Zekâ ve entelektüel donanım Delpy’nin gezindiği sularda en kullanışlı tahakküm aracı.

KÜLTÜR

On the Verge: Bağdat’tan Bile Dönemeyen Yanlış Hesap

On the Verge, 2021 sonbaharında Netflix aracılığıyla izleyiciyle buluştu. Dünya çapında en çok, Richard Linklater ile birlikte yazdığı ve aynı zamanda başrolünü üstlendiği Before Üçlemesi ile tanınan Julie Delpy dizinin yaratıcısı. Delpy, dizinin senaryosunu ele aldığı gibi birkaç bölümde de yönetmen koltuğuna geçiyor.



40’lı yaşlarının sonlarına yaklaşan dört kadının hikâyesini konu edinen dizide Elisabeth Shue, Sarah Jones ve Giovanni Ribisi, Julie Delpy ile başrolleri paylaşıyor. Annelik ortak çatısı altında çalışan anne, bekâr anne, işinden ödün vermediği için çocuğuyla ilgilenmemekle suçlanan anne, geçinmek için çocuklarının üzerinden para kazanmaya çalışan anne gibi pek çok annelik performansını bu dört karakter üzerinden izlemek mümkün.


Lüks bir restoranın aşçıbaşı ve ortaklarından biri olan Justine (Julie Delpy) profesyonel iş yaşamına çocuğu doğduktan sonra da kaldığı yerden devam eden ve bu yüzden de kocası tarafından sıklıkla “suçlu” hissettirilen anne rolünde. Dizide kocaların, en entelektüel ve kadınlara saygılı görüneninin dahi, onlara herhangi bir saygı beslemediğini görmek mümkün. Örneğin şiirlerin ve kitap sohbetlerinin havada uçuştuğu bir yemekte, tıpkı geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi çocuğuna bakması için eve gönderilmeye çalışılan kadını ve buna itiraz ettiği için kocasıyla olan tartışmasını görebiliyoruz. Yine aynı şekilde, doğumdan sonra çocuğunun bakımıyla da en çok o ilgilendiği için iş yaşamından uzak kalan kadının, ilk iş görüşmelerinden birinde genç ekip arkadaşlarına uyum sağlayamacağı düşünüldüğü, yani “yaşlı” olduğu için geri çevrildiğini de. Geri çevrilmesinden sonra solunumu düzensizleştiği için kalp krizi geçirdiğini sanan insan kaynakları müdürüyle de şu diyaloğuna tanıklık ediyoruz: “46 yaşımdayım, 96 değil. Kalp krizi değil, panik atak geçiriyorum.”


Erkeklere göre yaş konusunda dünyanın hemen hemen her yerinde dezavantajlı pozisyonlara itilen kadın hikâyelerinin odakta olması elbette güzel; ancak benim odağım neden burada değil? Biraz spoiler içeren haliyle bunu anlatmaya çalışacağım. Burada özellikle Fransız sinema ve televizyon eleştirmenlerinin Julie Delpy’nin mizahını çok güçlü ve başarılı bulduklarını, onu Woody Allen’ın “manevi kızı” olarak değerlendirdiklerini not edelim. İkincisi son derece doğru bir tespit çünkü.



Delpy’nin Me Too ve Time’s Up hareketlerine verdiği desteğin daha çok Hollywood’daki kadın ve erkek oyuncular arasındaki ücret farkıyla ilgili olduğunu biliyoruz. Before Sunrise ve Before Sunset’ten sonra Ethan Hawke’la aynı ücreti almadığı için serinin üçüncü filminin çekimine sıcak bakmadığını ve durum böyleyse artık bu işte olmayacağını belirttiğine dair bir demeçle Hollywood’un ona hem entelektüel olarak hem de dünyaya bakışı konusunda iyi gelmediğini de.

 

 

Bir “başarı” hikâyesi: Politik doğruculuğu ti’ye almak

Julie Delpy On the Verge’te şunu yapıyor: Tıpkı Woody Allen’a benzer bir şekilde kendini seyirciden üst bir pozisyonda konumlandırarak, güncel politik tartışmalarda doğru yerde konumlanmaya çalışanları ve süregiden tartışmaları ti’ye alan; ama hâlâ feminist perspektifi koruyan bir hat çiziyor. Bunu bazen de kötücül bir mizahla yapıyor. Dizinin başrollerinden Yasmin (Sarah Jones) İranlı, siyah ve müslüman bir feminist. Delpy, Yasmin’in üzerine her şeyi boca ederek onu karikatürize etmekten imtina etmiyor. Yasmin’in kocasıyla yaşadığı sorunları “bipolar kadın” portresine yerleştirerek, sorunların aslında abartılı tepkilerle karşılandığını göstermeye çalışıyor. Yasmin’e ise sürekli müslüman bir feminist olduğunu söyletiyor. Yazının girişinde de bahsettiğim yemek davetinde yine Yasmin öne çıkıyor.

 

Kocasının entelektüel girişimciliğinden nasibini şöyle alıyor Yasmin: Bir başka davette daha fazla network’e dahil olacağını düşünen kocası, Justinelerin evindeki davete ayaklarını sürüyerek gidiyor. Ancak orada yakından takip ettiği bir yazara rastlıyor ve ne yardan ne serden vazgeçerek, kendisi yemekte kalırken Yasmin’in eve çocuklara bakmaya gidermiş gibi yapıp partiye giderek kendisi için network ajanlığı yapmasını istiyor. Yasmin’in bu arkaik erkek egemen talebe cevabı gayet yerinde olsa da yine de tüm olay sorun çıkaran kadın imajına sığdırılıyor. Davette iyi olan tek tartışma, gecenin onur konuğu şair-yazar. Karısı tarafından aldatıldığı ve bunu aşamadığı için -öyle ki karısı onu bir İtalyanla aldattığı için pizza dükkânlarının önünden geçerken dahi bunalıma giriyor- Justine’in davet için hazırladığı İtalyan yemekleri hızlıca Fransız yemeklerine dönüştürülüyor. Ancak yemeklerden birinin isminin tartışma konusu olmasından kaçılamıyor ve konu aldatılmaya geliyor. O ana dek hayli yüksek perdeden konuşan ve her konuya hakim entelektüel adamın içinden ortalama bir erkek çıkıyor ve karısına hakaretler yağdırmaya başlıyor. Adam tüm otokontrolünü kaybediyor ve herhangi bir hicap duymadan karısının tüm özel hayatını onları hiç tanımayan Justine ve arkadaşlarının önünde masaya yatırıyor.


Genel olarak baktığımızda, Delpy’nin canlandırdığı Justine karakterinin ağzından dökülenler Me Too’yu, rıza tartışmalarını ve etik birçok tartışmayı ti’ye alan türden. Fransız bir aşçı olarak ABD’ye yerleşen Justine’in Amerikalılara yönelik küçük tatlı ırkçılıkları, söz konusu oğlunun Amerikalı bir kızla birlikte olması olduğunda çirkinleşiyor. Justine’in ağzından şu sözler dökülüyor: “İlk cinsel ilişkisinin Amerikalı bir vajinayla olmasını istemem. Zaten ilk cinsel ilişkisi için ona bir sözleşme metni hazırlamasını söyleyeceğim.” Merhaba Woody Allen.


En kötüsünü ise sona saklıyorum. Justine’in yaptığı yemeklerle parlayacağı bir kokteylde, içeri davetiyesi olmadan girmeye çalışan kırmızı elbiseli bir kadın göze çarpıyor. Kadın, Justine’in ortağının ilgisini çekince güvenlik görevlisinin itirazlarına rağmen içeri girebiliyor. İçeri girdikten sonraysa Justine’in ortağıyla sevişiyor ve hemen ardından bahçede güvenlik görevlisine yakalanıyor. Kadın ve güvenlik görevlisi arasında bir kovalamaca başlıyor. Kadın boyundan bağlamalı kırmızı elbisesini çözerek memelerini açıyor ve güvenliğe bağırıyor: “Gel şimdi yakala, 30 yıl ceza alırsın!”


“Mizahı yapılmayacak konular” tartışmasına girmekten ziyade, yapılmaya çalışılan mizahın alakasız bir ortamda birden yapılan soğuk esprilerden farksız oluşundan ve haliyle asla olamayışından bahsediyorum burada. Söz konusu sahneler komik bir şekilde çekilebilir miydi? Belki. Ancak Delpy’nin genel olarak yapmaya çalıştığı şu: “Siz olayın suyunu çıkardınız ve ben de bununla dalga geçiyorum.” Kendinizi diğer insanlardan üstte konumlandırmayı ve onların doğru yaşamaya dair uğraşlarını, dertlerini küçümsemeyi seviyorsanız en azından onlardan zeki olmanız gerekiyor. En azından normal dünyada işler böyle işliyor. Zekâ ve entelektüel donanım, Delpy’nin gezindiği sularda en kullanışlı tahakküm aracı çünkü. Nihayetinde Delpy, bu konuda maalesef sandığı gibi başarılı başaramıyor ve suyun dibinden, en çamurlu yerinden sesleniyor bize.

 

 

Ana görsel: Dizinin jeneriğinden bir kare.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YDersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneği ile söyleşi: Gerçekleşebilecek bir düş kuruyoruz
Dersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneği ile söyleşi: Gerçekleşebilecek bir düş kuruyoruz

“Kendi yerelimizde yaşayan kadınların sorunları başta olmak üzere, cinsiyet eşitsizliğinin gündelik yaşamdaki tüm görünüşleriyle bir biçimde kavga halindeyiz.”

SANAT

Y“Kırılganlık güçtür, filmin kahramanlarından bunu öğrendim”
“Kırılganlık güçtür, filmin kahramanlarından bunu öğrendim”

"The Last Year of Darkness" (Karanlığın Son Yılı) belgeselinin yönetmeni Benjamin Mullinkosson ile belgeselin ortaya çıkışını, “Funkytown”ın ve müdavimi arkadaşlarının onun için önemini konuştuk.

MEYDAN

Y“Çocuğa yönelik cinsel istismar davalarının çoğu cezasızlık politikası ile örülüyor”
“Çocuğa yönelik cinsel istismar davalarının çoğu cezasızlık politikası ile örülüyor”

Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin avukatı Burcu Uçuran, “G.U. vs TÜRKİYE” davasını ve derneğin bu dava üzerinden AİHM’e yaptığı başvuruyu anlattı.

MEYDAN

Y“Bayram Sokak, trans kadınların barınma ve hafıza mekânıdır, tarihimizdir.”
“Bayram Sokak, trans kadınların barınma ve hafıza mekânıdır, tarihimizdir.”

Bayram Sokak 12 Platformu, İstanbul Bayram Sokak’ta trans kadınların evlerinin mühürlenmesiyle ilgili İHD’de düzenledikleri basın açıklamasında, uygulamanın hukuksuzluğuna ve keyfiliğine dikkat çekti.

Bir de bunlar var

Gerassi’nin 1976 Tarihli Beauvoir Röportajı: 25. Yılında “İkinci Cins”
Çocuklar için Felsefe: Neden, Nasıl, Nerede?
Kondomik Mücadeleler: Ona Kamyon Lastiği mi Hediye Ediyorsunuz?

Pin It on Pinterest