Bu yazı dizisinde günümüzde genellikle eşcinsellik ile sıkça karıştırılan livata (anal seks) fiilinin tarihsel bir okumasını sunmaya çalışacağım. Faili için Kuran’da belirli bir ceza öngörülmemiş olan bu eylem, çağlar boyunca İslam Hukukçuları nezdinde önemli bir tartışma konusu olmuş ve kendi tarihselliği içerisinde değişime uğrayarak farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazanmıştır. Bu yazıda livata eyleminin Kuran’da ifade ediliş şeklini çıkış noktası alarak bu karmaşık tarihsel sürecin bir okumasını yapmaya çalışacağım. 16. yy Osmanlı hukukçularının bu eylemi yorumlarken, aynı zamanda, “eşcinsel erkek” kategorisini de İslam hukukunun sözcük dağarcığına ilk kez kattığını göstereceğim. Bu tarz bir fiilden faile geçiş sürecinin hem İslam hukukunun teknik kapasitesini hem de günümüz cinsel sınıflandırmalarının tarihselliğini anlamamız acısından anahtar olduğunu düşünüyorum.
Osmanlı Anadolusu’nda günümüzde bir ‘kimlik’ biçimine verilen isim olan Eşcinsellik terimine tekabül eden bir kelime yoktu. Dönemin hukukî söyleminde ve bu söylemden tamamen bağımsız olmayan toplumsal pratiklerde, iki erkek arasındaki anal ilişki ‘livata’ kelimesiyle ifade edilmekteydi.[1] Diğer bir deyişle livata, toplumsal bir kimlik veya iki erkek arasındaki duygusal yakınlaşmadan ziyade, sınırları gayet net olarak tanımlanmış belirli bir cinsel eyleme gönderme yapardı.[2]
Dönemin hukukçularının gözünde livata herşeyden önce para cezası ve hapisten ölüm cezasına kadar geniş bir hukuki yelpazede tartışılan ‘cinsel bir suçtu’. İlginçtir ki, bunlardan en ağırı olan ölüm cezası, ancak bu suçu işleyen kişinin livata’yı ‘alışkanlık’ haline getirdiği ispatlandığında uygulanabiliyordu. Kişinin çevresinden tutun da içinde yaşadığı cemaate kadar birçok aktörü ilgilendiren bu ‘alışkanlığa’ atfedilen anlam ve hukuksal olarak ispatlanma süreci, hem dönemin toplumsal pratiklerini hem de yasal kültürünü anlamamız açısından önemli bir pencere sunuyor.
Bu yazıda erken modern Osmanlı Anadolu’sunda hukuksal söylemlerden yola çıkarak, cinsel bir pratik olarak livata eylemini ve de bu eyleme atfedilen hukuksal anlamı inceleyeceğim. Bunun için de dönemin fetvaları ve çeşitli mahkeme kayıtlarını kullanacağım. Amacım sadece Osmanlı döneminde yaşanmış ve bitmiş bazı toplumsal pratikleri anlamak değil; daha çok bir alışkanlık olarak livata eyleminin bugünkü Türkiye toplumundaki eşcinsellik algılarına dair verebileceği ipuçlarını yakalamak.
Osmanlı toplumunda ancak kalıcı bir alışkanlık olduğu anlaşıldığında toplumsal bir tehdit olarak görülen livata’nın birçok açıdan günümüz toplumundaki eşcinsellik algılarını da biçimlendirdiğini görebiliriz. Bu bakış açısı bizlere batılı/modern deneyimlerle inşa edilmiş Gay/Homosexual/Queer gibi politik hareketlerin, günümüz Türkiyesi’nin eşcinselliği anlamasında ne kadar etkili olup olamayacaklarına dair de ipuçları verecek. Ancak Osmanlı konusuna girmeden önce, Osmanlı Hukuku’nun önemli bir kaynağı olan fıkıh literatürünün livata hususunda çağlar boyu sürdürmüş olduğu tartışmaların kısa bir tarihsel dökümünü yapmamız elzem.
Bir Cinsel Eylemin Hikâyesi
İslam Hukuku’nda livata tartışmaları, kaynağını Kuran’da belirli ayetlerde geçen ve belirli sûrelerde direk bahis konusu yapılan Lût Kavmi’ne atfedilen davranışlardan alır. Yol kesmek, gönderilen peygamberi tanımamak, şehre gelen yabancı erkeklere tecavüz etmek, şarap içmek, vb. alışkanlıklar yüzünden bu kavim, Lût peygamber ve iki oğlunun dışında, Allah’ın gazâbından kurtulamaz; yerle bir olur.[3] Lût kavminin bu kaderi daha sonraki dönemlerde fâkihlerin (İslam hukukçuları) içtihatlarında, özellikle bir cinsel suç olarak livata’yı, tecavüzle karışık bir şekilde tartışmalarına sebep olur.
Yukarıda bahsettiğimiz ve Kuran’da bu kavim ile özdeşleştirilen davranışlardan ‘sadece biri’ olan bir cinsel eylem biçimi olarak livata’nın tartışmaların odağına yerleştirilmesi, Lût kavmi ile özdeşleştirilen cürümler hakkındaki içtihadın da çerçevesini daralttı. Ancak bu düşünüş biçimi beraberinde denetlenmesi gereken bir cinsel eylem kategorisini de fıkıh’ın sözcük dağarcığına yerleştirdi. Çünkü etik bir normlar sistemi olan fıkıh literatüründe, Türkçeye livata olarak geçmiş olan Arapça liwat kelimesi, partnerlerin cinsiyetlerinden bağımsız olarak, ‘anal sekse’ gönderme yapar.[4] Ortaçağ İslam toplumları gibi toplumsal cinsiyet kategorilerinin bireylerin ikili cinsiyet sistemi üzerinden tanımlandığı (erkek/kadın) bir dünyada[5] livata kelimesinin bu nüansı, üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntıdır. Zirâ tam da bu mesele bize, ileride göreceğimiz gibi, dönemin fâkihlerinin evreninde, en azından hukuki söylemde, günümüzde Eşcinsellik olarak bilinen kategoriye denk düşen bir tabirin veya tartışma konusunun olmadığını gösterir.[6]
Ta‘zir mi, hadd mi? İlk Hukuksal Tartışmalar
Livata hususunda en belirgin hukuksal tartışmaların 8. yy’ın sonunda, Hanefi ve Mâliki mezheplerinin kurucuları Ebu Hanife (ö. 767) ve Ebu Malik (ö. 795) tarafından, hadd ve ta‘zir cezaları çerçevesinde yapıldığını görüyoruz.[7] Ebu Hanife’ye göre eğer Allah livata eylemi için hadd öngörseydi, sadece dine karşı işlenen suçlara – zina, hırsızlık, dinden dönme vs. gibi – uygulanan bu ceza livata için de ayetlerde belirtilirdi. Hatta Peygamber’in bir hadisine göre hiçbir müslüman, fıkıh’ın kaynakları olan Kuran’da, hadislerde veya icmâ‘ yoluyla (fikir birliği) belirtilmediği sürece, hadd cezasına çarptırılamazdı.[8] Oysa Lût kavmini konu alan onlarca ayetin hiçbirinde hadd cezasına rastlamak mümkün değildir. Dahası livata, zina’da olduğu gibi gayrı meşru doğumlara neden olamayacağından, neseb konusu ile ilgili herhangi bir karışıklığa da mahal veremez. Ebu Hanife sırf bu yüzden livata için tamamen hâkim’in takdirine kalmış olan ta‘zir cezasını öngörür. Bu cezanın asıl amacı bireyi ‘normların’ öngördüğü yola sevketmektir. Dahası şüphe üzerine bir insan ta‘zir cezasına çarptırılabilir; ancak hadd cezasının uygulanabilmesi için kesin kanıt gereklidir.[9]
Âyetlerin ölüm cezasını öngörmediğini iyi bilen Ebu Malik ve dönemin bir çok fâkihleri ise, ilginçtir ki âyetlerin hiçbirinde hadd cezasından bahsedilmemesine rağmen Peygamber’in livata konusunda ölüm cezasından bahsettiği başka bir hadisini çıkış noktası olarak alır ve bu eylemi zina ile aynı kategoriye sokarak hadd cezasını öngörür.[10] İspatı ise aynen zina’da olduğu gibi failin dört defa, dört ayrı zamanda, hâkimin karşısında suçunu itiraf etmesini, veya dört Müslüman erkeğin cinsel birleşme anına şahitliklerini gerektirir.[11] Böylece Ebu Malik, hukuksal bir analoji ile livata’yı, Kuran’da belirtilmemesine rağmen, zina gibi Allah’a karşı işlenmiş bir suç sınıfına sokar. Burada Ebu Malik’in bu düşüncesinin ortaya çıkardığı önemli bir sonucun altını çizmek gerek: Açıkça görüldüğü gibi livata bu kıyasta tıpkı zina gibi toplumsal pratiklerde mümkün olan ancak ‘arzu edilmeyen’ ve cezai açıdan denetlenmesi gereken bir cinsel eylem kategorisine indirgenir.
Burada şunun da altını çizmek gerekir ki, klasik dönem ilahiyatçılarının hepsi doğru bir Kuran yorumunun Fıkıh’ın en önemli kaynaklarından biri olduğu konusunda hemfikirken, hatırı sayılır bir kısmı hadislerin hukuksal veya dini bir normun kabulünde yeterli bir meşruiyet zemini sağlayamayacağını savunmuşlardır. Ancak burada teknik olarak İlahiyat ve Fıkıh arasında, birer disiplin olarak keskin bir ayrım vardır. Fıkıh kendi sahasını, kullandığı metot ve perspektif açısından İlahiyat’tan ayırırken, ürettiği hukuksal normların dini kaynaklardan türediğini de iddia eder. Bu ana kaynaklar Kuran, Peygamberin buna bağlı olarak dini pratikleri (ki bu hadislerle aktarılır) ve de söz konusu cemaatin fikir birliğidir (icmâ‘). Bunun sonucunda üretilen kuralların ise İslam dininin koyduğu normlara uygun olması beklenir.
11. yy’da zâhiri Mezhebi’nin kurucusu İbn-i Hazm (ö.1064) kendi içtihadında tartışmaları daha ayrıntılı ve geniş bir çerçevede ele alır. Ona göre Lût kavminin yok edilmesindeki tek neden bireylerinin cinsel alışkanlıkları olamaz. Seleflerinin yaptıkları yorumları ayrıntılı bir şekilde tartışan İbn-i Hazm’a göre Kuran’da Lût kavmi’ne atfedilen alışkanlıklara toplu bir şekilde bakıldığında, bu kavmin Allah tarafından yok edilmesinin asıl nedeni, tüm cürümlerinin toplamı olarak Allah’a isyan etmeleridir (‘isyan Allah). Bu nedenle bireyin bu konuda sadece livata eyleminden dolayı hadd cezasına çarptırılması söz konusu olamaz. Livata yapan kişi Allah’a isyan ettiğini itiraf etmediği sürece hadd cezası uygulanamaz.
Lut kavminin davranışlarından sadece biri olan bir ‘cinsel eylem’ biçimi olarak livata’ya Kuran’da herhangi bir ceza öngörülmemiştir. İslam hukukçularının ta ‘zir ve hadd cezaları çerçevesinde yapmış oldukları bu tartışmalar, kendi bakış açılarından, her ne kadar Kuran’da belirtilmemiş olsa da, livata’yı bir ‘cürm’ olarak gördüklerini açık bir şekilde gösteriyor. Bu yüzden, hukuksal açıdan yukarıdaki tartışmalara, fâkihlerin suç olarak gördükleri livata için, herhangi bir ceza kategorisi arayışlarının semptomları olarak bakmak gerekir. Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için de, İslam Hukuku’nda haklar konusunun nasıl düzenlendiğine ve bunun ta‘zir ve hadd cezaları çerçevesinde nasıl toplumsal hayata uygulandığına bakmak gerekiyor. Bu sebeple, bir sonraki yazıda Kul Hakkı ve Allah hakkı kategorilerine yakından bakarak livata’yı daha geniş bir hak kavramı çerçevesinde ele alacağız.
***
[1] Livata kelimesi kadın ve erkek arasındaki anal seksi tarif etmek için de kullanılmaktadır. Serinin ilerleyen bölümlerinde de tartışılacağı gibi Hanefi hukuksal söyleminde erkekler arasındaki livata’yı kadın ve erkek arasında gerçekleşenden ayıran kıstas, ilkinin keskin hukuksal yaptırımlara tabii olmasından kaynaklanır.
[2] Bu konuda erken modern ve öncesi Avrupa toplumları söz konusu olduğunda düzinelerce çalışma bulunmaktadır. Birkaç önemli örnek için bkz. M. Foucault, L’usage des plaisirs (Paris, 1984), pp. 47-62, K. Dover, Greek Homosexuality (New York, 1985), pp. 60-68, Michael Rocke, Forbidden Friendships: Homosexuality and male Culture in Renaissance Florence (Oxford, 1996)., Khalid El-Rouayheb, Before Homosexuality in the Arab-Islamic World, 1500-1800, (Chicago: The University of Chicago Press, 2005), Dror Ze’evi, Producing Desire: Changing Sexual Discourses in the Ottoman Middle East (Berkeley: University of California Press, 2006) ss. 77-99. Kajar dönemi İran örneğinden yola çıkarak Homoseksüellik/Heterosexüellik kategorilerini modern dünyanın bir icadı olarak alan bir çalışma için bkz. Afsaneh Najmabadi, Women with Mustaches Men Without Beard : Gender and the Sexual Anxieties of Iranian Modernity (University of California Press: Berkeley, 2005). Osmanlı’yı tartıştığım kısımda Najmabadi’nin görüşlerine eleştirel bir tarzda tekrar döneceğim. Avrupa ve Osmanlı toplumlarının önemli bir karşılaştırması için ise bkz. Walter G. Andrews et Mehmet Kalpaklı, The Age of Beloveds: Love and the Beloved in Early-modern Ottoman and European Culture and Society (Duke University Press, Durham: 2005).
[3] Sırasıyla bkz. Arâf Suresi: 8, ss. 2208-2209; Hûd Sûresi: 11, ss. 2799-2800; Hicr Sûresi: 15, ss. 3070-3071; Enbiya Sûresi: 21, ss. 3361-3362; Şuari Sûresi: 26, s. 3638; Neml Sûresi: 27, ss. 3685-3686; Ankebut Sûresi: 29, ss. 3774; Saffât Sûresi: 37, ss. 4067-4068; Sâd Sûresi: 38, 4082-4083; Kâf Sûresi: 50, ss. 4490-4491; Kamer Sûresi: 54, ss. 4620-4621. Elmalı’lı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili: Türkçe Tefsir, 9 cilt (Eser Neşriyat: 1979)
[4] Bu durum ilerleyen sayfalarda görüleceği gibi Osmanlı örneği için de geçerlidir. Klasik dönem İslam Hukuku için bkz. Arno Schmitt “Liwāṭ im fiqh: Männliche Homosexualität?”, Journal of Arabic and Islamic Studies, 4/2 (2002) ss. 49-110.
[5] Bu noktadan yola çıkarak İslam’da evlilik ve kölelik kurumlarına dair yapılmış mükemmel bir çalışma için bkz. Baber Johansen, “The valorization of the human body in Muslim Sunni law,” Princeton Papers in Near Eastern Studies, sayı: 4, ss. 71-112
[6] Everett K. Rowson bir çalışmasında, Erken dönem Müslüman Arap toplumlarında kurumsallaşmış mukhannathun diye adlandırılan bir kategoriden bahseder. Bunlar genellikle kadınlara cinsel ilgileri olmadıkları varsayıldığından, onlarla aynı ortamda bulunmaları tolere edilen kadınsı (efféminé) erkek müzisyenlerden oluşur. Rowson’a göre mukhannathun her ne kadar siyasi otorite tarafından, belirli dönemlerde, cezaî yaptırımlara uğramış olsalar da, bu cezalandırmalardaki amaç bu bireylerin günümüzdeki ‘eşcinselliğe’ yakın bir kategoriye denk düşmelerinden kaynaklanmaz. Bu yaptırımların asıl nedeni, bu insanların müzisyen olup, müziğin ise o dönemde toplumda yozlaşmaya neden olduğuna inanılmasından kaynaklanır. Bkz. Everett K. Rowson, “The Effeminates of Early Medina,” Journal of the American Oriental Society, 111/4, ss. 671-693. Eşcinsellik örneğinde eski toplumsal sözcük dağarcığının günümüz kategorilerine tercümesi ve bu husustaki bilimsel tehlikeler için bkz. Claude J. Summers, “Homosexuality and Renaissance Literature, or the Anxieties of Anachronism”, South Central Review, Vol. 9, No. 1, Historicizing Literary Contexts. (Spring, 1992): 2-23. Bu anakronizmin modern zamanlar öncesi İslam toplumları sözkonusu olduğunda tipik bir örneği için ise bkz. Kâmil Yaşaroğlu, “Livâta: Erkekler arasındaki eşcinsel ilişki,” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Fasikül. 27, ss. 198-200.
[7] İslamî hukuk okullarının kuruluşu ve 10. yy’a kadarki tarihleri için bkz. Christopher Melchert, The Formation of the Sunni Schools of Law, 9th-10th Centuries C.E. (Brill: Leiden, 1997)
[8] Bkz. Mohammed Mezziane, “Sodomie et Masculinité chez les Juristes Musulmans du IXe au XIe siècle,” Arabica 55/2008 : 283-287
[9] Bkz. Rudolph Peters, Crime and Punishment in Islamic Law : Theory and Practice from the Sixteenth to the Twenty-first Century (Cambridge University Press : Cambridge, 2005) p. 72
[10] Özellikle bu hadis Malikiler, Şafiiler ve Hanbeliler tarafından referans olarak gösterilir: Eğer Lût kavmi fiili (‘amal qawm lût) yapan görürseniz, hem yapanı (al-fâ’l) hem de yapılanı (almaf’ûl bihi) öldürün (‘iqtulû). Bu hadis’in orijinal Arapçasında ‘sapıklık’ kelimesi geçmemesine rağmen bazı araştırmacıların bu ifadeyi çevirilerine ekledikleri göze çarpmaktadır: Kimin Lût kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef’ûlü de öldürün; hem bu çeviri hem de orijinal Arapçası için bkz. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi Cild: 6 (Akçağ Yayınları: 2004) p. 253. Bkz. Baber Johansen, “The Muslim Fiqh as a secred law: Religion, law and ethics in a normative system,” Contingency in a Sacred Law: Legal and Ethical Norms in the Muslim Fiqh içinde (Brill: Leiden, 1999): ss. 30-33
[11] Mezziane 282- 283.
Ana görsel: “Koşucular” (bronz), Napoli Arkeoloji Müzesi. Fotoğraf: Giacobbe Giusti.