Seçme ve seçilme hakkını kazanmamızın 79. yıldönümünde 1935 yılından bir Nezihe Muhiddin röportajı...

TARİH

Nezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?

Bu hafta özel gün ve haftalardan gidiyoruz. Bugün kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 79. yıldönümü. Dikkat ederseniz kadınlara bu hakkın verilişi, bahşedilmesi, hediye edilmesi, ‘hiç lüzum ve ihtiyaç yokken, daha böyle bir talep de gelmemişken’ gökten kucağımıza düşmesi demiyorum. Zaten eşit yurttaşlar olarak en doğal haklarımızdan yalnızca bir tanesi olan siyasete katılma hakkının, kadınların uzun yıllar süren mücadelesinin sonunda nihayet devlet tarafından da (bir yere kadar da olsa) tanınması bugünü kutlama vesilemiz. Çeşitli ‘Olmasaydın, olmazdık’ varyasyonları arasında Yaprak Zihnioğlu’nun Osmanlı Kadın Hareketi’yle ilgili yaptığı araştırmasını Kadınsız İnkılap adı altında kitaplaştırmasına kadar unutturulan bu mücadelenin baş aktrislerinden biri olan Nezihe Muhiddin’in kalbimizdeki yeriyse ayrı.

 

nezihe

Yok yok, olurduk da… Adımız ne olurdu acaba?

 

 

Sıkça yazılıp çiziliyor aslında hakkında artık; toplu eserleri basılıyor, hakkında başka kitaplar çıkıyor. Yine de günü gelip çattığında, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan da önce kurulan, 2. Meclis tarafından ‘aşırı bulunarak’ Türkiye’nin kapatılan ilk partisi olarak tarihe geçen Kadınlar Halk Fırkası’nı kuran bu kadınların, hiç de lise kitaplarından öğrendiğimiz ‘Osmanlı’nın Cumhuriyet tarafından özgürleştirilmeyi bekleyen, çaresiz, güçsüz, kafes ardındaki kuşları’ hikayesine uymayan hikayesi gölgede kalıyor. Halbuki kadınların seçme ve seçilme hakkını elde ettiği gün, aynı zamanda ‘Artık görevini tamamladığı için’ kendini feshetmesi istenen Türk Kadınlar Birliği’nin de sonu… ‘Feminizm yapılacaksa onu da biz yaparız’cı anlayış karşısında bağımsız kadın hareketinin uzun yıllar uykuya dalmasının, örgütlü mücadele yokluğunda devlet feminizminin süper projesi haline gelip, oyun hamuru gibi erkeklerin keyfine göre oramızdan buramızdan çekiştirilip durmamızın başlangıcı. Ve tabii Nezihe Muhiddin için de dolandırıcılıkla suçlanmaktan itibarsızlaştırmaya, akıl hastanesinden unutuluşa giden yolun başı…

 

Hakkında daha olumlu bir röportaj aradım durdum. Şöyle kendini doya doya anlatma fırsatı bulduğu, belki bir kadınla yapılmış bir röportaj… Ama sonra komedyenliğe özenen bu arsız adamla yaptığı röportaj manidar geldi, yalnızca Nezihe Muhiddin’e değil, onun nezdinde dönemin bütün kadınlarına ettiği hakaretlerle bağımsız bir kadın hareketine ihtiyacın öyle kolay kolay bitmeyeceğini göstermesi açısından.

 

Röportaj 1935 yılında, seçme ve seçilme hakkını kazanmamızdan bir yıl sonra Yedigün dergisinde yayınlanmış:

 

Nezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?

 

Nezihe Muhiddin Hanım’ın Harbiye’deki apartmanının salonundayız. Kadınlar Birliği’nin sabık reisi, duvarları tarih sayfalarına çeviren eski resimlerin sahiplerinden bahsediyor. Yarı şaka cevabıma gülerek büyük dedesi Ağa Hüseyin Paşa hakkında verdiği malumatı tamamladı:

 

– Ağa Hüseyin Paşa, ilk Türk Seraskeridir de… Sonra onun tam karşısındaki yağlı boya portreyi işaretle ilave etti:

 

– Bu da meşhur Tepedenli Ali Paşa’dır! Kocamın büyük babasının büyük babası oluyormuş… Eğer o şimdi sağ olsaydı, kocam prens, ben de prenses olacaktık!

 

Nezihe Muhiddin Hanım’ın eseflenişindeki samimiyeti görünce, içimi çekerek iştirak eder görünmek mecburiyetinde kaldım:

 

– Vah vah, çok yazık olmuş hanımefendi!

 

Kadınlar Birliği Müessesi’nin, Tepedenli ile beraber ölen prenseslik hülyalarının, hasreti umduğum kadar uzun sürmedi. O, genç uşağa benim için ikinci bir likör emrettikten sonra güldü:

 

– Kadınlar Birliği’ni de amma yazmışsınız ha! O yazıyı okuyanlar oradaki hanımların fotoğrafçınız önünde poz almaya çalışmaktan, sizinle konuşmaya vakit bulamadıklarını zannediyorlar!

 

– Böyle zannedecekleri, yanılmayacaklarına temin edebilirim hanımefendi. Nezihe Muhiddin Hanım, sebebini cevabından anladığım bir kahkahayı zaptedemedi:

 

– Demek ki beni de öyle zannettiğiniz için fotoğrafçınızı getirmediniz?

 

– Estağfurullah efendim! Ele geçirdiğim konuşma fırsatını kaçırmamak için, soluk almadan söze başladım (Çünkü biliyorsunuz, kadın milleti geveze ya hani? Anladınız di mi? Koş koş kaçırma!):

 

– Hanımefendi, bir dostumun Kadınlar Birliği hakkındaki kanaatini arzetmekliğime müsade buyurulur mu? (Ben demiyorum, bir arkadaşım diyo!)

 

– Buyrun efendim!

 

– Efendim, o: ‘Bir yerde, yangın zelzele gibi facialar vuku bulunca, hayır sahipleri, yardım komisyonları teşkil ederler. Bu muvakkat komisyon, elinden gelen muaveneti yaptıktan sonra, bittabi dağılır.

 

Kadınlar Birliği, kadınlarımızın birçok içtimai mahrumiyetler içinde bulundukları bir devrede teşekkül etti. Onları, sahip olmaları lazım gelen haklara kavuşturmak gayesini güttü. Bugünün kadını, her sahada erkekle müsavi haklara maliktir. Binaenaleyh, bütün maksatlarını temin etmiş olan Kadınlar Birliği’nin elinden gelen yardımı yapmış bir muvakkat muavenet komisyonu gibi kendiliğinden dağılması lazımdır.’ diyor. Siz bu fikre iştirak ediyor musunuz?

 

Nezihe Muhiddin Hanım, hakiki ve samimi kanaatini hassas hemcinslerini gücendirmeden ifade edebilmek için epey düşündü. Verdiği cevabı bir kelime değiştirmeden yazıyorum:

 

– Meşrutiyetten sonra yeni baştan dünyaya gelir gibi olmuştuk. O sıralarda, dostunuzun söylediği maksatların temini için Kadınlar Birliği’ne lüzum vardı. Ve bu birlik bu lüzumdan doğdu. Her ‘yeni doğan’ gibi mırıldandık, sızıldandık, çırpındık… ‘Ağlamayana süt verilmez’ denir. Nitekim bize o kadar güzel gıda verdiler ki, bugün erken yetişmiş birer genç irisi halindeyiz. Avrupa’da okur yazar kadınlar, sade çayla, baloyla, sinemayla, modayla vakit geçirmekle iktifa edemiyorlar. Ve bir birlik teşkil etmişler. Orada toplanıp, ciddi, içtimai meseleler etrafında münakaşalar yapmanın, konuşmanın zevkini tadıyorlar.

 

Bizim Kadınlar Birliği de pekala oradakiler gibi bir entelektüeller kulübü olabilir. Mesela benim tanıdığım ve temas ettiğim hanımların hepsi epeyce münevverdiler.

 

– Söylediğiniz hanımlardan ekserisinin zevcleri çok kıskanç olacaklar!

 

– Niçin?

 

– Bu hanımların ekserisi hiç sokağa çıkmıyorlar da!

 

Nezihe Muhiddin Hanım bunu derhal tekzip etti:

 

– Ne münasebet efendim, her gün çıkarlar!

 

Güldüm (Biz gülüyor muyuz?)

 

– Hanımefendi, ben ki mesleğim itibarıyla muhtelif muhitlere girip çıkarım. Emin olun ki tanışmak şerefini kazandığım hanımefendiler içinde ‘Münevver’ ismini taşıyanlar ‘Münevver’ sıfatına hak kazananlardan çoktur. Bu itibarla, iddianıza inanabilmek için bahsettiğiniz hanımefendilerin toplantılara çok az karıştıklarına hükmetmek mecburiyetinde kalmıştım.

 

Ve neticelenmesi güç bir münakaşanın açılmasına mani olmak için derhal bir sual yetiştirdim:

 

– Kadınlar Birliği’nin dünya sulhunu temine çalışmasına ne dersiniz?

 

– Bu yeni bir şey değildir ki… İlk teşekkül ettiğimiz zamanlarda, Beynelmilel Kadınlar Birliği’ne dahil olmak istemiştik. Bize, sulh cemiyetine aza olmak lüzumundan bahsettiler. Kabul mecburiyetinde kaldık. Fakat asıl mesele, sulha hizmet yolunda yapılacak işleri tayinde isabet göstermektir. Sulh, ‘Uyusun da büyüsün yavrum ninni! Dövüşmesin, harp etmesin, ninni!’ kabilinden ninnilerle çocuk yetiştirmekle temin olunamaz. Halbuki, Beynelmilel Sulh Cemiyeti’nin misyoner azaları, güya sulhu temin maksadıyla verdikleri konferanslarda dinleyicilere miskiyane bir sabır telkin etmeğe çalışırlar. İçlerinden bir tanesini bilirim ki, bir konferans kürsüsünde hançeresini patlatıncaya kadar bağırıyor ve ‘Hanımlar,’ diyordu. ‘Hz. İsa’nın başına iğneli taç konuldu. O, buna boyun eğdi. Yüzüne tokat attılar, öbür yanağını uzattı. Hemcinslerimizin cephelerde birbirlerinin kanlarını içmelerine şahit olmak istemiyorsak, koca peygamberden ibret alalım!’ Fakat gayet garip bir tesadüf bana öğretti ki, bu fetvayı veren sulhperver bir hanımın oğlu, ta bilmem nereden kalkıp da Anadolu’ya saldıran düşmanlar ordusunun safları arasında idi. Bu misal, gayet iyi gösterir ki, insani hislerden dem vuran sulh konferansçılarının miskinlik telkin eden nazariyeleri, menfaat çarpışınca derhal iflasa mahkumdurlar.

 

(…)

 

– Hakkınızda yazılan tenkitler sizi kızdırıyor mu?

 

– Yo, katiyen… Hatta hoşlanırım. Mesela, ben Birlik’teyken, karikatürlerimi yaparlar, türlü türlü tenkitler, alaylar ederlerdi… Bunları alınca bir odaya kapanıp saatlerce, katıla katıla gülerdim.

 

—-

 

Bahsettiği karikatürlerden bir kısmı için: Geçmişi Senden Geri Almak Bütün Ümidimdi

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSMS’leriniz Google’ın Yasaklı Kelimeler Listesiyle Güvende
SMS’leriniz Google’ın Yasaklı Kelimeler Listesiyle Güvende

Android, büyük aşkım, gel birbirimizin kelimelerini tamamlayalım.

MEYDAN

YAraba Aldığım Gün Kadın Oldum
Araba Aldığım Gün Kadın Oldum

'Çok güzelsin yavrum' dedi. O güne kadar sadece sakattım. Araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim.

MEYDAN

YKadının Adı Devletten Siliniyor: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kapanıyor mu?
Kadının Adı Devletten Siliniyor: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kapanıyor mu?

27 Kasım 2013 günü haber ajanslarının yayınladığı haberlere göre AKP hükümeti, Meclis'teki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nu (KEFEK) kapatıp, Aile ve Sosyal Politikalar Komisyonu’na dönüştürmek istiyor! Eşitiz basın açıklaması:

MEYDAN

YSömürgecinin Dilini Konuşmak Kendininkini Reddetmek Anlamına Geldiğinde
Sömürgecinin Dilini Konuşmak Kendininkini Reddetmek Anlamına Geldiğinde

"Böyle böyle Malayalam dili, kaçakçılığını yaptığımız bir şeye dönüştü. Hızlıca ceplerimize sokuşturduğumuz ve kimse görmeden yutmaya çalıştığımız bir şeye…"

Bir de bunlar var

Kadınların Geçiş Yaralarından Medeni Kanun’a Bakmak
Lübnanlı Artistler İstanbul’da, 1948
Umman Nine’nin Mektupları: Kadınlar Çeker Zahmet Küreğini

Pin It on Pinterest