Diyarbakır’da yağmurlu bir gün. Sokakta satıcı olan ve ortak noktaları geçim sıkıntısı, mutsuz evlilikler ve şiddet olan beş kadından birinin “Benim 8 çocuğum var kocamın dudağı dudağıma değmedi’’ demesiyle öpüşemeyen, el ele tutuşmayan bir kuşağın masasına konuk oluyoruz.
Diyarbakır İç Kale surlarına ait iki burç arasında eğimli arazinin ardından ulaşabildiğimiz Hevsel Bahçeleri’ne sonsuz bir güzellik açılıyor. Burada birçok kadın, eğimli arazide bulunan Hz. Süleyman Camii’nin etrafında çeşitli işler yapıyor. Bazıları Hevsel’den topladığı otları, bazıları ördüğünü patik ve yazmaları bazıları da evde yaptığı çiğköfte, ayran gibi şeyleri satarak geçimini sağlıyor.
Bütün bunları İstanbul’dan Diyarbakır’a “Toplumsal cinsiyet eşitliği” çalışmaları yapmak üzere gelen Gülşah’a anlatıyorum. Diyarbakır’ı gezdirirken buranın sosyolojisinden ve kadın satıcılarından bahsediyorum. Kendisi de onlarla sohbet etmek ve tanışmak istediğini söyleyince Sur’lara doğru yürüyoruz. Çok zaman geçmeden kadınların olduğu yere vardık. Neyse ki oradalar, bir çaycıda şemsiyenin altında sohbet ediyorlar. Beni görünce “Koşun şemsiyenin altına,” diye bağırdı Berivan.
Berivan uzun süredir tanıdığım ve yolum düştükçe sohbet ettiğim biri. Yağmurlu havaları sever.
Selamlaşıp oturuyoruz, iki çay da bize isteniyor. Berivan, “Anca yağmur yağınca bir araya gelip sohbet etme şansı buluyoruz,” diyor gülümseyerek.
Masada yeni olan Gülşah olduğu için sorular ona yöneliyor. Nereli olduğu, ne için burada olduğu gibi soruların ardından kadınlar arası ilk kaynaştırma sorusu grubun en genç olanı Hamide’den geldi: “Sevgilin var mı?” Bu soruya gülerek tepki veren kadınlarla sohbet koyulaşıyor. Eski-yeni sevgili hikâyeleri derken kadınlar 17 yaşında başlayan sevgililik deneyimlerini dinlerken tavsiyelerde veriyor Gülşah’a.
Bu gülüşmelerin içinde Hamide 13-14 yaşlarında köyün en güzel kızı olduğunu vurgulayarak ‘çeşme başı’ hikâyeleri anlatmaya başladı.
Hamide “O zaman şehirden genç çocuklar gelir, arada köyde olmayan malzemeleri ayda bir kamyon arkasında getirip satarlar. Tabii köyün genç kızları toplanırdık çeşme başına, beklerdik. Bizler köydeki gençleri beğenmezdik, şehirli bir çocukla tanışırız da en azından buradan gideriz diye umut ederdik’’ derken araya Berivan giriyor: “Hayallere bak, sonra da amcanın oğluyla evlendin.”
“Ben mi evlendim?”
Beş çocuk sahibi iki çocuk da düşürmüş Hamide “Ben mi evlendim sanki? Ona verdiler napayım. İhsan Abi dediğim adam bir an da kocam oldu işte,” deyip evlendirildiği İhsan ile aralarında altı yaş olduğunu da ekliyor.
Yağmur sakin sakin yağıyor, konular aşk ve sevgi üzerinden şekillenip gidiyor. Diğer kadınlar buna benzer hikâyeler anlatmaya devam ediyor.
“Hiçbirinizin sevgilisi, görüştüğü biri oldu mu?” diye soruveriyor Gülşah.
Bu soruya gülen Melek “İstanbullu olduğun çok belli,” diyerek, Hikmet’ten bahsediyor. İlk ve tek aşkım dediği Hikmet, şehirde yaşayan ve okul tatil olunca yazları köye gelen biri. Hikmet ile bakıştıklarını, aşk mektuplarını köyde okuma yazma bilen arkadaşına okuttuğunu öyle güzel anlatıyor ki herkes pür dikkat. Melek anlattığına göre onunla evleneceğine inanmış. Fakat 14 yaşındayken kendinden 11 yaş büyük, karşı köyden Ömer diye biriyle evlendirilmiş.
Bu kadınların beşi de köyde doğmuş, köyde evlendirilmiş. Ayrı ayrı dinlediğim hikâyelerde birçok ortak noktaları olduğunu fark ettiğim bu kadınlar, erkek şiddetini baba ve koca evinde; erkek devlet şiddetini de köylerden şehirlere göç ediş süreçlerinde birebir deneyimlemişler. Ardından gelen mutsuz ve şiddet dolu evlilikler ile geçim derdi bu kadınları ortaklaştırmış.
Hamide konuyu şimdiki genç kadınlara getiriyor. Hz. Süleyman’dan Hevsel Bahçelerine yürüyen çiftleri yaz-kış orada otururken gözlemliyor. Hamide “Her gün buradan el ele, diz dize geçen gençler görüyorum. Özeniyorum onlara, ne yalan söyleyeyim. Şanslılar seçme şansları var, mutluluk, acı bunları deneyimliyorlar. Ben 39 yaşımdayım, beş çocuğum var ve hiçbir erkek ile el ele tutuşmadım,” dedi.
Cümlenin bitmesiyle Melek “Kız o da laf mı? Benim sekiz çocuğum var, kocamın dudağı dudağıma değmedi,” dedi. Herkes buna güldü. Bu normaldi, olması gereken buydu.
Melek “Ben insanların öpüştüğünü ilk kez televizyonda gördüm. Çok utandım, ayıp bir şey olarak geldi bana. Şimdi daha normal tabii böyle şeyler,” diye ekledi.
“Dünyanın acısını çektik gazeteci kız”
Senelerce Bağlar mahallesinde yaşayan Nezahat, 2016 yılında kadın yaşam evinde atölyelere dahil olduğunu ve o süreçlerde her ne kadar ismini bilmese de “cinsel sağlık” üzerine olduğunu tahmin ettiğim bir eğitiminden bahsediyor.
Hijyenik pedler, cinsel sağlık, cinsel yolla bulaşan hastalıkların aktarıldığı eğitimden sonra Nezahat, sağlıkçı olan bir eğitmene utanarak sorduğu bir soruyu şöyle anlattı: “Ben evlendiğimden beri cinsel birliktelik sırasında inanılmaz acı çekiyordum ve bunun normal olduğunu düşünüyordum. Ama bazen o kadar ağrı yaşıyorum ki bende bir sorun mu var ya da daha az nasıl acır, diye sordum bir şekilde. Kadın nasıl cinsel ilişkiye girdiğimizi sordu, ben de utana sıkıla, işte eşim ile sadece birleşme gerçekleştiğini anlattım. Kadın şaşırdı, ‘Öncesinde ya da sonrasında size dokunuyor mu öpüyor mu’ diye sordu. Yok dedim. Bir doktor numarası verdi ona gitmemi istedi. Ama ben o zamandan sonra sık sık sordum eğitimlerde ve bir sürü şey öğrendim.”
Öğrendin de ne oldu, diye bir soru Melek’ten geliyor. Grupta ciddileşen havayı ilk bozan Melek oluyor. İyi de oluyor. Nezahat “Yediğim dayaktan, duyduğum küfürden; senelerdir yaşadığım ekonomik sıkıntıdan sonra bir de doğru sevişmenin nasıl olduğunu öğrendim. Ha tabii bunların hepsinin sevgiyle mümkün olduğunu da öğrendim. Ben öğrendim de bizim adama nasıl anlatayım? Beni şuradan öpmen lazım nasıl diyeyim adama? Allahtan öldü de bu dertten de kurtuldum,” dedi. O böyle bitirince herkes kahkaha attı.
Masaya bir genç erkek arada çay getiriyor ve boşları almaya geliyor. O her masaya geldiğinde sessizlik oluyor. Çünkü bunlar “erkeklerle ya da erkeklerin yanında konuşulacak konular değil”.
Kadınlar gerdek gecelerinden, gizli gizli sigara içişlerinden, çektikleri acılardan bahsediyor. Bütün bunları Berivan şöyle özetliyor: “Dünyanın acısını çektik gazeteci kız, ama dünya sığamadık.”
13-14 yaşlarında evlendiklerini düşününce, ne kadar korktuklarını, bu süreçlerin onlar için ne kadar zorlu olduğunu tahmin etmek zor değil. Gülerek anlatılan o günlerin ardılları da farklı değil. Nezahat, “Dördüncü çocuğu ben uyurken yaptık,” diyor. Hamide “Pantolonu indir kaldır, iş bitti,” diye anlatıyor.
Gülşah, sosyallik üzerine bir sohbet açıyor. Sinema, tiyatro, konser…
Bu kadınlar bunlara ancak seçtikleri belediyelere kayyım atanmadığı süreçlerde, yani bu etkinlikler ücretsiz olduğu sürece onlar için erişilebilir.
Berivan son olarak “Amaaaan kız İstanbul’dan geldi, iki soru sordu bin ah işitti. Siz bize bakmayın. Gezin, tozun, evlenmeyin. Arada da gelin bizlere aşk hikâyelerinizi anlatın. Bak Hamide iyi fal bakar, kahve içer sohbet ederiz,” diyor.
Yağmur yavaş yavaş dinerken karanlık çöküyor. Evlere gitmek vakti. Gülşah yol boyunca çok sessiz, düşüncelere dalmış. Bir ara duraklayıp, art arda duraksamadan, öfke ve tuhaf bir gülümsemeyle şöyle dedi:
“Öpüşemeyen bir kuşağın öpüşen torunları olarak bu kadar aktarılmış tramvayla ne yapacağız? Nereden başlayacağız konuşmaya? Şimdi gidip birine desem ki babaannen hiç öpüştü mü, feminizm şimdi de bunları mı dert ediyor, diye soracaklar. Evet ediyor. Öpüşemeyen bir kuşağın öpüşen torunları hadi bize merhaba!”