Millais’ın nehirde yüzen Ophelia’sı birçok sanatçıya ve yönetmene ilham vermeye devam ediyor. Ama ya kahraman mahkûm edildiği nehirdeki mezarından geri dönerse?
Sanat galerisinde karşısında gördüğü tabloya hayran olan arkadaşımı hatırlıyorum. Lüks bir kutuya paketlenmiş çikolatalar gibi sıralanmış Viktorya döneminden diğer eserlerin arasında duvarda asılı duran bu resim dikkatini çekmişti. O esnada ben de John William Waterhouse’un, sessiz kış paletine rağmen mekânı kontrol eden bir atmosfere sahip yağlı boya tablosu The Lady of Shalott üzerine düşünüyordum. Arkadaşımın Leydi’nin karşısında duran bir tabloya baktığını fark ettiğimde baktığı yerde hüzünlü bir sona ulaşan başka bir kadın gördüm: Millais’ın Ophelia’sı, galerideki diğer romantikleştirilmiş bedenler ve kadın yüzleri arasında süzülürken kendi mücevher benzeri renkleriyle ışıldıyordu.
Galeri görevlisi “ayrıntılara gösterilen yoğun ilgiye bakın” diye tekrarlıyordu. Evet, resimdeki yapraklar o kadar gerçekçiydi ki, bir botanik profesörü Ophelia’nın önünde ders verebilirdi. Görevlinin sesi kesilirken gözüm, ölüm sancıları içinde suyun yüzeyinde yatan kadının bedeni ve hayatının trajedi dolu son anlarını takip ediyordu. Yunancada “yardım etmek” veya “yardımcı” anlamına gelen bir isim olan Ophelia, tiyatro tarihi içinde yardım edilmemiş ünlü bir karakterdi. Ophelia, Shakespeare’in acımasız ve trajik bir sona mahkûm ettiği ve göz alıcı dişil sıfatlarla tanımladığı kadın karakterlerinden biriydi.
Görevli sol tarafımda yorumunu sürdürürken müdahale edemedim ama onun, Ophelia’nın hayatındaki birçok erkek karakter gibi, bu ölüm anını tamamen gözden kaçırdığını hissettim. Bu noktayı kaçıranlar arasında Millais’ın kendisi de vardı; ressam, nehri, yaşlı ağaç kütüğünü, süslü sazları ve düzgünce yerleştirilmiş fitilleri neredeyse fotoğraf gerçekçiliğine yakın bir mükemmellikte resmetmeye o kadar odaklanmıştı ki, işinin merkezindeki kadının çıkmazını zar zor düşünmüş gibi görünüyordu.
Elizabeth Siddal, Millais’ın Ophelia tablosuna modellik etmişti. Siddal portre için poz verirken günde birkaç saat, alttan lambalar yardımıyla ısıtılan bir teneke küvet içinde yatmak zorunda kalmış. Bu sırada yalnızca ikinci el ince bir elbise giyen Siddal, ki Millais’ın çalışmasında da kısmen suya batırılmış gümüş rengi ipekten bir elbiseyle resmedilmişti, banyonun altındaki lambalardan biri söndüğünde şiddetli bir titremeye ve soğuğa yakalanmış. Millais işine o kadar odaklanmış ki modelinin ne durumda olduğunu fark etmemiş bile. Ressamın dikkati, yalnızca bir yaprağın canlılığı ya da bir taç yaprağının doğru şekilde renklendirilmesine odaklıdır, az bir ücret karşılığı saatlerce bir teneke banyo içinde hareketsiz poz vermesi için tutulan kadın modelse odağında değildir. Millais’ın modelinin hastalığını görmemesi, resmettiği kadının gerçekliğiyle bağlantı kurmadığının da bir göstergesidir.
Ophelia gibi, Siddal da keder içindedir; resim için poz vermeden iki hafta önce erkek kardeşini kaybetmişti ve aranan bir model olmasına rağmen iyi koşullarda yaşayamamıştı. Tablonun karşısında dururken bir sürü soru zihnime doluşuyordu: Ilık suda yatarken, elbisesi nemli cildini yavaşça sarıp her bir uzvunu ve göğsünü banyonun metalik derinliklerine iterken Siddal ne düşünüyor olabilirdi? Ressam tuvaline yönelirken zihninde hangi fantastik ya da sıradan fikirler vardı? Su, sevilen birinin acısını unutturuyor muydu yoksa kadın modelin el ve ayak parmaklarına yerleşen kavurucu uyuşmayı yavaşlatıyor muydu?
Sanat galerisinde Millais’ın bitmiş çalışmasındaki Siddal’a baktığımda ya bir hayat, bir ressamın fırça darbelerine ve diğer insanların sadakatsizliklerine bağlı, belki de yaşanmamış, tadına varılmamış diyebileceğimiz bir hayata dönüşmüşse, diye düşünmüştüm. İlerleyen günlerde öğrendiğime göre Siddal, otuz iki yaşında hayatını kaybetmişti. Kısa yaşamı, aynı anda hem trajedi hem de zenginlikle doluydu; on dokuz yaşından itibaren sanatçı olma hayalleri kuran bir kadın olarak kendisine rehberlik etmesi için bir başka erkek sanatçı ile yakınlık kurmuştu. Fakat bu süreç içinde Siddal bir yerde ressam değil, resmedilen kişi olmuş; şövalesinin yanında gururla ayakta duran kadın değil, erkeklerin beklentilerinin ve hırslarının ağırlığı altında boğulan bir kadın oluvermiş.
Siddal’ın hikâyesi Shakespeare’in tiyatro kahramanıyla inkâr edilemeyecek bir yakınlığı paylaşır. Ophelia gibi, Siddal’ın da hikâyesi duyulmadı. Siddal da Ophelia gibi, tanıdığı ve sevdiği erkeklerin romantik ve mitolojik bakışlarıyla çerçevelenmişti. Ophelia gibi o da erkeklik, erkek arzusu ve erkek yaratıcılığının bir işareti olarak yeniden üretilmişti; erkek sanatçıların yaratıcı anlatılarında bir şifre ya da bir zayiat olarak görülmüş ve yolda bir yerlerde yitirilmişti.
Size bu yazı içinde anlatmayı seçtiğim hikâye önlenebilecek bir ölüm hakkında. Ophelia kaybolduğu suların derinliklerinden yükselecek, modası geçmiş antika elbiselerini atacak ve çılgın yaratıcılığının doğuracağı çiçek patlamalarıyla dünyayı yeniden tasarlayacak. Bu süreçte Ophelia’nın dönüşüne yardım edemem ama Ophelia’nın dönüşünün neye benzeyeceğini sorarak bunu düşünmemize yardım etmeyi deneyebilirim.
Sanatçıların kadın kavrayışındaki bu bakış ne şaşırtıcı ne de alışılmadık. 1800’lerin ortalarından sonlarına kadar, çiçeklerle kaplı, uzun saçlı, solgun yüzlü güzel kadınların su içinde veya suda trans halinde resmedildiklerini görürüz. Diego Velázquez’in Venüs’ün Aynası veya Waterhouse’ın Hylas ve Su Perileri’nde kadınların duygusal olarak tüketilmiş durumda, sıklıkla suyla ilişkili olarak veya erkekler için bir tehdit oluşturacak ruhani bir şekilde resmedildiklerini görebiliriz. Ressamın portresi ebedi dişinin yüzüne ve kinayesine odaklanır. Ophelia’nın ölüm sahnesini hayal ettiğimizde resimde kadın vücudunun etrafını saran ve tabloyu güzelleştiren diğer doğa parçalarını da fark edebiliriz. Tüm bu öğeleri düşündüğümüzde tuhaf bir şekilde karşılaştığımız ölüm sahnesinden zevk alırız; zevkin doğal donanımları olan (çiçekler ve su) [1] Ophelia’nın dişi formunu süsler; Ophelia ile birlikte mecazi ve duygusal olarak suda yüzeriz, ancak onun trajik sonundan kaçınırız.
Ancak Ophelia’yı suyun yüzeyi ile suyun karanlık derinlikleri arasında asılı tutmayı tercih eden, Millais gibi sanatçıların ve eleştirmenlerin bu tutumu, kadınlığı tarihsel bir erkek bakışı ile inşa eden bir bakışın sonucudur. Ophelia’nın avuç içleri ve ağzı, acı dolu bir iniltiye müsaade edecek kadar açıktır —fakat bu tasvir kimin için yapılmıştır? Ophelia’nın kendisi için mi yoksa, bakirenin pasif itaati ve tutkusu ile duyusal dünyasında büyülenecek olan Viktorya dönemi seyircisi için mi?
Ophelia suyun yüzeyinde süzülürken gözlerinden hangi rüyalar suya karışmıştı? Tabloda bedeninin bitkiler arasında sürüklendiğini görürüz, bu bitkiler unutmabeni çiçekleri değiller, ama Ophelia’nın portresi ile birleştiklerinde unutmabeni çiçeğinin etkisini yaratarak tablonun zihnimize kazınmasına neden olurlar.
2018 yılına geldiğimizdeyse Ophelia’nın ölümünün vahşi bir kimliğe büründüğünü görürüz. Ophelia, Christina ve Kraliçe’nin müzik videosunda, tüm çılgınlığı ve sevinciyle anarşik bir şekilde çiçeklerin arasından bize geri dönmektedir. Müzik videosu daha önce de gördüğümüz suyun üzerinde süzülen kadın görüntüsü ile açılır; bu pozu, sükuneti, sırtüstü yatan, uyuyan ve ölmekte olan kadının görüntüsünü çok iyi biliyoruz, Ophelia’nın bedeni uzun yıllardır gözetim altında tutularak bizim tarafımızdan izlendi ve ele geçirildi. Videonun ilerleyen kısımlarında kamera kadının yüzüne odaklanır ve biz daha ne olduğunu anlayamadan kadının gözleri hızla açılıverir. Bu noktadan sonra “güzel Ophelia” artık gözlemlenen değil bir gözlemcidir. Ophelia salt özgür olması, duyguları, arzuları ve ihtiyaçlarıyla sergilenen bir Ophelia değildir artık; bu sefer çamurlu derinliklere batmayacaktır.
Birleşik Krallık’taki genç sanatçıların sanat çalışmalarını da sergileyen Tate Modern Sanat Galerisi, bu yıl koleksiyonundaki birçok ünlü sanat eserini yeniden yorumlayan genç sanatçıların çalışmalarını Londra’daki billboardlarda sergileyebildikleri bir proje yürüttü. Bu yeniden yorumlama işi için Millais’ın resmini seçen birçok genç sanatçı, trajik ebedi dişilik göstergesinden uzaklaşmak yerine Ophelia’yı bu mecazdan serbest bırakmayı seçmişler. Bu yeniden yorumlamada, ayrıntı, beceri ve sembolizm düzeyinde sanatçının kendi yeteneğini göstermesi fikrine odaklanılır. Ama aynı zamanda yapılan çalışmalarda Ophelia’nın kendi kendisine verdiği yanıta-geri dönüşe de yer verilmiştir. Bu eserlerin çoğunda öz-bakım meselesi ön plana çıkmıştır. Öz bakım, kişinin her zaman sevgilisinden, kardeşinden, babasından ya da herhangi birinden alamadığı türden bir ilgi anlamına gelir. Kişilerin ötesinde ve daha açık ifade ile öz-bakım, kişilerin kendi hayatlarına, işlerine, zamanlarına ve bedenlerine yönelik her türden sosyo-politik bakımı ifade eder. Tate’de sergilenen Jada Bruney’a ait Ophelia (2020), genç kadını bir İngiliz nehrinden ziyade bir banyoda karşımıza çıkarır. Ancak söz konusu bu banyo, elektrik lambalarıyla tehlikeli bir şekilde aydınlatılmış teneke bir küvetten ibaret değildir.
Bruney’nin Ophelia‘sı, kırmızı gül yaprakları ve bir kadeh kırmızı şarapla, mum ışığında bir banyoda uzanmaktadır. Shakespeare’in kahramanının etrafına serpilmiş ünlü çiçekler, sanatçı tarafından bu defa pembe duvarları olan bir banyo boyunca yayılan bir aromaterapi ve kişisel bakım sahnesinin yaratılması için kullanılmıştır. Nehir teması tamamen terk edilmemiş olsa da, Ophelia artık bir erkeğin merhametine ya da doğal dünyanın düşmanlıklarına bağlı değildir. Artık nehirde kaybolmayacak olan Bruney’nin Ophelia‘sı bir apartman dairesinde resmedilir. Kontrol ondadır, burası onun alanı ve meditasyon bölgesidir. Bruney’in Ophelia‘sında sevdiğim şey, resmettiği Ophelia’nın gün sonunda olmak istediğimiz bir kahraman olması; sergilenen bu sahne, yorucu bir günün sonunda her kadının parçası olmak istediği bir sahne olabilir. Bruney, Ophelia ile rahat bir anı ve renkli feminen bir yuva yaratmıştır. Bu ortamda dış dünyanın stresi, ev rahatlığıyla değiştirilmiştir.
Ophelia’nın dönüşünün, sanat tarihi, popüler kültür ve medyada yeniden gündeme gelmesi oldukça güç elde edilen bir kazanımdır; Ophelia’nın dönüşü aslında kadınları şövale önünde —“çarpıcı güzel kadınlar”— olarak görmeyi tercih eden bakma şekline karşı duran eleştirel bakışa sahip kadınların dönüşüdür. Bruney’nin özerk, kendine saygı duyan, kendini düşünen ve yaratıcı bir kadın olarak resmettiği feminist Ophelia kavrayışı, kadınlara, özellikle de Siyah kadınlara (bedenlerine, işlerine ve zamanlarına) yönelik sosyo-politik bakımın geriye doğru gittiği sağa eğilimli bir dünyada ortaya çıkması bakımından oldukça önemlidir.
Ana görsel: John Everett Millais, Ophelia 1851-2, Tate.
[1] Japonya’da pembe çiçekleri ile ünlü olan Sakura ağacının (kiraz ağacı) çiçekleri her bahar oldukça yavaş bir şekilde açar ve çabuk çiçek döker. Bu anlamıyla ağaç hem yaşam hem de ölümü sembolize etmesiyle bilinir. Yazının sınırları içinde verdiğim örneğin dışında Japon kültürü gibi farklı kültürlerde çiçek ve su yaşamı ve canlılığı sembolize etmek için de kullanılır.