“Kadın Birliği tarafından İstanbul seçimleri münasebetiyle yapılan iki taraflı reklama bu sütunlarda biraz dokunmuştuk; hanımlar hassas olurlar, derhal karşılık verdiler. Doğrusunu söylemek lazım gelirse biz de hanımlarımızı gücendirmek istemezdik; fakat ne yapalım ki Türkiye’nin hayatında çok mühim meseleler mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmalarını ilgisizce seyredemezdik.
Dediğimiz gibi: siyasi haklar iddialarına kalkmayan hanımlara karşı reverans yapmasını, el öpmesini, zarifane söz söyleyerek kırmızı boyalı dudaklarda tatlı ve şuh tebessümleri seyretmesini biz de hoş bir eğlence bulanlarla beraberiz. Lakin karşımızda siyasi haklar iddiasına kalkışmış hanımlarla başka türlü konuşmaya cevaz vardır. Onun için bize karşılık veren hanımlara haber verelim ki iş onların zannettikleri gibi değildir.
Hayattaki vazifelerini yalnız hassas olmak, roman okumak ve roman yazmaktan yahut en son modaya göre giyinmekten ibaret zanneden hanımlara değil ekmeğinin yarısını olsun Anadolu kadınının çalışmasına borçlu olduğu Türkiye’de, dünyanın hiçbir yerinde siyasal haklar verildiği yoktur. Kadın cemiyet içinde, cemiyet için doğrudan doğruya faydalı olmayı bilmedikçe, ve onu fiilen ispat etmedikçe hak sahibi olamaz. Siyasi hakları bu hanımlara mı vereceğiz? Hanım siyasetine hürmet ederiz; ancak hanımlar da Türk milletinin işlerini reklam ve propaganda oyunlarına alet olamayacak derecede yüksek görmek mecburiyetinde olduklarını unutmamalıdırlar!”
Yukarıdaki metin, 1925 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkıyor. Yazı imzasız ama büyük olasılıkla gazetenin başyazarı Yunus Nadi tarafından yazılıyor. Konu şöyle: Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra ve Cumhuriyetin ilanına yakın, 15 Haziran 1923’te dönemin aydınlarından yazar ve öğretmen Nezihe Muhiddin başkanlığında bir siyasi parti, Kadınlar Halk Fırkası kuruluyor. (Cumhuriyet Halk Fırkası’nın da kuruluşundan önce). Mustafa Kemal’e bağlılıklarını bildiren bu partinin kuruluşuna muhtemelen “taşkın programları” (=kadınlara siyasal hak talebi) sebebiyle izin verilmiyor. (İzin verilmediği kesin de, tam olarak sebebi açıklanmıyor). Bunun üzerine Nezihe Muhiddin ve arkadaşları Kadınlar Birliği’ni kurarak programdan siyasi hak taleplerini çıkarıyor ve amaçlarını “kadınlığı düşünsel ve toplumsal alanlarda yükselterek çağdaş ve gelişmiş bir yere eriştirmek” olarak belirtiyor. Programa bir de n’olur n’olmaz “birliğin siyasetle alakası yoktur” maddesi ekleniyor.
1925 yılında İstanbul’da boşalan bir mebusluk var. Kadınlar Birliği, kadınların seçilme (ve seçme) hakkı olmamasına rağmen bu mebusluğa kadın aday gösteren bir dilekçeyi belediyeye sunuyor. Birliğin bu ve benzer girişimleri, Cumhuriyet gazetesi tarafından imzasız yazı ve karikatürlerle devamlı aşağılanıyor. Sanki ilk seferinde komikmiş gibi azıcık değiştire değiştire yayınlanan karikatürler şöyle:
Nezihe Muhiddin’in camilerin bir toplanma yeri olarak kadın kitlelerine ulaşmak ve fikirlerini yaymaya faydası olacağını düşündüğünden camilerde kadın konferansları verme girişimi ile ilgili olarak ise Cumhuriyet’te şu karikatür çıkıyor:
Bu arada siyasal haklar “verilmeden” önce kadınların kendilerini cemiyette ispat etmeleri gerektiği şartını ileri süren Cumhuriyet gazetesinde, Kadınlar Birliği’nin kadınların doktor, mühendis, avukat, memur, sanatkar olabilmelerini düzenleyen kanunlar çıkarılmasını talep etmeleri üzerine şu karikatür çıkıyor:
Kamuya açık konuşmalarında kadın haklarını savunur gözüken ama başyazarı olduğu ve hükümetin sözcüsü konumundaki Cumhuriyet gazetesinde imzasız yazı ve karikatürlerle bu hareketi aşağılayan Yunus Nadi’nin tutumu en hafif tabiriyle bir acayip. O dönem aynı zamanda mebus olduğu düşünülünce Yunus Nadi’nin küçümseyici, çocuklaştırıcı “şöyle olursa veririz”, “şunlara veririz, bunlara vermeyiz” ifadeleri ayrıca düşündürücü.
Tarihin yanlış ve utanç verici tarafına saplanıp kalan bu zihniyet karşısında yazar Yaşar Nabi şu sözleri sarfediyor: “Kadını ve kadınlığı hor gören bu zihniyet ne yazık ki en münevverlerimizde bile görülmektedir. Kadın Birliği tarafından kadına siyasi haklar temini için gerçekleşen girişimin birçok münevverlerimiz tarafından nasıl istihza ve istihfafla [alay ve iğnelemeyle] karşılandığını gördük. Anladık ki en seçkin tabaka arasında bile kadını erkekle eşit görmeye tahammül edemeyenler vardır.” Yaşar Nabi aynı zamanda birliğin çıkardığı Kadın Yolu dergisinin yazarlarından biri.
Aslında dönemin siyasal ortamı düşünüldüğünde (Şeyh Sait İsyanı’nın yarattığı gerilim, Takrir-i Sükun Kanunu, her kesimden muhaliflerin susturulması) Kadınlar Birliği’nin ve dergisi Kadın Yolu’nun varlığına izin verilmesi bile şaşırtıcı. Tüm bu yukarıda yazdıklarımı öğrendiğim, karikatürleri taradığım Yaprak Zihnioğlu’nun muhteşem Kadınsız İnkılap kitabında Zihnioğlu duruma şöyle bir açıklama getiriyor: “Kanımca, Kadın Yolu siyasal iktidara düşünsel katkı ve danışmanlık işlevini de gördü. Bu husus hükümet tarafından açıkça hiçbir yerde belirtilmiş olmasa da, büyük olasılıkla dergi yayımlandığı sürece Mustafa Kemal ve yeni cumhuriyetçi iktidar için kadınlık ve feminizm üzerine bilgilendirme görevini de yerine getirdi. Baskıcı bir dönemde derginin yayınına izin verilmesi bu ihtimali güçlendiriyor. Buna ek olarak Cumhuriyetçi iktidarın kadın hakları reformlarını başlattığı ve uyguladığı kritik bir dönemde, hükümetin kadın hakları siyasalarını destekleyici bir öge olarak yayına izin verilmiş olabilir.” Nezihe Muhiddin’in kararlı ama ılımlı çizgisi, hükümet ve Cumhuriyet Halk Fırkası ile arayı iyi tutmaya çalışması, kadınlar olarak Cumhuriyet rejiminin yanında yer aldıklarını sık sık belirtmesi da bunu sağlayan diğer unsurlar olabilir. Ve fakat bu durum çok da uzun sürmüyor, 1927’de Nezihe Muhiddin hakkında kongrede usulsüzlük ve hesaplarda yolsuzluk yaptığı iddiasıyla davalar açılıyor ve birlikten uzaklaştırılıyor. Nezihe Muhiddin, ispatlanamayan bu iddialardan, davalardan mahkemede aklanarak değil Af Kanunu ile “kurtuluyor”, ancak tüm kişisel itibarı elinden alınmış olarak. Bu olaylar sonrası kimsenin adını anmadığı Nezihe Muhiddin kabuğuna çekiliyor, öğretmenliğe ve roman yazmaya devam ettikten sonra 1954’te ölüyor.
Yunus Nadi’ye geri dönersek, Nezihe Muhiddin’in Kadınlar Birliği’nden uzaklaştırılması üzerine yaptığı saçınızı, başınızı yolduracak yorumları şöyle: “Bir millet nihayette bir aile demek değil midir? Bir aile ise nihayet bir ananın ve son tahlilde analığın şefkat kucağından başka bir şey midir? Daha dün binbir esaretten kurtardığımız aziz Türkiye’mizde kadınlık namına ilk safa gelecek mesele acaba sadece kadınlığın haklarından mı ibarettir? Acaba bizde kadın mebus olmadığı, kadın avukat olmadığı, kadın her şey olmadığı için mi azap ve ızdırap vardır? Tutalım ki kadın her şey oldu, bununla her dava ve bu meyanda kadınlık meselesinin halledilmesi mi olur? Dünkü birlik sanki cemiyetimizden hariç gibi bir mevcudiyet göstermekte ısrar etmiş idi. Nezihe Muhiddin’in şahsında Kadınlar Birliği’nin inatçı ve iddiacı mukabeleleri [karşılık verme] doğrusu bu meselede tüy üzerine tüy dikti. Onun içindir ki yeni vaziyet karşısında: Ooh diyoruz, aman kurtulduk!”
Nezihe Muhiddin’in yerine gelen Kadınlar Birliği’nin yeni başkanı Latife Bekir öteden beri Nezihe Muhiddin Hanım’ın icraatine karşı olduğunu belirttikten sonra “kadınların siyasi hakları ile meşgul olacak mısınız” sorusunu 1927’de şöyle cevaplıyor: “Hayır. Biz Nezihe Hanım gibi hayaller peşinde koşacak değiliz.”
Üç yıl sonra, 1930’da kadınlara belediyede, 1934’te ise milletvekili seçme ve seçilme hakkı “veriliyor”.
Yaprak Zihnioğlu’nun Metis Yayınları’ndan çıkan “Kadınsız İnkılap” kitabını okuyun, okutun!