Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor!
Tecavüze uğrayan, tehditle, silah zoruyla bu “ilişki”ye mahkum edilen kadın… Yaşananlar bütün köy tarafından bilindiği halde, topluca görmezden gelinen, arka dönülen kadın… Bu nedenle Nevin, tecavüzcü Nurettin Gider’i öldürdükten sonra başını bir çuvala koymuş ve meydandaki köy kahvesinde gün boyu hakkında dedikodu yapan adamların önüne fırlatmıştı.
İstanbul’un merkezinde ya da Yalvaç’ın bir köyünde tecavüze uğrayan, hamile kalan bir kadının seçenekleri nedir, birlikte düşünelim:
a) Köy halkı tarafından taşlanarak öldürülmek,
b) “Namus” adına en yakınları tarafından katledilmek,
c) Yargıya başvurduğu durumda “rızan var!” diye geri çevrilmek.
Nevin Yıldırım, ailenin, toplumun, yargının, devletin tüm kurumlarıyla bizi sıkıştırdığı o cendereden kurtulmak, yaşadıklarını değiştirmek için çareyi, tecavüzcü erkeği öldürmekte aradı.
Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor! Orda burda özellikle de sosyal medyada, Nevin’in ne yaşadığını biliyormuş, yargılama dosyasından haberdarmışçasına onlarca şey yazıldı, yazılıyor. Büyük çoğunluk Nevin’in “suçlu” olduğunu düşünüyor, bizlere “Ne yani, tecavüzcünün kafasını kesmesini savunuyor musunuz?” diye soruyorlar. Zira verili “hukuk” üzerinden bakınca kolaylıkla karışıveriyor kafalar.
Bizim eylemlerde ise “Nevin’in baltalarıyız” dövizleri hiç eksik olmuyor. Nevin’in baltasını da kendisini de sahiplenmemiz, bu eylemi güzellememizden ya da her kadına balta kuşanmasını önermemizden değil, Nevin’in eline o baltayı aldıran nedeni anlamamızdan; kadınlara, kendi adaletini kendilerinin sağlaması dışında seçenek bırakmayan bu cinsiyetçi sistemi tanımamızdan kaynaklanıyor.
Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor! Ama bu süreci ve yolculuğumuzu bir de davayı takip eden feministlerden dinleyin istedim.
Nevin’le Yol Arkadaşlığımız
Nevin’le yolculuğumuz 9 yıl öncesinde, jandarmaların arasında götürülürkenki hüzünlü bakışını gördüğümüz günlerde başladı. O zamanlar kendi hayatına sahip çıkan, başka bir seçeneği kalmadığı, başka türlü kurtulamadığı için o erkeği öldürmek zorunda kalan kadınlarla henüz tanışmamış, bu konu üzerine belki de hiç, en azından kolektif olarak düşünmemiş, feminist politika açısından yerini, manasını tartışmamıştık. Nevin’le ilgili haberler düştüğü zaman henüz “Kürtaj Haktır Karar Kadınların” kampanyası günleriydi ve hikâyesinde asıl dikkatimizi çeken tecavüz nedeniyle gebe kaldığı ve doğurmayı istemediği bu bebeğin kürtajına izin verilmediği kısmıydı.
“Nevin” gündemli ilk feminist toplantıyı, İstanbul’da (şimdiki adıyla) Feminist Mekân’da yaptık. Bu toplantıda tereddütsüz biçimde kürtajı savunmalıyız diyenlerimiz olduğu gibi, cenin yaklaşık 6 aylık olmuş, yani bu kadar büyümüşken kürtajı savunmanın doğru olduğundan emin olmadığını söyleyenler de vardı. Yine de Nevin’i ve tecavüze rağmen kürtaj olamamasını gündeme alan ilk eylemi, o toplantı sonrası İstiklal Caddesi’nde yaptık.
Sonra küçük bir ekip İstanbul’dan yola çıkıp, Antalyalı feministlerle buluşup Nevin’i ziyarete gittik, oradan Yalvaç’a, sonra da Nevin’in köyüne. Annesi, babası, kız kardeşiyle tanıştık. Herşey henüz çok yeniydi. Ailesi orada yaşamalarının mümkün olmadığını anlattı, kalamadılar da zaten.
Nevin, 29 Ağustos 2012 tarihinde, kendisine silah zoruyla sürekli tecavüz eden Nurettin Gider’i öldürdüğünde 26 yaşındaydı ve 24 haftalık hamileydi. Isparta Devlet Hastanesine gebeliği sonlandırmak için gitmiş, ama “eş izni gerekir” gerekçesiyle geri çevrilmişti. Oysa gerekmezdi. Kimbilir belki gebeliği o zaman sonlandırabilseydi, hayatı bambaşka şekillenecekti.
“Karnımda her kıpırdanışında tecavüzü ve tecavüz edeni yeniden hatırlatıyor”, “ölsem de doğurmam” dediği halde, tecavüz sonucu oluşmuş gebeliği sürdürmek ve bebeği doğurmak zorunda bırakıldı[1].
İlk duruşma 4 Ekim 2013’te, yani olaydan 402 gün sonra yapıldı. Bu 402 gün boyunca Nevin’i o zaman bulunduğu Isparta’daki hapishanede ziyaret etmeyi sürdürdük. Adliyeye gidip 5 klasörden oluşan dava dosyasını inceledik. İlk duruşmada İstanbul, Antalya ve Adana’dan gelen feministler olarak hazır bulunduk. Uzun bekletmeler, üst aramalar, “adliyenin bahçesinde duramazsınız”lardan sonra salona birkaç kişi girmemize “izin” çıktı. Feministlerin büyük bölümü ise dışarıda saatlerce süren duruşmayı bekledi.
Kendisi de gebe olan kadın mahkeme başkanı, “tecavüz sonucu oluşan çocuklara kürtaj yapılmasın, siz doğurun devlet bakar” diyen şanlı hükümetin şanlı hakimi olarak, Nevin’in yaşadıklarıyla, anlattıklarıyla değil, daha çok gebeliğini sonlandırmak ve bebeği vermek istemesiyle ilgilendi. Duygusal bir tonda “bu çocuğu devlete vermişsin, sen de bir kadınsın, annesin nasıl verdin, için sızlamadı mı?” diye bile sordu. Nevin’in “yargılama”sı, yaşadığı olaylarla, maruz kaldığı cinsel saldırıyla, en azından bunun doğru olup olmadığını anlamaya yönelik soru ve delillerle değil, anneliği ve kadınlığıyla başladı.
Duruşmalar başlamadan önce dosyayı incelemeye gittiğimiz zaman mahkeme kaleminde ve o gün o duruşma salonunda yüzümüze vuran o hava hiç değişmedi; suçlu, suçlu, suçlu…
Nevin’in kalemi daha yargılama başlamadan kırılmıştı. Gerçekten öyle de oldu.
Yargılama boyunca neredeyse tüm köy halkı “tanık” olarak dinlendi. Ne tanık ifadeleri arasındaki çelişki önemsendi, ne de ilk gün Nevin’in lehine olan ifadelerin, sonradan/duruşmada neden değiştirildiği, köyün zengini olan erkeğin ailesinin tanıkları etkileyip-etkilemediği, tanıklar üzerinde baskı kurup kurmadığı araştırıldı.
Üstelik Nevin’in tecavüze uğramadığı “rıza”ya dayalı bir ilişki yaşadığını anlatan bu tanıkların hep “duydum”, “konuşuluyordu, ama kim dedi şu an hatırlamıyorum” şeklinde süregelen dedikoduyu ve “yorumları” aktarması, yani tanıkların iddia edilen “rızai ilişkiye” ilişkin görgüye ve bilgiye dayalı bir anlatımının olmaması da önemsenmedi.
Davanın 13. celsesinde savcı mütalaasını açıkladı. Nevin’in “tasarlayarak kasten insan öldürmekten ağırlaştırılmış müebbet hapis” istemiyle cezalandırılmasını istedi. Bu mütalaa, yargılamanın en başında olduğu gibi “…Nevin’in rızası ile ilişki yaşadığı ve kendisinden hamile kaldığı Nurettin’i tasarlayarak öldürdüğü” üzerine kuruluydu.
Mütalaa, Nevin’in medyadaki görünümünü temelden değiştirdi: olay ilk olduğu sırada “tecavüzcüsünü öldürüp namusunu temizleyen kadın” olarak onay gören Nevin, bir anda evlilik dışı ilişki yaşadığı erkeği öldüren “canavar kadın” olarak haberleştirilmeye başlandı.
Feministlerden başka kimsenin aklına “madem Nurettin hayvanlarını sattı, kaçmak için parayı ayarladı, Nevin’i Yalvaç’tan kaçıracağını köydeki annesine, kardeşlerine haber verdi, İstanbul’u arayıp geleceğini bildirdi. E madem Nevin gönüllüydü neden bu adamla kaçmadı?” diye sormak gelmedi! Daha ilk andan, Nevin’in “suçlu” olduğuna karar veren kocaman bir dünya ve yargı sistemi vardı.
Evet Nevin suçluydu. Sussaydı, idare etseydi, itaat etseydi… Birlikte gitmeyi kabul etmediği tecavüzcü Nurettin ya da kendi ailesi tarafından öldürülseydi… Katilleri “namus” der, bir takım elbise giyer, az cezayla çıkarlardı nasılsa! Nevin’in kendi adaletini araması, kendi hayatına sahip çıkması kabul edilemezdi. Edilmedi de…
Dava, “Hukuk” ve “Adalet”
25 Mart 2015 tarihinde karar duruşması vardı. Antalya, İstanbul ve Adana’dan feministler olarak, bu kez çok daha kalabalık adliyedeydik. Bırakalım duruşma salonunu, adliyenin dış kapısından içeri alınmadık. Bir kısmımızın taşıdığı avukat kimliği de adliyeye girmemizi sağlayamadı. Gerekçe “Başsavcının talimatı”ydı. Neden sonra bir heyetin Başsavcıyla görüşmesine müsaade edildi, kendisi basın açıklaması yapmanın izne tabi olduğunu sandığı ve sürekli “izniniz var mı” gibi sorular sorduğu için anlaşmamız mümkün olamadı. Arkadaşlarımızın yanına döndük, yukarıdan gelen telefon sonrasında adliyede saldırıya uğradık, merdivenlerden aşağı sürüklendik, ağır bir şiddete maruz kaldık, 4 arkadaşımız yaralandı. Ancak oradan ayrılmadık, hatta binanın neresinde olduğunu kestiremediğimiz Nevin’e sesimizi duyurmak için adliyenin her cephesine gidip sloganlar atmaya devam ettik. Duruşma başladıktan epey sonra içerden bir haber iletildi, sadece iki kişinin duruşmayı izlemesine müsaade çıkmıştı! Neyse, hiç değilse Nevin burada olduğumuzu görebilecekti.
O gün karar açıklandı, aslında üç aşağı beş yukarı malumun ilamı oldu; müebbet hapis cezası. Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesi, sistematik tecavüze rağmen “haksız tahrik indirimi”, Nevin’in cezaevinde ve duruşmadaki hal ve tutumlarına rağmen “iyi hal indirimi” bile uygulamadı. İyi hal indirimi uygulamama gerekçesi duruşma zaptında şöyle gerekçelendirilmişti; “duruşmadaki olumsuz hal ve davranışları nedeniyle”. Tüm duruşmaları takip eden bizler bu gerekçenin doğru olmadığının tanıklarıyız. Pek çok kadın cinayeti ya da diğer erkek şiddeti davasında olduğu gibi, karşı tarafa sözlü ya da fiziki saldırıda bulunmadığının, küfür etmediğinin, mahkeme heyetini tehdit etmediğinin tanığıyız. Zaten duruşmadaki “olumsuzlukların” duruşma zabıtlarında yazması gerekir. Böyle bir şey olmadığı için kayıt altına alınmış bir şey de yok.
Erkek katilleri kollayan, gerekçeli kararında “aşk cinayeti” diye övgüler düzüp indirim uygulayan yargının, başka hiçbir seçeneği olmadığı için hayatına sahip çıkan kadınlara sırtını dönen bu çifte standartı üzerine söylenecek çok şey var elbette ama bunlar başka bir yazının konusu.
Nevin ilk karar sonrasında feminist avukatlara da vekaletname verdiğinden Yargıtay’daki duruşma hazırlıkları için kadın avukatlara katılım çağrısında bulunduk. Pek çok şehirden kalkıp gelen onlarca feminist ve feminist avukat 17 Eylül 2017’de Ankara’da hazırdık.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Nevin’in cinayeti tek başına işleyip işlemediği hususunun netleşmemesi, bu konudaki soruşturmalar bitmeden, bu husus açıklığa kavuşturulmadan hüküm kurulmuş olması gerekçesiyle kararı bozdu. Ne meşru müdafaa, ne de uygulanmayan indirimler hususunu bu aşamada tartışmadı.
Herşeye rağmen bir umutla yeniden Yalvaç yollarını arşınlamaya başladık. Mahkeme heyeti değişmişti ama Nevin’e bakış aynıydı. Nitekim bu kez de Nevin’in “tecavüze uğradım” ifadesi araştırılmadı, birbiriyle çelişkili ve/veya öncekinden farklı ifadeler veren tanıklar dinlenmedi. Nevin’in yaşadıklarının bilimsel olarak değerlendirilmesi/ adlandırılması için bu alanın en deneyimli uzmanlarına sahip İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi veya başka bir üniversite hastanesinden ayrıntılı rapor alınması talebimiz de kabul edilmedi.
İkinci Yalvaç günleri de, 21 Mart 2018’de ilk kararın aynen, neredeyse kelimesi kelimesine tekrarı ile sonuçlandı; kendisine yıllarca tecavüz eden adamı öldürmek zorunda kalan Nevin’e, bırakalım ceza kanunun 25. maddesindeki “meşru müdafaa” ya da 27. maddesindeki “meşru müdafaada sınırın maruz görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan aşılması” hükümlerini, yine haksız tahrik ve iyi hal indirimi bile uygulanmadı.
İkinci temyiz aşaması için 16 Mayıs 2019 tarihinde Yargıtay’daydık. Birkaç gün sonra Yargıtay onama kararını açıkladı ve adaletin erkekleri kollamaya devam edeceğini bir kez daha yüzümüze vurdu. Bu karara ilişkin tek olumlu not, heyetteki kadın hakim Meryem Üstüner’in “haksız tahrik uygulanması gerektiğine” ilişkin muhalefet şerhi düşmüş olmasıydı.
Dosyanın Yargıtay’dan Yalvaç’a dönmesini, sonrasında da Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayı planlamıştık ama dava dosyası başvurularımıza rağmen Yargıtay’dan bir türlü dönmüyordu. Öğrendik, Yargıtay Başsavcısı onama kararına “haksız tahrik indirimi uygulanmaması” nedeniyle itiraz etmişti. Doğrusu bu hem şaşırtıcı, hem umutlandırıcı (hiç yoktan iyi!) bir gelişmeydi.
Onama kararını veren Yargıtay 1. Ceza Dairesi bu itirazı reddettiği için, kural gereği dava dosyası Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderildi. 28 Kasım 2019 tarihinden bu yana da Genel Kurulu’nun önünde sırasının gelmesini bekliyor! Bu sıranın ne zaman geleceği belli değil.
Nevin 9 yıl 37 gündür hapishanede. Bu AİHM’in Türkiye’yi mahkum ettiği pek çok kararında tartıştığı “uzun tutukluluk” ölçütlerinin çok üzerinde bir süre.
Aksini söyleyen, yasaklayan bir hüküm olmadığı halde Yargıtay uygulamasında, yargılamayı yürüten mahkeme karar verdikten sonraki süreç, yani üst mahkeme diye adlandırdığımız istinaf ve temyiz aşamalarında geçen süre tutukluluk süresine dâhil edilmiyor. Bu durumda da Nevin’in dosyası gibi bir türlü bitmeyen, üst mahkemede bozulan, tekrar geri gelen, uzadıkça uzayan davalarda tutukluluk süresi hukuki ve insani olmanın çok çok ötesine geçiyor.
Bu konuda Yargıtay’a yaptığımız başvurulardan hiçbir sonuç alamayınca Anayasa Mahkemesi’ne “uzun tutukluluk” nedeniyle başvurmaya ve Nevin’in tahliyesini istemeye karar verdik.
17 Mayıs 2021 tarihinde yaptığımız başvuru maalesef jet hızıyla sonuçlandı. AYM, 29 Temmuz’da tebliğ aldığımız kararında, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle incelemeyi reddetmişti.
Aslında AYM, Yargıtay’dan karar çıkmasını bekleyerek, hatta “bu yeterli değil, kararın kesinleşmesini bekleyin, kesinleşsin sonra gelin” diyerek başvurumuzu başından attı. Tekrarlayayım Nevin’in dosyası 28 Kasım 2019 tarihinden bu yana Yargıtay Genel Kurulu’nun önünde, ne zaman sıra geleceği belli değil. Üstelik yeniden bozma kararı verilirse dosya yeniden Yalvaç’a dönecek, yeniden duruşma süreci başlayacak. Yani Anayasa Mahkemesi’nin akıl yürütmesine kalırsak, o aşamaya gelmek için çoook uzun süre daha gerekebilir. AHİM’in kapısını çalmaya hazırlanıyoruz, bakalım oradan ne çıkacak.
Ama yargı ne derse desin, içerde ne kadar tutulursa tutulsun, Nevin Yıldırım çoktan “hayatına sahip çıkma” mücadelesinin sembollerinden biri haline gelmiş durumda. Belki de tam bu nedenle erkek yargıdan, lehine bir karar çıkması çok zor.
Nevin Hepimize Bakmaya Devam Ediyor
Feminist sanatçılar çok yıllar önce, “kadınlara adalet için, yaşadığımız adaletsizlikleri çarşaf çarşaf ortaya döküyoruz” diyerek bir kampanya örgütlemiş ve çarşaflara Nevin’in portresini çizip “Yıkayınca Çıkmıyor, Nevin Size Bakıyor” diye yazmışlardı. Bu cümle öylece havada asılı duruyor hâlâ. Nevin, jandarmaların arasında yürürkenki ifadesiyle bize bakmaya devam ediyor. Ancak sesini de, duruşma salonunda söylediği “yaşadığım hiçbir şeyi gönüllü yaşamadım, Nurettin beni devamlı rahatsız etti, tecavüze uğradım, köylüler onu engellemeyerek bana yapılan şiddete göz yumdular” sözlerini de, kadınlar dışında kimse duymuyor.
Bu yazıyı, bu uzun yolculukta onca feministin katkısıyla ürettiğimiz açıklama metinleri ışığında oluşturdum. Yazarı olarak benim ismim yazıyor olsa da aslında bu yazı Antalya, Adana, İstanbul ve Ankaralı feministlerin kolektif aklının, emeğinin bir parçası. Bu nedenle de, Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2019 yılında verdiği onama kararından sonra, davayı takip eden feministler olarak yaptığımız açıklamadaki sözlerle bitirmek istiyorum:
“Nevin’in duyulmayan sesi olma çabamızdan vazgeçmeyeceğiz. Ne hukuki sürecin peşini bırakacağız, ne Nevin’i yalnız bırakacağız. Ne de kendi hayatına sahip çıkan kadınlarla yan yana yürümekten vazgeçeceğiz. Çünkü hayatta, başka hiçbir seçeneğinin olmaması/kalmaması ne demek biliyoruz…”
Merak edenler için notlar:
- Nevin ifadelerinde Nurettin’i önce tüfekle vurduğunu, sonra başını bıçakla kestiğini söyledi. Gerçekte ne olduğunu ne bizlere ne yargılama makamlarına hiçbir zaman anlatmadı.
- Nevin uzun zamandır Antalya Hapishanesi’nde ve uzun zamandır Antalya’daki feministlere ve feminist avukatlara emanet.
- Yargılama boyunca da, sonrasında da kendisiyle gereken dayanışmayı göstermeyen kocasını boşadı.
- Hapiste ortaokul ve liseyi bitirdi, üniversite sınavlarına hazırlanıyordu, Yargıtay’daki onama kararından sonra vazgeçti. Yargıtay Genel Kurul’unun kararından sonra belki yeniden düşünür.
[1] Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’un 5. maddesi on haftadan fazla gebeliklerde, gebeliğin annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağının uzman raporlarıyla belgelenmesi halinde kürtaja/rahim tahliyesine izin veriyor.