dünyaca ünlü akademisyen lauren berlant* (63), geçtiğimiz haziran’da, nadir görülen bir kanser türü nedeniyle aramızdan ayrıldı. berlant, kırk yılını chicago üniversitesi’nde geçirdi. amerikan maneviyatını, ulus, cinsiyet, cinsellik ve politik boyutlarıyla ele alan bir dolu kitap yazdı. amerikan toplumunun affective (duygulanımsal) bileşenlerini 19. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan bir hatta tartıştı. özellikle de hukuki vatandaşlığın ırk, cinsiyet, sınıf antagonizmasını; sosyal aidiyetin radikal, normatif ve ikircikli durumlarını yakınlık (intimacy) pratikleri üzerinden inceledi.
lauren, arzuların ve duyguların, insanları bir tür aidiyet duygusu geliştirmeye teşvik eden hayat tarzları yaratmasını ve cinsiyet, ırk, yurttaşlık, sınıf, cinsellik affect’lerini ve karmaşık ilişki kurma hallerini, temaslılıkları mesele edindi. heteronormatifliği karşısına aldı ve kuir olasılıkları yokladı. kendilik ve toplumsallık arasındaki karmaşık ilişkileri affect teori; duyusallık, duygu, duyumsama, hisler ve etkiler, bağıntılar, ilişkiler üzerinden çözümledi.
lauren, üniversite dışına da uzanan okuma grupları oluşturdu, entelektüel bir alan yaratmayı önemsedi. öğrencileriyle, hem onların ne düşündüğünü bilmek isteyerek onlardan öğrenen hem de onlara meydan okuyarak onları besleyen bir tarzda ilişki kurdu. neticede bir aradalık ve topluluk enerjisine kıymet verdi, akademinin sınırlarını bilginin lehine genişleten bir yöntemi benimsedi. meslektaşlarının (deborah nelson, helen b., frank l. sulzberger) ifadesiyle lauren berlant:
. . . Akademi ile aktivizm arasında var olduğu iddia edilen ikili karşıtlığı; bilgi üretiminin ve kültürel değişimin eylem ve sanat pratikleri için önemini, hangi fikirsel malzemenin eylemciler için nasıl ve sanatçılar için nasıl katmanlandığını göstererek karmaşıklaştırdı.
“kadın” yüklemesini vefat ettiği sırada benimsemediğini biliyoruz. vefatının ardından meslektaşları lauren’den bahsederken cinsiyetsiz o (they/their) zamirini kullandılar. öğrencileri, çalışma arkadaşları, yoldaşları çeşitli yazılarla lauren’i anlattı. vurgular hemen hemen birbirini tamamlayan çizgilerdeydi; disiplinlerarası dolaşan bir zihin, bitimsiz bir merak, paylaşmayı seven, kolektif çalışmadan zevk alan, kedi âşığı, şakacı, yetenekli ve parlak bir akıl, yaratıcılığa teşvik ve kuir değerler…
berlant, kariyerinin başlarından itibaren kendine has yollardan geçti. lezbiyen feminist teori üzerine julia kristeva, monique wittig gibi yazarları öne çıkaran bir güzergahta dersler verdi. bu dersler, akademi ödüllü boys don’t cry filminin yönetmeni kimberly peirce (she/her) üzerinde derin iz bıraktı: beyaz, erkek, hetero olmayan seslerin kıymeti üzerine “bir işaret” oldu. peirce, lauren ile yaptığı bir öngörüşmede akademisyen olmak istediğini söylediğinde, berlant’ın cevabı “akademi için yoğrulduğunu düşünmediğini” söylemek ve “film okumada çok iyi olduğunu” vurgulamak olmuştu. ve bu, henüz o sırada peirce’ın kendisinin de bilmediği bir yeteneğiydi. peirce, bu konuşmadan sonra chicago üniversitesi’ne kaydoldu, mezuniyet tezi olarak yazdığı metin ise ileride boys don’t cry filminin senaryosuna dönüştü, devrimsel nitelikte bir etki yarattı. peirce, yıllar sonra kampüse yaptığı bir ziyarette, lauren için “hayal kurma ve hikâyeler anlatmaya dair büyük tutkumun peşinden gitmeme el verdi,” dedi.
w. j. t. mitchell, 28 haziran günü, blog yazısı ile lauren’i andı. birlikte critical inquiry dergisinde çalıştıkları zamanı ve yazı işleri sırasındaki temaslarını aktardı. dergi güncel tüm meseleleri, feminizm, ırk, politik teori ve yorumlamaları mesele ediniyordu ve lauren editöryel ekibe kariyerinin epey başlarındayken dahil olmuştu. bu, ayda üç yüz sayfayı bulan okuma ve düzelti demekti ve o sırada taze akademisyen olan lauren gibi biri için kendi çalışmalarına zaman ayıramamaya dönüşme riski büyüktü. fakat lauren’in işinin zaten “şiir, antropoloji, felsefe, sosyoloji, politik teori, psikanaliz, eleştirel yasa çalışmaları, eşcinsel hakları hareketi, ırksal eşitlik, göçmenlik ve böylece uzayıp giden bir liste”yi içerdiği ortaya çıkmıştı… mitchell, lauren’in yazılarında kendisini çarpan dipnotlarını da andı: notlar “uyanıktır”, “rüya alemindeyken bile” “en azından içlerinden biri” “teyakkuzda”dır. yine mitchell’in ifadesiyle lauren’in “insan düşüncesine özel katkısı”, “normativiteyi sarsmak”tı: “rutin, sınanmamış normal alışkanlıklar”, bunlar “gündelik hayatın sıradan alanlarında, akademi salonlarında, iktidar koridorlarında,” “düşünceye bulaşan”lardı. ve lauren “uyanıklık” (alertness), “yanıt üretebilirlik” (responsiveness) ve “karşı-atak” (counter-play) kurmayı “talep eden biriydi”.
lauren, cruel optimism (2011) kitabıyla sosyal bilimlerin nobel’i olan hubbell medal ömür boyu başarı ödülü de dahil çeşitli ödüller aldı. 2019’da ise chicago üniversitesi, kendisini maclean fakülte ödülüne layık gördü. cruel optimism, entelektüel dünyada fırtına gibi esti. bir punk şarkısına dahi ilham oldu.
lauren, 2019 yılında trans blogger, gazeteci charlie m. ile politik doğruculuk (political correctness -pc-) ve mizah üzerine bir söyleşi yaptı. charlie, bu mülakatta, temelde “neden mizahsızlık (humorlessness) trans insalara yapıştı?” sorusunun peşine düşmüştü. sosyal medyada transları hedef alan; “şaka kaldıramama”, “komik olmama” ithamlarını birlikte ele almışlardı. bu söyleşide, berlant, lise yıllarında cinsiyet nötr bir zamir olarak Co’yu kullandığını, sonraki yıllarında bundan vazgeçmek durumunda kaldığını fakat artık tekrar cinsiyetsiz zamir “they”i kullandığını vurguladı. berlant mizahsızlığı “toplumsal bir ilişkide bir yastığın aniden geri çekilmesi, her şeyin uysal olduğunu düşündüğünüz yerde inatçılığın ani deneyimi” olarak tanımlıyordu. “anti-politik-doğrucu söylemde çok fazla mizah” bu yüzden vardı. bu söyleşide; “kendiliğinden hazzın etik tarafından yönetilmesinin mümkün olup olmadığı” konusu da gündemdeydi. berlant, “hata yapma ve geri alınamaz bir kadere sebebiyet verme” konusunda “çok fazla korku” olduğunu ifade etti. “hemen hemen aynı baskılar, endemik olarak cinsellik üzerinde de uygulanmakta”ydı. charlie burada, andrea long chu’nun “kadınlardan hoşlanma üzerine” (on liking women) makalesini hatırlattı: “arzuyu politik ilkeye uymaya zorlamaktan iyi hiçbir şey çıkmaz”, “bir bakmışsın kedi banyosu yapıyorsundur [give a cat a bath: tüm vücudu dille yalayarak gezinme]. bu politikanın arzuda hiçbir rolü olmadığı anlamına gelmez. örneğin, dayanışma acayip yükseltebilir”.
tam burada, david halperin’in “gey erkekler ne ister?” (what do gay men want?) makalesini anar lauren berlant. “arzu ve cinsel deneyim egemenlik dışı ilişkiselliği (non-sovereign relationality) ister.” benzer bir düşünceyi foucault “the politics of friendship” ve diğer metinlerinde işlemiş, levinasçı terminoloji ile fred moten “dolanıklık” (entanglement) olarak ele almıştır. lauren’e göre, “etik insanların durumları çerçevelemesi işidir”, “fakat bir defa diğerleri ve dünyalar ile ilişki kurduğunuzda, çerçevenin kontrolü elinizde değildir, yalnızca saygı duyduğunuz varlığın bir versiyonu olabilirsiniz fakat bir defa başkalarıyla bir dünya inşa ettiğinizde çerçeve değişimleri ve çerçeve kırma (ya da sadece noktayı kaçırma) kaçınılmazdır.” yayımlandığını göremediği son kitabı on the inconvenience of other people, hayatın tam da bir kara mizahı gibi bu konuya işaret edecektir: egemenlik kurmayan ilişkisellik (non-sovereign relationality) ve mizah. söyleşinin bu kısmında lauren, ilişkiselliğe, şaklabanlığa (slapstick), “dünyayı birlikte dolanmaktan kaynaklanan” yakınlığın “tuhaf değerlerine” ve “yabancılaşmalara kolektif bir dikkat içeren dağıtımcı bir etik (distributive ethic)” hayal etmeyi öne sürer. “egemenliksiz ilişkisellik”, “ilişkilerin dışında hiçbir egemenliğin olmadığını” “ilişkilerde gevşek biçimde örülmüş bir oluş hali”nde olduğumuzu “varsayar”. “karşılaşmalar yoluyla” şekillendiğimize ve “ne olabileceğimiz” ihtimallerine açıklıktır. “egemenlik” de zaten bir “fantazidir. arzudur, bir değeri adlandıran bir mantıktır”.
politik doğruculuk ve mizah yoksunluğunu bir ve aynı şey gibi pazarlayan güç konumlarına karşı mizahsızlığın hangi konumda nasıl etkiler ürettiğini de ele alır lauren. “ayrıcalıklılar, daha az ayrıcalıklı olanlardan mizah talep eder”, eğlencesiz olmamalarını beklerken yeterince güçlü konumda olanlar için mizah, güçlerini pekiştiren bir etki üretir [hem güçlü hem de ezmiyor, şakayla çalışıyor ne kadar da iyi…]. sara ahmed’in güzergâhına çıkan bir düzlemdir bu, “sorunu ifade eden kişi, sorun haline gelir.” “ve sorunun adını koyan kişi, feminist, beyaz olmayan, politik kuir ve/ya trans bir özneyse, ayrıcalıklı olanlar eziyet görmeye alışkın olmadığından” “tanımayı reddederek bu kişileri değersizleştirir”.
komik olmama’dan öte “fazla” olarak damgalanan şeyi inceler lauren. “en küçücük talep, mesela devletin onayından geçmeyen bir isim ve kişi zamiri” talebi dahi “çok fazla” olarak etiketlenir. “normatif hayatı, onun sözleşmelerini, kurumlarını”, “tekrar üretmeyen her yerde politika” söz konusudur. “en spesifik taleplerdeki fazlalık” ve “aşağıdan örgütlenmelerin” “iptal kültürünün” (call-out / cancel culture) “fazla” “olaylı” (dramatic) olmasının nedeni de budur.
arendt’in insanlık durumu kitabındaki, “bağışlama” kavramı üzerine çok düşündüğünü söyler lauren. “söyleneni ya da yapılanı geri alamayacağın için, geriye dönüp olayı silmenin mümkün olmadığını” tartışır arendt; burada bir fakat parantezi, “birlikte hareket etmenin, süreç içinde şekillenmenin ve dayanışmanın canlılığını sürdürmenin”, “bir yolunu yine de bulmamız gerek”. lauren’e göre affetmenin bu biçimde ele alınması, “akışına bırakmaktan” ve “unutmaktan” farklıdır. arendt’in affetmeye dair bu yaklaşımı; lauren için “kendimin veya yoldaşlarımın gelişmesine yönelik” “kalıcı bir tehdit hissettiğimde” “kendi savunmacı veya saldırgan düşünce süreçlerim için bir rehber” biçimindedir.
“özellik” (specialness) talep etme ve şımarıklıkla yaftalanan kuirler; agamben’in “gelmekte olan cemaati” gibi “alternatif değerlerin bir dünyaları olması gerektiği” fikrini işlediğinden, hiyerarşik dikey güce bağımlı otoriter sağ siyasette öfkeye yol açan esas şeydir. sağcı görüşte, “insanların değerli olmayı önce hak etmesi” gerektiği kabulü vardır. “kendine değer verme” ve “özsaygıyı narsisistik baştan çıkarmalar” olarak etiketlerler. lauren “özelliği” bir ayrıcalık gibi gören bu sağcılığı, “sürekli sıkı çalışmanın çaresizliğinin demokrasisi” olarak adlandırır. ve aynı zamanda neoliberalizmin “her özneye süresiz olarak oynama hakkı” bırakan “girişimci öznelliği” de özelliğe karşıdır. bu “öldürücülüğün bir aşaması”dır. lauren burada bir ek yapar; ister gevşek ister sıkı örgütlemiş olsun “hareket kültürü”nün talep ettiği “özel olma” değil “sıradanlaşmış şiddetin dağıtılması”dır.
son olarak lauren, “insanların ifadelerinizi nasıl anlamlandırdığını kontrol edemezsiniz”, “sıradan, rastgele veya hafif olduğunu düşündüğünüz şey bir yük veya silah gibi gelebilir; niyet sadece bir faktördür” demişti. ömrünü de tam olarak böyle karmaşık niyetler, ifadeler, hisler arasındaki bağlantıları ve bunların güç konumlarına etkisini çözümleyerek geçirdi. berlant, geride bıraktığı tüm yazınsal mirası ve sorularıyla hâlâ pek çok çoğumuz için bir deniz feneri.
*lauren berlant, 1957’de doğdu. philadelphia’da büyüdü. lisansını oberlin koleji’nde 1979 tamamladı. master (1983) ve doktorasını (1985) cornell üniversitesi’nde yaptı. tez savunmasından az evvel chicago üniversitesi’nde çalışmaya başladı. doktorasını gücün romantizmi; bilinçdışı, duygusal kararlar, bağlılıklar ve ulusal kimlik ilişkileri, tarihsel romanların öznellik ve tarih arasında nasıl anlatılar ürettiği üzerine yaptı. yapısal (structural), işlevsel (functional), politik normların öznelliği nasıl şekillendirdiğini ve ne tür toplamlar ürettiğini (synergize) analiz etti.
lauren berlant’ın doktora tezinden kitaba dönüşen ilk kitabı ise the anatomy of national fantasy: hawthorne, utopia and everyday life (1991). bu kitabı iki eser daha takip etmiş hepsi bir üçlemeyi oluşturmuştu: the queen of america goes to washington city: essays on sex and citizenship (1997), the female complaint: the unfinished business of sentimentality in american culture (2008).
diğer bir kitabı: reading sedgwick (2019). bazı ortaklaşa çıkardığı kitaplar: sex, or the unbearable (2013), the hundreds (2019). yazdığı bazı dergiler: social text, SAQ, the minnesota review, public culture. artforum, atlantis, contemporary literary criticism, cultural anthropology. ve son olarak 2022 güzünde çıkması planlanan, çıkışını görmeye ömrü vefa etmeyen son kitabı on the inconvenience of other people. berlant, ölümünden birkaç hafta önce dosyayı teslim etmişti. odağında: “siyasi koşullarımızı değiştirebilecek ve yeni yaşam dünyaları yaratabilecek şekilde mutsuzca bağlı olduğumuz nesneler ve durumlarla ilişkilerimizi nasıl gevşetebiliriz” sorusu vardı.
Kaynaklar
Lauren Berlant, preeminent literary scholar and cultural theorist, 1957–2021
Kimberly Peirce reflects on how UChicago shaped her filmmaking career
Remembering Lauren on 28 June 2021
Can’t Take a Joke An interview with Lauren Berlant