Yol uzun dedim, normalde yol boyu açmadığım mini tv yi açma gereği duydum. Çalışmadı, muavine sordum. Diğer koltuklara geçin boş zaten dedi. İki arka sırada yer gösterdi. Bir arkayı işaret ettim orası dolabilir burada rahat edersiniz dedi, geçtim. İçimdi yalnız oturma arzusu da var tabi o anda. Otobüs soğuk gece uzun. TV programları yine çalışmıyor. Bir film açıp izledim. Kalın giyinmeme rağmen üşüyorum. Muavin bir polar örtü verdi. İyi biriydi. Umarım öyledir diyorum ve içimden tüm iyi temennileri dile getiriyorum.
Geç oluyor. Rahatım yerinde uyuyorum. Arkamda dörtlü koltuk var muavinin uyuduğu. Gece nasıl oluyorsa gözümü açıyorum. Kafam yan olduğundan iki koltuk arasından beni seyreden muavinle burun buruna geliyorum. Gözümün önünden haftalardır gitmeyen o korkusuz, o gözünü kırpmayan bakışları o an görüyorum. İlk an korkuyu yaşamıyorum ama sırası gelecek, ben şaşkınlığı yaşıyorum. Böyle anlarda nutkumun tutulmasına sebep olan her seferinde lanet ettiğim o şaşkınlık, o inanamamazlık duygusunu yaşıyorum. “Bir sorun mu var?” diyorum. Ses yok. “Bir sorun mu var?” diyorum. Mimik yok. Gecenin ikisi uykudan uyanmışım üzerimde uyku sarhoşluğu ne yapacağımı bilemiyorum. Gözlerimi sıkı sıkı yumuyorum. Açtığımda belki utanıp kafasını çevirmiştir diye. Bir çocuk gibi belki de gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda öcüler, böcüler yok olmuştur diye. Gözlerimi açıyorum o surat, o gözler kıpırtısız bana bakıyor. Türk filmlerinde tecavüzcü adamın gerilim müziğiyle zoom yapılmış o donuk suratı burnumun dibinde hala. ” Bir sorun mu var?” diyorum. Bu sefer daha sert olmaya çalışarak. Hala idrak etmeye çalışırken, cevap alıyorum sonunda: “Bir sorun yok.” “Niye bakıyorsunuz o zaman?” “Sizi izliyorum.” ” Rahatsız oluyorum.” “Nasıl rahatsız olursun, uyuyordun.” Şaşkınlığım katlanıyor, şaşkınlığım akıl almaz bir boyuta ulaşıyor. Telefonla uğraşmaya koyuluyorum, mesaj yazmaya. “Tamam uyu izlemeyeceğim söz.” bakıyorum. “Nerelisin?” diyor, yanıtlıyorum. “Film nasıldı?” diyor. “Güzel.” diyorum. Hala nutkum tutuk. Telefonda arkadaşıma anlatıyorum şikayet edelim diyor. Beynim farklı bir boyutta çalışıyor. Daha doğrusu çalışmıyor. İşinden olmasın diyorum. Daha sonra sabaha kadar düşüneceğim bu cesareti kimden alıyor diye. Göze almışsa işinden elbette olmalı, bana yapan başkasına da yapacak, küstah küstah cevap verebiliyor ve hiç korkusu yok. Bunların hepsini sabaha kadar düşüneceğim ve sabah olduğunda bu cesareti kimden aldığını öğreneceğim.
Bir münakaşaya girmemek için bir şey diyemeyeceği bir anı kollayıp yerime geçiyorum. Gözlerimi kapatıp uyuyorum. Korku dolu bir uyku. Birden gözümü açma ihtiyacı duyuyorum. Biri karşımda dikilmiş hissine kapılıyorum. Gece boyu bu anı yirmi kere yaşıyorum. Bir an yanağımda bir ıslaklık hissiyle uyanıyorum. Biri öpmüş gibi irkilerek uyanıyorum. Kimse yok. Bu kadar ürkek bir kadın değilim ben aslında. Zarar vereceğinden korkmuyorum. Bu korku bambaşka bir korku. İstenmeden izlenmenin korkusu. İstenmeden dokunulmanın, öpülmenin korkusu… Bu korku size ait olan şeylere rızanızın olmadan müdahalenin korkusu.
Akla karayı seçerek sabahı ediyorum. Yolculuğun bitmesine yarım saatlik yol kala bir dinlenme tesisinde yarım saat ihtiyaç molası veriliyor. Benim de fazlasıyla hakkımı aramaya ihtiyacım var. İlk otobüse binerken güvenimi kazanan daha babası olan şoförün yalnız kalmasını kolluyorum. Mola boyunca muavini de gözlemliyorum. Bir canavar, geceden kalma bir kabus. Doğru anı bulduğumu düşünüyorum sözü ele alıyorum. Hala iyi niyetle cümlelere başlayacağım. Hani diyeceğim işinden olması korkusuyla falan filan. Şoför anlıyor ki söze başlıyor. Ama ne anlama ki söze şöyle başlıyor: “Bir kere siz arkaya geçmeyecektiniz.” Hani derler ya kan beynime sıçradı. Bana öyle olmuyor. Beynim dahil tüm organlarımdan kan çekiliyor. Kanım donuyor belki. Susuyorum, mimik oynatmıyorum, o cümleden sonraki hiçbir cümleyi dinlemiyorum. Arabaya biniyorum. Yolun bitmesini bekliyorum. Aklımda tek şey başkası da yaşayacak bunu diyorum.
İnince anneme telefonla anlatıyorum. Babam firmayı arıyor. Arka dörtlü koltuğa geçmişse muavinin yanına geçmiş gibi olur doğru olmaz gibi bir cevaptan bahsediyor annem. Artık anlatma diyorum anneme.
Daha sonra olayı arkadaşlarıma anlatırken, iyi niyetli bir erkek arkadaşım sinirleniyor. Sahipsiz mi sandılar diyor. Afarlar küfürler dolanırken susup düşünüyorum: “Sahipsiz” sanmışlar.
(Fotoğraf: Thomas Dworzak, 1996)