Reha Erdem’in 2 yıl aradan sonra çektiği ilk uzun metraj olan Neandria (2023) taşrada tıkız erkek hikâyeleri izlemekten sıkışan gönüllere su serpti.
Ezine’nin antik Neandria yıkıntılarıyla dolu Kayacık kasabasında koşucu bir genç kız olan Suna’nın antrenmanıyla kadraj açılıyor. Bu “sakin” kasabada Suna’nın arkadaşları da var: babasına sürekli diss atan, kasabadan çıkmayı hayal eden rapçi Mako ve “kanalıma hoşgeldiniz” Filiz. Bu üçlünün kasabadaki yaşlı, erkek egemen ortamında nasıl hayatta kaldığını, şarkı söyleyip dans etmelerini izliyoruz. Filmin en iç açıcı anları bunlar denebilir.
Hikâye kasabaya gelen bir İmam’ın kasabadaki altın çıkarma çalışmalarına karşı köylüyü örgütlemesiyle devam ediyor. Köy Neandria antik şehriyle iç içe yaşadığı için muhtarla ortaklık eden definecilerin çalışmalarına da tanıklık ediyoruz. Reha Erdem eski filmlerine referans vermemezlik de etmemiş: Kosmos’taki Kosmos’a benzeyen, özlü sözlerle derin açıklamalar yapmayı seven sahte İmam köyde yaşanabilecek doğa katliamına karşı gençlerle bir mücadele örgütlüyor. Buna ek olarak kasabalılar youtuber Filiz’in youtuber’lığı sağolsun, tıpkı Korkuyorum Anne’deki gibi bol bol kameraya, seyirciye konuşuyor. “Mutlu musun?” diye soruyor Suna ve Filiz köydeki akrabalarına, komşularına.[1]
Bu kasaba aslında 2015’te Kaz Dağları’nda siyanürle altın aranması ihtimali belirdiğinde, ÇED raporlarında yok sayılmış bir bölge. Neyse ki altın arama girişimi başlamadan engelleniyor. Tabii biliyoruz ki Alamos Gold şirketi, yıllar sonra 2021’de Kazdağları’nda altın aramak için tekrar harekete geçti. Bu açıdan film hem gerçekten sürekli orada olan bir ekolojik yıkımın, hem buna karşı örgütlenen genç neslin hem de bu kasabada yaşamaya devam etmenin hikâyesi.
Filmin prodüksiyon aşamasından beri ekolojiyi dert edinmesi de film sektörü için ilginç bir deneme. Neandria duyurulmaya başlandığı andan itibaren sürdürülebilirlik kelimesiyle yanyana gelen bir film: Prodüksiyon sürecinde tek kullanımlık plastik malzemeler terkedilmiş, senaryolar kağıda basılmamış, mazotla çalışan jeneratörler kullanılmamış, ışıklar daha az enerji tüketen LED’lerle sağlanmış, geri dönüştürülebilen şeyler geri dönüşüme kazandırılmış. Bu açıdan filmin konusuyla tutarlı bir prodüksiyon yöntemi benimsenmiş. Ancak, bunun film endüstrisinde köklü bir değişikliğe gidilmeden hoş bir pazarlama detayı olmaktan öteye gidebileceğini sanmıyorum.
Neandria Suna gibi genç insanların kasabada yaşayabilecekleri şeylere odaklanıyor. Filmin sosyal medya hesaplarında da yazan “hiçbir şeyin olmadığı ve yaşanmadığı bu kasabada” genç olmak zor. Suna’nın annesi onun atletizmde derece yapmasını istiyor, bunun için antrenmanlarını obsesifçe takip ediyor. Ama Suna koşmayı sevse de yarışmayı sevmiyor. Reha Erdem yaşlı, doğayı umursamayan ama karar mekanizmalarını elinde tutan patriyarkal gücün, kapitalizmin, hırsın karşısına İmam ve onunla örgütlenen kasabanın gençlerini koyuyor. Herkesin uygarlık denen daha büyük bir yığının parçası olduğunu hatırlatarak belki son 100 yıldır orada olan kasabayla M.Ö. 700 yılında antik çağlarda orada yaşamış insanları bir araya getiriyor.
Son dönemde izlediğimiz sansasyonel sanatsal taşra filmlerinde kadınların yan rollere sıkışmasına karşı kadınların ve gençlerin kasabada neler yaşayabileceğini gösteriyor Reha Erdem yine.[2] Suna’nın annesi, kızını tek başına büyütüyor, Gökçe kocasından doğaya kaçıyor. Filmde erkekler/kocalar yokluklarının yarattığı boşlukla bir alan edinebiliyor. En önemlisi de doğal dengeyi bozmayı, açgözlülüğü kendisine hak gören kapitalizmi temsil ediyorlar. Kadınların makuliyeti, aklı, mantığı, doğayı; erkeklerin açgözlülüğü, kapitalizmi, savurganlığı temsil ettiği bu ikilik çok hoşuma gitmese de, taşrada kadınları izlemek içimi ferahlatıyor. Mesela, genç bir kızın kırmızı oje sürmek istemesi ama bunu annesinden gizli yapması ne demek? Birinden hoşlandığını belli etmesi, onun elini tutmak istemesi nasıl karşılanıyor ya da istemediği bir ilgiyi nasıl savuşturuyor?
Suna’nın koşu arkadaşı Belkıs, onu kendi antrenörüyle tanıştırıyor ve genç kız için kopuş bu noktada başlıyor. Sporun rekabeti, acımasızlığı, antrenörlerin sertliği onu koşmaktan soğutuyor. Suna sonunda, antrenmanları iyi gitse ve kazanma ihtimali artsa da, koşmamayı seçiyor, annesinin hırsından sıyrılıyor ve tarih okumaya; Neandria’nın hikâyesini başkalarına anlatmaya karar veriyor. Sonunda köylülerin karşı örgütlenmesine ve gerekli izinler çıkmamasına rağmen altın için kazı yapılmasına onay veriliyor ama açgözlü defineciler yakalanıyor. Kazı için açılan koca boşluğun yanında Belkıs ve Suna’yı şarkı söyleyip dans ederken izliyoruz. Hayat tüm çelişkileriyle akmaya devam ediyor.
[1] Erdem, Kieslowski’nin Talking Heads ve Jean Rouch, Edgar Morin’in Chronicle of a Summer filmlerine referanslar veriyor.
[2] Bunun benzerlerini Beş Vakit, Koca Dünya gibi filmlerinde de yapmıştı.