlayabiliriz bakalım. Bakalım canım, o kadar da acımasız olma kendine. Çok mu değişmişim, hiç de bile! Bakayım… Gerçekten bir bakayım ne kadar değişmişim. Ne kadar değişmiş olabilirim yani!” Doğrusunu öğrenmenin bir yolu var.

                                                     –

Salona geçtim, koltuğa uzanıp kucağıma laptopunu aldım ve arama motoruna yazdım: Ne kadar gençtiniz?” Eski fotoğraflardan 10 tane yükleyince sana benzeyen bir sanal karakter yaratıyordu uygulama. Hangi fotoğrafları yükleyeceğimi seçmeliydim önce. İstemeye istemeye kalktım yerimden, çekmecedeki harici diski aldım, kablosunu taktım bilgisayara.

 

Harici diskin içi karmakarışıktı. Yıllar, albümler, isimsiz klasörler, isimli klasörler, gereksiz isimler,  silinmesi gerekenler, hiç karşıma çıkmaması gerekenler, unutulmuş resimler, daha geçen acaba neredeler diye aklıma düşmüş olanlar…

 

O yaz ne kadar zayıfmışım diye iç geçirerek baktım hepi topu üç beş yıl önceki fotoğraflara. Fakat 10 yıl öncesinde daha kalınmışım. Ama baksana gözlerime, gözlerimin ferine! Pırıl pırıl, çakmak çakmak. Ne kadar naif ve hayata karşı heyecan dolu. Şimdi en parlak gözlerimden bir seçki seçsem, o gözlerden bir portre yapsam, bana baksa ve sorsa; Ne kadar gençtim?” Oysa, gençlik yaşla kaybolan bir şey miydi? Her yaşın ayrı bir güzelliği yok muydu?

 

Harici belleğin kablosunu hoyratça çektim takılı yerden, canı yanmışcasına bir ses çıkardı bilgisayar, sonra sıkılmış bir köpek gibi iç geçirdim. Telefonumu açıp son moda kamera filtrelerinden birini açtım; gözleri büyütüp içine pırıltı ekleyenlerden, cildi pürüzsüzleştirip pembeleştirenlerden. En sevimli gülüşümü takındım ve sonra en şuh olanını. Ardı ardına selfie’ler çektim: Şak, şak, şak! Hale bak! Ne kadar yaşlansam da ruhum tam bir şen şakrak, hahayt!

 

Biraz keyiflendim derken döp çektiklerime baktım. Yok olmuyordu vallahi, eskisi gibi bakmıyordum. Amaaaaan zaten yorgundum bugün. Hem gözeneklerimin kremleri biraz daha emmeye ihtiyacı vardı. Zaten Pazartesi spora başlayacaktım, sonra yine resim çekinirdim. Harici belleği aldığımı çekmeceye kaldırdım. Keşke dedim, şu zihnimi de harici bir bellek gibi beynimden söp çekmeceye kaldırsam. O zaman belki gözlerim büyür, cildim canlanır yeniden. Çünkü ruh bedenin aynasıdır?

 

Süzülen tuzlu yaşlar, kremden mumlanmış yüzümde nemli nemli ilerliyordu. “Yaşlanmak istemiyorum işte banane!” diye ağlamak istiyordum, aynı bir kız çocuğu gibi, ama bu yaşta? Sahi, bu kadar öz şefkat ve bakıma rağmen neden hâlâ bir şeyler yetmiyordu? Yıllar, yılların izleri, kırışıklıklar veyahut çizgiler bu kadar korkutucu olmamalıydı.

 

Ortayaşımla içimdeki çocuğun omzunu öpüp sakinleştirdim ve hatırlattım yeniden: “Yaşanmışlıklara, güzel yüzün gibi sarıl. Gözlerin ışıklı, cesur ama cahil bakmasa da derin bakacaktır artık, aştığı ufukları hatırlayarak. ”

 

 

Kapak görseli: “Ghosts Somewhere Else,” Kibele Yarman, 2020.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Minareden At Beni, İn Aşağı Tut Beni
Anneler, Lustraller ve Pastırma Sıcakları*
ANLAYAMAZSINIZ

Pin It on Pinterest