Rumuz: Aile Boyu
Aslında şu yazıdaki bir cümle beni bunları yazmaya itiyor: “kadınlar 20’lerinde ‘güzellik miti’, 30’larında ise ‘annelik miti’ ile esir tutuluyorlar.” 30’larımın başındayım ve her geçen gün daha az çocuk istiyorum. Halbuki 20’lerimde, çocuk büyütmek nedir en ufak bir fikrim yokken çok daha istekliydim çocuk yapmaya. Şimdi ise çocuk istememek için o kadar çok nedenim var ki, hangi birini sayayım. Klasik nedenler, dünya berbat bir halde ve kıyamete yaklaşıyoruz der kestirip atabilirim ama biliyorum ki daha büyük sebep iyi bir anne olacağımı düşünmemem. Eşek kadar oldum artık kendimi iyi kötü tanıyorum, anne olmak için fazla huysuz ve sıkılganım, endişeye depresyona meyilliyim ve bunların ırsi olabileceğini düşünüyorum, bir çocuğa bunları çektirecek olmak adice geliyor. Böyle sayınca çok altruistik oldu, kısaca “uğraşmak istemiyorum” gibi bir nedenim de var, kulağa diğer sebepler kadar hoş gelmese de. Üstelik eşim de çocuk pek istemiyor, onla durup dururken restleşmek, kendim dahi emin olmadığım bir şey yüzünden hayatımın aşkına istemediği bir hayat dayatmak istemiyorum. E o zaman yapma, başına silah mı dayıyorlar diyeceksiniz. Şöyle bir derdim var, çocuk yapmamam annemi çok mutsuz edecek ve ben annemi çok seviyorum, mutsuz olmasını istemiyorum. Çocuk istemediğimi kendime her itiraf ettiğimde, ardından bunun annemi ne kadar üzecek olması gerçeği oturuyor içime. Annem bütün çekincelerimin farkında, “sen yap ben bakarım” falan diyor artık. Fakat içimde alarm zilleri, sırf anneanne mutlu olsun diye bir insan getirilir mi bu dünyaya, delirdin mi. Bir de tabii odadaki diğer fil: Şimdi istemiyorum ama ya ileride istersem ve istediğimde çok geç olursa? Sırf şimdiki “tembelliğimden” hem gelecekteki kendimi hem annemi üzmüş olursam? Ama işte o isteme hissi gelmeden, ileride olur da pişman olurum diye çocuk yapmak da bi fena değil mi? İçimde biyolojik saat tıklamasını kesinlikle duymuyorum ama acaba eşimle aramı bozmamak için duyuyor da bastırıyor olabilir miyim? Yoksa öyle bir saat olduğuna inanmaya programlandığım için mi kendi hislerimi olduğu gibi kabul etmiyorum, arkasında başka emeller arıyorum?
Cevap 1 – Güzide Üçkelam
Dört ayrı gerekçen var hepsi de birbirine kuyruğundan bağlı ama içlerinde üzerinde en düşünmen gereken herhalde adamla yüzleşme meselesi. Ondan kaçınman, ertelemen çok çok normal bişey, yani şimdi tam da, süper istediğine emin olmadığın bir şey için potansiyel bir çatışma alanından kaçınman. Orada bir zıtlaşmanın izlerini gördüysen, ondan kaçınıyor olman çok normal. Ama işte bu türden işleri kişisel hikayelere, travmalara falan bırakmadan halletmenin yolları var. Doğurganlığını etkileyecek fiziki koşullarınla ilgili bilgi edinip ona göre bir plan yapmak. Yani şimdi çocuk istemiyor olabilirsiniz mesela, üç sene sonra ne olacağını bilmiyorsunuz ikiniz de ve diyelim ki raporlarda elinizi çabuk tutmanızı söyleyen bir şeyler çıktı, bu somut bir şey olur ve herkes şapkayı önüne alır düşünür. O zaman üzerine düşünmeye değer bir şey olur, diğer türlüsü çok hipotetik, egoların çarpıştığı, süper yıpratıcı şeyler. Diyelim ki raporlarda bir şey çıkmadı ama siz bu yolda bir adım atmış oldunuz. Ve aslında çocuk sahibi olmak meselesi de girmek gereken bir kafa, bir ruh hali, kısmen proje olarak ele almak gereken bir iş. Raporlarda derdin çıkmaması zaten iyi bir haber olur ve siz de daha sağlıklı yaklaşabilirsiniz böylelikle. Burada ayırt edici bişey var ama. Hayatımın aşkı olmak epey kurumsal bir şey, o konseptte dertli bişeyler var aslında. Birine çok aşık olmak, onu çok sevmek, çok değer vermek çok güzel bir şey, çok insani. Diğer yandan, hayatımın aşkı kategorisinde senin sana rağmen göze alabileceğin şeylerin işaretleri olabilir, işte onları ayırmak lazım.
Annen meselesine gelince, annen sabah akşam baksa, sen elini bile sürmesen de çocuk senin maalesef ve annenin sağlığı ne kadar mükemmel olsa da özkaynaklarının sınırlı olduğu gerçeği var ortada. Üstelik onun da bir hayatı var, her ne kadar torunla çok mutlu olsalar da 50’li yaşlarını da çocuk bakarak neden geçirsinler, bunu 20’lerde, 30’larda yapmışlardı zaten. Annene kendi hayatı olduğu gerçeğini bir hatırlatmada fayda var herhalde ve süper hassas anneyi üzmemek dengesini gözeterek alabileceğin bir karar değil bu. Üzülse de gözlerini kapayıp kendi kararını vermelisin. Hem zaten annen sana bir şey olursa üzülür, çocuğun olmadığı için değil. Kafasında senin için yarattığı dünyada ortada gezen çocuklar olabilir, bunu düşünerek mutlu olabilir annen, ama ortada gezen çocukların asli sorumlusu sen olacağından annenin meseleyle ilgili bildireceği görüşlerin kıymeti olsa da, kararı verirken bir anlamı olmamalı.
Kendini sıkılgan, endişeli bulup bu genleri başkasına aktarman başka bir şeyin yansıması gibi geliyor bana. Çünkü senin genlerin aynen olduğu gibi çocuğa geçmiyor, babanın genleriyle karışarak, (hatta bazı hastalık riskleriyle) belki bazı karakteristik özelliklerle falan ama son kertede başka bir insan oluyor çocuklar. Belki çok neşeli, gamsız bir insan olacak, bu ihtimal üzerine de düşünmek gerekmez mi? Kötü bir anne olacağını düşünmek de buna benziyor galiba, nerden biliyorsun, belki çok neşeli, gamsız bir anne olacaksın. Çocuğun psikopat olma riski var mesela, bunu düşünerek çocuk sahibi olmuyor insanlar, bu ne çıkarsa bahtına meselesini bir bir tanımlamak lazım. E ama nasıl edeceksin, enine boyuna düşünebileceğin bir olasılıklar dünyası değil bu, çok daha büyük, çok daha kapsayıcı bir şey. Üzerine düşünmeye başlayınca hareket edemez hale gelme ihtimalin çok yüksek.
Bana şöyle geliyor, çocuk sahibi olunca insanların hayatları çok çocuk merkezli oluyor, her şey onların etrafından dönmeye başlıyor. Ama bu biraz seçim gibi bir şey. Hayatının çocuktan önce ne kadar dolu olduğuyla çok alakalı. Yani manalı bir şeyler yapan insanlar, hayata tutunmuş olanlar için, çocuk doğduktan sonra düşe kalka büyüyüp gidiyor. Fakat genellikle kadınlar için bu hayata tutunma, manalı bir şeyler yapma meselesi acayip engellendiğinden, bazen buna fırsat bile bulamadıklarından hayatta yaptıkları en anlamlı şey çocuk oluyor. E meseleyi ortaya böyle koyunca ne çocuğun, ne annenin, ne de babanın hayatı bir şeye benziyor. Herkes mutsuz herkes gergin.
Ama annenin bir hayatı varsa, bir noktada çocuk sahibi olmayı düşündüyse, daha doğrusu diyelim ki bu defteri hepten kapamaya karar verdiği fantazisini kurduğunda içinde böyle minik, ufacık bir ezilme, üzülme oluyorsa bu kadın bir denesin çocuk sahibi olmayı. Her şey yolunda gitti çocuk doğdu, oh oh yoğurup seviyoruz, mıncırıyoruz falan, yere atsın bu kadın çocuğu. Bıraksın o büyüsün, o büyür zaten yani kendi kendine, yerdeki ekmekleri falan yesin bir şey olmaz yani (böyle bir arkadaşım vardı da aynen).
Sonuç olarak: Kontrol sende, dışardan gelen sesler, etrafta olan olaylar, duygular, düşünceler hep bir yere kadar. Kararı sen vereceksin ve baba denen insanın bile çok çok az katkısının olduğu bir süreçte tabii ki patron sensin. Tüm sesleri, endişeleri, kaygıları bir düğmesinden kapat, (bu sandığın kadar zor değil). Sen ne istiyorsun, sen sana ne diyorsa odur. Öbürleri parazit gibi, karıncalı ekran gibi, güç sende (valla billa).
Cevap 2 – Karı Kuvvetleri
Kendi hayatıyla ilgili alması gereken bir karar konusunda annesinin ne hissedeceğini dert eden sayısız kadından biri de benim. Benimkisi çocuk değil, başka bir konuda, ama fark etmez. Söyleyeceğimin çok kısa özeti kulağa “hayat senin, ne istiyorsan onu yapacaksın” gibi gelebilir ama “annem üzülecek” endişesinin öyle kestirip atılabilecek bir şey olmadığını biliyorum. Fakat hem senin dediğin gibi başka birisini memnun etmek için dünyaya çocuk getirilmez, hem de bence çocuk yapmaman anneni “çok mutsuz” etmeyecek, tıpkı benim almak zorunda olduğum zor kararların benim annemi mahvetmeyeceği gibi. Kararını kesin ve net olarak ifade ettiğin bir konuşma veya konuşmalar olursa o sırada çok mutsuz olabilir, arada sırada seni düşünüp dertlenebilir, ama çocuk yapmadın diye annen hayatının geri kalanını çok mutsuz geçirmeyecek. Dolayısıyla kendine evvela şunu sorabilirsin: Annemi üzme ya da hayal kırıklığına uğratma düşüncesi beni neden bu kadar korkutuyor? Annemiz mutsuz olsun istemediğimiz için hayatımızın her alanına etki edecek bir kararı almayı neden düşünüyoruz? Evet annelerimizi çok çok seviyoruz ama sebep sadece bu olamaz. Anneni üzeceğini bildiğin halde bugüne kadar aldığın kararları ve attığın adımları düşün. Sana o adımları attıran neydi? Terazide annenin üzüntüsünün karşısına ne koydun da ağır bastı? Bir de annenle ilişkinin nasıl geliştiğini, hangi değerler üzerine kurulduğunu, nelerden güç aldığını düşün. Daha önceki üzüntülerin üstesinden gelmenizi sağlayan şey neydi? O şey her neyse, senden gelecek bir torunun eksikliğinin üstesinden gelemez mi?
Odadaki fil dediğin şey var bir de. Bilinmezlik ve olası pişmanlık. Çocuk sahibi olma ya da olmama adımı, hayatın yönünü tamamen değiştiren adımlardan biri (diyorlar. Çocuğum olmadığı için bu noktada teorik sallayacağım ve hatta açıkça Dear Sugar‘dan esinleneceğim). Kültürel olarak dirensen de rasyonel olarak elinde sınırsız zaman olmadığını bildiğin için bu konuya şu an kafa yoruyorsun. Ve bu karar gerçekten çok zor, annelik mitinin farkında olduğun ve bir yandan ona direnmeye çalıştığın için zor, rahatını sevdiğin için zor, iyi anne olma hayalleri kurasın gelmediği için zor, ilişkinin dinamiklerini bozmak istemediğin için zor. En çok da galiba, hayat değiştiren tüm kararlarda olduğu gibi, sonucu bilemeyeceğin için zor.
Anne olmak, sağa değil de sola dönseydim hayatım nasıl olacaktı diye düşüneceğin kararlardan biri. Çocuk sahibi olursan da kaybedeceğin ve kazanacağın şeyler var, olmazsan da kaybedeceğin ve kazanacağın şeyler var. Bir yandan aslında nasıl bir anne olacağını ne kadar buna kafa yorsan da olmadan bilemezsin. (Bu açıdan demin çok zor bir karar desem de bana absürd şekilde kolay bir karar gibi gelir bazen. Paraşütle uçaktan atlamaya karar vermek gibi. Tek fark 40 sene filan sürüyor düşüş). Ama zaten “annelik mitinin” ciddi bir kısmı da anneliğin nasıl yaşanması gerektiğiyle ilgili değil mi? Bir annenin, anneliğin her bir döneminde -hamile kalmaya çalışırken, hamileyken, doğumdan hemen sonra, çocuğunun farklı yaş evrelerinde- neyi ne şekilde hissetmesi ve yaşaması gerektiğiyle ilgili mitler ve dayatmalar var, ama bunlar anneliğin kendisinden aslında ayrı şeyler. Anne olmanın kendisi otomatik olarak o mitlere teslim olmak anlamına gelmek zorunda değil. Dünyada sayısız anne var, sen onlardan herhangi biri gibi olmak zorunda değilsin. Tıpkı kadınlığı da mitlere hapsolarak yaşamak zorunda olmadığın gibi. Anneni ve eşini düşünme bir saniyeliğine, kendini düşün, kendinin gelecekteki halini hayal et, bir insanın annesi olmak veya olmamakla ne kazanacaksın ve ne kaybedeceksin sence? Hayatın neye benzeyecek? “Çocuk büyütmekle ilgili en ufak fikrin yokken” anneliği nasıl hayal ediyordun? Eksiler hanesine yazacak şeylerin yokken artılar hanesine ne koymuştun? Endişeye meyilli, huysuz ve sıkılgan olmaktan başka ne özelliklerin var, insanlar sende neyi seviyor? Sen kendinde neyi seviyorsun? Eşinden başka bir insanla paylaşmaktan, ona aktarmaktan mutlu olacağın bir şey var mı? Son olarak Dear Sugar’dan kendime de ayırdığım bir soruyu alıntılayayım: ‘Ya sonra pişman olursam’ diye yaptığın diğer şeyleri düşün, onların ne kadarını yaptığına pişman oldun?
(Fotoğraf: Gordon Parks)