Ayça Şen, hafta içi her sabah İzmir’deki evinden radyo programı yapıyor. Eşi Toni Drosa ile birlikte. Kendi kurdukları radyoya Karavan adını verdiler. Programları internet sitesinden (http://www.aycaevhali.com) ve mobil uygulamayla dinlenebiliyor. Sabah programı Ayça ve Toni ile Ev Hali, bir yudum samimiyete hasret kalanlar için vaha gibi bir şey. Muhtemelen “Enişteniz” Toni’nin düzenlediği gezilerde, “Ayça Şen Başkan”ın yaptığı stand up’larda buluşan dinleyiciler de bunun peşinde. Ayça’nın İstanbul’da, Galeri Merkür’de açtığı yeni resim sergisini bahane edip bunları konuştuk işte…
Ayça, kendi radyonu kurmaya nasıl karar verdin?
Ayça: Her zaman aklımdaydı fakat bir türlü harekete geçemiyordum. İşten atıldığım gün dinleyiciler “Mutlaka kendinize radyo kurun” falan dedi. Ben hemen arabeske bağladım ve “Benden hiçbir şey olmaz, bittim artık, aç kalacağım, zaten ‘loser’ın tekiyim” filan yapmaya başladım. Ondan sonra Toni dedi ki “Hemen başlıyoruz.” O çok hırslıdır. Bir hafta içinde web sitesini ve radyoyu kurdu.
Her isteyen böyle pat diye sizinki gibi bir radyo kurabilir mi?
Toni: İsterse kurabilir. Bir web siten olacak, o zaten kolay. Bir tane radyo programın olacak. Bir de server’ın olacak. Hepsi bu.
İnsanları canlı yayına bağlamak için falan bir şey gerekmiyor mu?
Toni: Telefonu mixer’a bağlıyorsun, o kadar.
Ayça: Ama bir de bunları devam ettirecek aslan gibi yüreğin olması lazım…
Toni: Bir de Ayça Şen gibi 22 yıllık geçmişin olacak; biraz da deneyim olacak yani.
Ayça: Tabii ki herkes yapabilir. Sadece bir fikirle ve samimiyetle başlıyorsun. Herkes her işi yapabilir eğer samimi olursa, çok isterse ve bir de sebatlı olursa. Sebat çok önemli. Bak 25 yıllık radyocuyum, çok dinleyicim var, hakikaten popüler bir radyocuyum fakat bende sebat yok, moruk. O sebat da Toni’de var. Yani, biz tam bir takım çalışması yaptık.
Moralin bozuk olduğunda Toni seni radyonun başına oturtuyor herhalde…
Tabii abi, ben hemen bilek kesecek kıvamlara geliyorum. Çok kötü düşüyorum çünkü ben düştüm mü…
Türkiye’de benzer radyolar var mı?
Ayça: Var var, standart.fm var, radiofil.fm var… Radyoyu kurarken, Fil Radyo bize çok destek verdi. Fil Radyo’nun sahibi Serkan (Alkan) var, arasak hala bize destek olur. Çok paylaşımcı çocuklar. Serkan siteyi kurarken İzmir’e geldi, iki gün bizde kaldı, siteyi kurdu, şarkıları koymayı öğretti, her şeyi yapmayı o öğretti bize. Bizden hiçbir emeklerini esirgemediler sağ olsunlar.
Toni: Dinleyiciler de çok destek oldu.
Ayça: Evet, para yolladılar, hemen birbirlerine yaydılar. Bir de ben çok erotiğim. O çok önemli. Ben erotik olmasaydım bütün bunlar belki de hiç olmayacaktı.
Peki nasıl bir radyo kuracağınızı planladınız mı, her şey kendiliğinden mi gelişti?
Ayça: Ben atıldığımda zaten Alem FM’de oturmuş, çok sevilen bir radyo programımız vardı. Bizim derdimiz onu devam ettirmek ve dinleyiciyi kaybetmemekti. Başka hiçbir şey düşünmedik.
Toni: Sonra da ya pes edecektik ya da devam edecektik. Devam ettik. Sonra da buralara hayat getirdi.
Toni, sen daha önce de Ayça ile profesyonel olarak birlikte çalışıyor muydun?
Toni: Şöyle: Alem FM, Ayça’ya “Evden radyo yap” dedi. Evde de para almadan kim yardım edecek? Eşi olarak ben yardım ettim. Yani hayat çizdi bu yolları hep.
Ayça: Ama benim idealimde hiç evden çıkmamak vardı. 40 kere söylersen olurmuş. En sonunda evden çıkmadığım bir hayat kurdum kendime.
Toni: Evden de çıkmadın, yoldan da çıkmadın.
Ayça: Yok, yoldan çıkmışlığım çok oldu.
Toni, sen bu işten önce ne yapıyordun?
Toni: Ben çok iş yaptım. Önce babamın işini yaptım. Babam matbaalara klişe yapardı. Ondan sonra, bir İtalyan şirketi için dünyadan balık ve kalamar satın aldım, Yunan Adaları’ndan balık topladım. Dört sene Babylon’da çalıştım. Babylon Alaçatı’yı kurdum. Sonra da istifa ettim ve Ayça ile evlendik. Ama bu gezi ruhu benim çocukluğumdan beri var. Yatılı okulda okudum. Ortaokul çağlarım yaz kamplarında geçti. Genç milli takımda voleybol oynadım…
Programda kendinize sınırlar koyuyor musunuz?
Toni: Vallahi hiç sınır yok, bol miktarda sinir var.
Ayça: Biraz sınır var, aslına bakarsan. Çok fazla politikaya girmiyoruz, mesela. Sınır diye değil de, biz rahatsız oluyoruz.
Toni: Biz sevmediğimiz için.
Ayça: Çünkü onun sonu yok. Şu anda sol dediğin bir şey aniden sağ çıkabiliyor, sağ dediğin sol çıkıyor. Türkiye’de bu işler o kadar pamuk ipliğine bağlı ki. Sadece bir politik duruşumuz var. Tabii ki Artvin’de hayvanlık yapılmasın istiyoruz… Biz klişe olmamak istiyoruz. Bugünün söylemleri bize çok sıkıcı geliyor. İstanbul’dan da onun için kaçtık. Yok Atatürkçü müsün, yok liberal misin? Yetti daha, yani başka laf yok mu? Bıktım artık İstanbul’da dönen o ezber politik söylemlerden.
Toni: Yani, aktüel değil evrensel bir politika anlayışımız var. Hümanizmamız var.
Samimiyetin dozunu nasıl ayarlıyorsunuz?
Ayça: Ayarlamıyoruz. Mesela bir mevzu oluyor, programa başlamadan önce Toni diyor ki “Ayça bunu sakın söyleme, arkamızdan teneke çalarlar.” Ben de ilk olarak onu anlatıyorum. Neden biliyor musun? Bana program biraz sağaltım gibi geliyor, psikanaliz gibi geliyor. Ben radyo programından sonra kendimi çok geliştirdim. Ve millete de terapi oluyor. Ben bunu çok duyuyorum ve çok motive edici bir şey bu. Herkes “çok cesur ve çok samimi bir program” diyor.
Aslında yaptığınız, bir ‘reality show’. Kardashianların programına benzer bir yanı var…
Ayça: Evet, benim kalçalarım özellikle… Tek farkı, ben daha erotiğim…
İşin o tür bir şeye dönüşmemesi için önlem alıyor musunuz?
Ayça: Ya şimdi biz, henüz hayvanlar gibi dinlenen bir mecra olmadığımız için çok bilmiş enteller çıkıp da bizi rencide edecek böyle –seni tenzih ederek söylüyorum- eleştirilerde bulunmadığı için bunun sıkıntısını henüz yaşamıyoruz. İnşallah, allahın o sıkıntıları yaşatacağı günlerde, paraya para demediğimiz zamanlarda bunu düşünürüz, yavrum… Aman yavrum…
Ayça programda ağda yapmadığından, evde temizlik yapmadığından bahsediyor, kardeşiyle canlı yayında kavga edebiliyor; ‘klasik aile anlayışı’na bayağı ters davranıyor. Bu konuda bir politika takip ediyor musunuz?
Toni: Biz zaten gelenekselliği, muhafazakarlığı benimseyen tipler değiliz. Biraz aykırılığımız var. Duygusal, bohem solcularız diyebiliriz, değil mi Ayça?
Ayça: Ben isimlendirmeyelim diyorum. Ben ezberlere karşı nefret duyuyorum. Mecburiyetler ve ezberler beni boğuyor. Aslına bakarsan aile insanı huzurlu kılan, üretimini sağlayan, hezeyanlarını aza indiren, güzel bir liman verdi bana. Ama bir politika gelip bana bunu dayatırsa o zaman deliriyorum. Kimsenin yargısıyla kendime bir hayat planı çizemem. Kendimi gerçekleştirdiğim müddetçe huzurlu aile ortamı, çocuk, birbirine saygı duymak, bilmem ne… bunlar hoş şeyler gibi geliyor bana. Çok marjinal olmaktan hoşlanmıyorum ama ben o kadar özgürlüğüme düşkünüm ki benim gibi klasik bir insan marjnal oluveriyor. O kadar ezbere yaşayan bir toplumuz…
Aslında düzenlediğiniz gezilerde dinleyicilerinizle bir çeşit alternatif aile yarattınız, değil mi?
Ayça: Tabii, bir nevi akrabalık kurduk.
Toni: Teoride kurduğumuz arkadaşlığı pratikte devam ettiriyoruz. Bu gezilerde tanışan insanlar, grup oldular, defalarca buluştular.
Ayça: Çok yakın arkadaşlıklar kuruldu. Birbirlerinin en yakın arkadaşları haline geldiler. Akraba gibi oldular. Zaten yavşaklar eleniyor, biliyor musun? Çok da fazla yavşak çıkmadı bizim dinleyicilerden. Bir balans tutturuyoruz. Benim de çok büyük yavşaklıklar yaptığım zamanlar oluyor. Büyük dedikodu döndüğü, tam bir ‘reality show’ haline geldiğimiz zamanlar oluyor. Yoldan çıkılmış gibi hissediyoruz, sonra aniden bir samimiyet dalgası oluyor. Değişik bir şey…
Gezilere katılanlar arasında nasıl ortak yanlar görüyorsunuz?
Toni: Bir kere çok hoşgörülüler. Empati yapabilen insanlar. Entelektüel tipler. Gülümseyen insanlar. İyi insanlar, kısaca.
Ayça: Kendini geliştirmenin en önemli şey olduğunu düşünüyorlar bizi dinleyenler. Kendimi tanımalıyım, diyen insanlar bizimle birlikte oluyor.
Toni: Tek başına gelen çok kişi var mesela. Gelip bir çevre buluyor, aynı kafa yapısında insanlar buluyor.
Ayça: Çünkü çok samimi olduğumuzu biliyorlar, abi yeaaa…
Radyodaki yeni programları nasıl buluyorsunuz?
Ayça: Vallahi ben seviyorum. İki kişi bile sana şak şak yaptı mı götünü kaldıran bir meslektir bu. O yüzden ben çok temkinli gitmeye çalışıyorum. Daha önce çok alakasız işler yapmış dinleyicilerimiz radyo programcısı oldu.
Nasıl oluyor bu?
Ayça: Biz öneriyoruz ya da kendileri öneriyor. Genelde biz önerdik.
Toni: Program yapmaya başlayanların çoğu radyonun sadık dinleyicileri. Programı Twitter’dan takip eden, telefonla programa katılan insanlar. Sıradan bir birey gibi program yaparlarsa başarılı olacaklar, “Ben programcı oldum” havasına girerlerse bence düşecekler.
Ayça: Sıradanlığı ne kadar devam ettirebilirlerse, düşüncelerini ne kadar yalın, sarih bir biçimde ifade edebilirlerse, bir yandan işin piçliğini de devam ettirebilirlerse… Çünkü şak şak almak çok ciddi bir sınavdır.
Çok dinleyiciniz var mı?
Ayça: Var var, arslan gibi dinleyicimiz var. Bizi idare eder. Belki bir Ferit Şahenk’i kesmez… gerçi onları da keser. Kurumsal radyoların canlı yayınlarında da dinleyici sayısı bundan fazla değildir.
Yani binler mi, on binler mi…?
Ayça: On binler. On binler demeyelim de on bin diyelim. Ya da 11 binler diyebiliriz istersen. Bizim kemik, böyle lokum, ‘creme de la creme’ bir dinleyici kitlemiz var. ‘Donate’ler ile yaşıyoruz.
Radyoda topladığınız bağışlar masraflarınızı karşılıyor mu?
Ayça: Ya işte, birkaç faturayı ödüyoruz. Onunla geçinilmez tabii ki ama bir açığı kapatıyor.
Toni: Gezilerle destekliyoruz.
Ayça, annenin ilk Türk feministlerinden olduğunu söylüyorsun. Sana nasıl bir örnek oldu?
Ayça: Annem gerçek, azılı bir Türk feminist kadını. O dönemin kadını olmasaydı, şimdinin bayağı marjinal kadınlarından biri olurdu diye düşünüyorum. Çok özgürlükçü bir kadın. Hayatın getirdiği zorluklardan dolayı kemikleşmiş zor yanları da olan bir kadın. Çok dominant bir kadın. Mesela bana çok sadık erkek arkadaşlarım olmuştur, “Ayça, evlenelim” falan diyenler de olmuştur… Annem “Ayça, saçmalama, tamam sadık falan olabilir, seni aldatmaz etmez ama böyle ot bir insanla hayatını mı birleştireceksin?” demiştir. Güzel bir geliri olan, çok parlak bir gelecek vadeden gençler de olmuştur. “Saçmalama ya, bu kadar ot bir hayat geçirme, kızım. Bu kadar garantici olma” diyen bir kadındır. “Aşk güzel şeydir, çıplaklık güzel şeydir, birbirine değmek çok özeldir” diyebilen bir kadın. On tane ömrüm olsa, onunda da annem, annem olsun isterdim.
Doktor ve Anne
Sen de gayet feminist feminist konuşuyorsun ama bu kelimeyi kullanmaktan kaçındığını görüyorum.
Ayça: Yok be abi, ben kaçınmıyorum. Eskiden kaçınıyorumdur. O zaman erkek arkadaşları daha fazla olan bir tiptim. Bu Leman tayfası, karikatürcü tayfası erkekler benim çok yakın arkadaşlarımdı. Onlar da alay ederdi feministlerle. Ben de feminist değilim derdim ama tabii ki yaşantım bir feminist yaşantısı olmuştur her zaman. Yaşantıma bakınca harbiden feminist bir insanım. Ben aslında şu anda feminist de değilim, eşitlikçiyim.
Sergine neden “Nereden baksan” adını koydun?
Ayça: Bunun açıklaması olmaz ama ben şundan yola çıktım: Baktığın her yerde aslında kendini görürsün, nereden bakarsan bak. Bu en kabataslak açıklaması, diyelim.
Nasıl bir dürtüyle resim yapıyorsun?
Sürekli o kafayla gezmek zorundasın. Ben mesela yazı yazdığım zamanlarda hiç o kafayla bakmazdım ve gazeteci olmadım, sonuç olarak. Aslına bakarsan 22 yıl gazetelerde yazı yazdım, şaka maka. Ama hiç hayata “Bu haber olur mu” gözüyle bakmadım. Şimdi şimdi her şeye resim gözüyle bakıyorum, biliyor musun? Bir kere bu refleksi edinmek gerekiyor. Son zamanlarda birşeylere bakarken “Ay, ulan şunu yapsam ya, lan şöyle bir şey yapsam ya” filan diyorum. Şu anda yaşadığım sıkıntı “Artık iki boyut bitti, artık başka şeyler yapılacak, başka şekilde anlatacaksın” fikri ile mücadele.
Müzik işlerine ne oldu peki?
Ayça: Ea, ondan sıkıldım ben.
Niye sıkıldın?
Ayça: Abi o “pain in the ass,” biliyor musun? Müzisyeni ayrı dert… Bilmiyorum ya, uğraşamayacağım ben. Çok iyi çocuklar, çok naifler falan ama ben başka türlü, Nazi kampındaymışım gibi çalışıyorum. Müzisyen olmak için daha rahat olmak gerekiyor. Ben üretim sırasında çok disiplinli oluyorum. Sekizde kalkıyorum, Gestapo subayı gibi oluyorum. Onların hoşuma giden bir genişlikleri var, öğleden sonra üçte, dörtte kalkıyorlar. Ben asla öyle bir hayat yaşayamam. Ben çok erken kalkacağım, erken yatacağım…