Ülke karanlık. Bundan önce defalarca gömüldüğümüz diplere göz göre göre yeniden çekiliyoruz. Artık yalama olmuş bir refleksle çalışıyor bu karanlık mekanizmaları: türlü fenalıklar türetip üstünü örtme, geçmişle yüzleşmeme, hizmet etmekle yükümlü olduğu insanları devletin bekası için, uydurma bir milli birlik için susturma, kaybetme, vurma, hapse atma, öldürme. Bir korku hükümdarlığı yaratılarak elimiz, kolumuz, aklımız bağlanmaya gayret ediliyor. Pislikler biriktikçe bu anafor daha da güçleniyor. Bu normalleşmiş devlet tepkisini, duruma göre zırt diye çıkabilen terör kartını, düşman sevdasını, mağdur söylemini, medyanın hararetle yağladığı bu ölüm makinasını, bu korkunç tanıdıklığı sürekli midesi kalkarak içselleştirmiş halklarız biz. Oysa bunların hiçbiri gerçeğimiz, normalimiz, fabrika ayarımız olmak zorunda değil.
İşte edebiyat böyle zamanlarda yetişiyor. Başucumuzda, nice yutturulmuş yalanları, ‘dünyanın kanunu bu’ senaryolarını yere seren onlarca hikayeyle güç buluyor, içimizi temizliyor, gerçeklik denen şeyin dizginlerini elimize almak için yöntemler buluyoruz. Bu başucu kitaplarından biri Sevgi Soysal’ın Yürümek (1970) adlı eseri mesela. Tam da bu karanlığı çoğaltan başka bir olaya tanıklık ettiği, devletçi refleksi Ela karakteri üzerinden sorguladığı yalın, net bir pasaja denk geldim geçen akşam.
Çıkarma gemisini gördüklerinde bunun doğal olduğunu söylemişti Memet. Ardından geçen gün, bütün bunlar doğal mı şimdi? Irak bir adada, nasıl ve kimler tarafından başlatıldığı bilinmeyen ya da unutulmuş bir yanlışın bir ağustos sabahı bu adanın kumuna, şarabına, güneşine, denizine, horasına, sevişmesine savaş açması, o eski yanlışın bir güzelliği çirkinliğe dönüştürmesi, bunun hiçbir yararı olmaması, doğal mı? Yanlış bir başlangıç noktasının aynı kısır döngüyü yıllara sığan bir durallıkta sürdürmesi doğal mı? Bu olumsuz çemberin hiç bitmeyen, tükenmeyen, yanılmayan gelişimi içine alması, anlamsızlaştırması, bu yumuşak oluşumu umursamayıp o eski yanlışı burada somutlaştırması, o başlangıç anının bütün eksikliklerini, çirkinliklerini inatla sürdürmek istemesi doğal mı?
Hayır değil. Bunların hiçbiri ne doğal, ne tek gerçek, ne de çözümsüz. Sorgusuz sualsiz kendini devam ettirmeye programlanmış, leşimizi çıkarmaya çalışan bu sistemden daha inatçı, daha gözü kara, daha fazlayız. Hiddetlenmeliyiz! Işığın azalışına, dünyanın haline… Alışmamalıyız hiç, şaşırmalı şaşırmalı şaşırmalı, inatla yeniden kurmalıyız. Bu çarklarda yitirecek tek bir aklımız, ağacımız, kuşumuz, kaybedecek tek bir canımız yok.
Ana görsel: Ceri Richards, Do not go gentle into that good night (Yumuşakbaşlı girme o sonsuz geceye), 1965