tartışma “bizden” olmayanları “ayıklama” süreci değil, birbirimizin fikrini anlama, birbirimizi ikna etme, mümkünse ortak noktada buluşma süreci. 

MEYDAN

nasıl konuşalım?

feminizm, tartışarak, bir önce söylenmiş olanı irdeleyip eleştirerek, reddederek, açıla açıla genişleyen bir ideoloji. bu anlamda, temel metinlere ve o metinlerin yorumsanmasına dayanan politik akımlardan –örneğin marksizmden– farklı. feminist bilgi biriktirme süreci, sadece yöntem, perspektif, biriktirilmiş veriler değil aynı zamanda deneyim aktarmayı da de içeriyor çünkü ikinci dalganın bize armağan ettiği o veciz sözle özel olan politik. şuna da işaret etmeliyim. bu şiar öznelin nesnele yeğleneceği anlamına gelmiyor. evet, tekil öznel deneyimler de çok önemli ve bütünün bir parçası olmayı hak ediyor ama özel olanın politik olması politik müdahaleye kapalı alanların ortaya çıkartılması ve müdahale edilmesi anlamına geliyor esas olarak. zaten feminist teorinin açıla açıla ilerlemesi de bununla ilintili çünkü “işgal” edilmedik alanların keşfi, tanımlanması ve dönüştürülmesi kesintisiz bir süreç. bu sürecin mevcut bütün biçimlerini benimsediğimi söyleyemem. örneğin “çubuk bükme” yani bir noktayı düzeltmek için “çubuğu” tam aksi yöne eğme, bir noktaya bazen abartarak vurgu yapma. ya da belli bir konunun trend olması, ne tartışılırsa tartışılsın, mevzunun o trend olan konuya çekelenmesi… ama yine de, hak taleplerinden yeni bir dünya tasavvuruna ve daha önce denenmedik politik müdahale biçimlerine ulaştığımız bu yol çok değerli. o yüzden bizim için tartışmak, konuşmak çok önemli. nasıl konuşalım sorusunun cevabıysa bence çok basit: nasıl yaşamak istiyorsak öyle, yani eşit ve özgür olarak.

 

eşitler olarak tartışmak her şeyden önce bilgiyle deneyimin eşit değerde olması anlamına geliyor ki yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, bu feminist bilgi üretme süreçlerinin temel unsurlarından. eşitler olarak tartışmak, yaş, eğitim, sınıf gibi toplumsal kimliklerin sözün değeri üzerinde bir etkisinin olmaması anlamına geliyor. bir mahallede sığınma evi çalışması yürüten bir gönüllünün önerisinin üniversitede kadın araştırmaları kürsüsünde çalışan bir akademisyeninkiyle eşit değerde sayılması anlamına geliyor. (ki bilen bilir, sahadan gelen öneri genellikle akademiden çıkandan daha yaratıcı ve işlevli olur.) ancak bu sadece sözle halledilebilecek bir mesele değil. örneğin bir batı diline, misal ingilizceye, okuyup anlayacak kadar hakim olmak belli ayrıcalıklarla mümkün. bu ayrıcalıkları ortadan kaldıramayız ama tartışırken, o dilde okuduğumuz kavramları, tartışmayı yürüttüğümüz dildeki karşılıklarıyla ifade etme çabası o ayrıcalıkları silikleştirmenin bir yolu. bu ilk aklıma gelen, böyle onlarca adım tartışmada eşitlenmemizi kolaylaştırır. 

 

ikinci nokta, özgürce tartışmak. özgürce tartışmak derken sadece türkiye gibi bir ülkedeki güvenlik konularını kastetmiyorum. o konu da önemli tabii ama ona daha sonra değinmek istiyorum. özgürce tartışmak demek, fikirlerini savunmuş olmanın tartışma alanının dışında herhangi bir sonucunun olmamasıyla mümkün, yani duygusal şiddetten arınmış bir konuşma ortamıyla. bence bu da ayrıntılandırılması gereken bir konu. 

 

yıllar önce, ilk ödp’nin parti meclisi üyesiydim. çok saygı gören, grubun en yaşlılarından, çoğunluğun çelebi bir insan muamelesi yaptığı bir adam vardı. benim de aralarında bulunduğum birkaç kadından hiç hazzetmezdi ve biz kürsüye çıktığımızda salonda yüksek sesle konuşarak aklımızı dağıtmaya çalışırdı. bu hareketi de bir tür tatlı “delilik” olarak görülüyordu ki kimse bir laf etmiyordu. gençtim, belki biraz da mizacımdan kaynaklanan sebeplerle ona müdahale etmeye kalkmıyordum da aklımı karıştırmasına izin vermemeye çalışıyordum. bu sadece karma ortamlara mahsus bir şey değil. uzun yıllardır tanıdığım bir feminist var. bir toplantıda kendi arkadaşları dışında biri konuşurken yanındakilerde fısıldaşır ve güler. kimisi biri konuşurken alaycı bakışlarla bakar, kimi dikkate almadığı insanlar konuşurken telefonuna sarılır, bir diğeri konuşanın cesaretini kıracak şekilde yüzünü buruşturur… hepinizin aklına böyle örnekler geliyordur. bunların hepsi duygusal şiddet ve engellenmesi gerek.  

 

şunu hatırlatmak istiyorum: genel bir ilke olarak, bir insan kendisini feminist olarak tanımlıyorsa, feminist olup olmaması tartışma konusu olamaz. ama savunduğu, benimsediği fikirlerin feminist olup olmadığı tartışılabilir ve tartışılmalı. bence daha önemli olan nokta şu; yanlış ya da doğru düşünmek bir ahlak değil bilinç sorunu. yanlış fikirlere sahip olmak, kişinin ahlaki olarak kötü biri olduğu anlamına gelmez. o yüzden başta ahlaki olanlar olmak üzere hiçbir yaftalamaya feministler arası tartışmada yer yok. (gerçi politik hiçbir tartışmada yer yok.) 

 

ayrımcılığın yaygın ve yoğun bulunduğu toplumlarda yaşıyoruz. bunlar bilincimizi şekillendiriyor. yaşa dayanan ayrımcılık iki yönlü olarak genelde muhalif insanlar, zaman zaman da feministler arasında karşımıza çıkıyor. uzun yaşamış olmak yani yaşlılık insana daha fazla şey okuma ve gözlemleme imkânı veriyor. ama bir düşüncenin sağlaması, daha fazla bilgi sahibi ve deneyimli biri tarafından benimsenmesiyle olmuyor. gençler de pekâlâ doğru fikirlere, haklı öngörülere sahip olabiliyor. aynı şekilde, insanın aklının 35 yaşında sonra falan durduğuna inanmak hiç mantıklı değil. feminist hareket içinde yaşlanan bir kadın olarak yaşlı bir kadında görülen her “sapma”nın bunamakla açıklanmasından bıktım. yaşlıların sekse, eğlenceye, radikal görüşlere, modern düşünce biçimlerine itibar etmeyeceği/ihtiyaç duymayacağı fikrinden daha da fazla bıktım. bana sorarsanız, feminizm açısından genç ya da yaşlı olmak ayıp değil, tek ayıp şey var, erkek olmak! o yüzden, tartışmalarımızı iki yönlü yaşçılıktan arındırarak yürütmeliyiz. iş burada bitmiyor. doğru düşünmenin ahlaki değil bilinçle ilgili bir mesele olduğunu yazdım yukarıda. doğru düşünmek, aynı zamanda insanın akli melekeleriyle ilgili bir mesele değil. ayrıca bir insanın akli melekelerinin zayıf olması da suç değil. o yüzden, aptallık, zekâ geriliği vb. yaftalamalarla da işimiz olamaz. bunlar doğuştan gelen özellikler, birini çirkin bulduğumuz için küçümseyemiyorsak kendimizden daha zor anladığını varsaydığımız için küçümseyebilir miyiz!

 

translara, eşcinsellere yönelik ayrımcılık en azından son zamanlarda çok gündeme geldi ve bu konuda haklı bir hassasiyet oluştu. ırkçılık konusu da öyle. ama bunların konuşulur, dillendirilir olması kendi saflarımızda bir daha hiç karşımıza çıkmayacağı anlamına gelmiyor.

 

nefret söylemi, feministler arası tartışmadan uzak tutulması gereken bir şey. ama bu da mahkum ederek yapılmaz. çünkü tartışma, özellikle içimizdeki tartışma “bizden” olmayanları “ayıklama” süreci değil, birbirimizin fikrini anlama, birbirimizi ikna etme, mümkünse ortak noktada buluşma süreci. 

 

özgürce tartışmak, fikirlerinin, o tartışmanın alanı dışında, bizi etkileyecek bir sonucunun olmayacağı güvencesiyle mümkün olur; yaftalanma, karalanma, dışlanma ihtimallerini göz önüne bulundurmak zorunda kalarak değil. 

 

güvenlik önemli bir mesele. feminist tartışma yukarıda anlatmaya çalıştığım duygusal şiddetten, devlet şiddetinden ve sağcıların/faşistlerin şiddetinden azade bir alanda sürmeli. andıklarımın hepsiyle, yazı ve tartışmalarım sayesinde yüz yüze gelmiş bir feminist olarak emniyet hissinin tıpkı gündelik hayatımızda olduğu gibi tartışma ortamımızda da bizi özgürleştirecek bir unsur olduğuna ve üstüne düşülmesi gerektiğine inanıyorum. sosyal medya, özellikle propaganda hedefli olarak kendi dışımızdakilerle tartışmak için çok yararlı bir alan, hatta en yararlı alanlardan biri ama feministlerin, baş başa, güvenli bir biçimde tartışabileceği bir mecraya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. bunu deyince aklıma 1990’lı yılların internet forumları geliyor. sadece feministlerin bulunduğu, referansla dahil olunan bir tartışma forumumuz olsa, güzel olmaz mı? bu yazıyı esas olarak bir tartışmaya ve önerilere kapı açmak için yazdım. başka önerileri, itirazı olanların bu yazının altına yazmalarını umuyorum. 

 

 

 

Kapak görseli: Vaat Edilmiş Resimler, 1998-2004. Gülsün Karamustafa.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

Yerkek şiddetiyle mücadelede bundan sonra nereye  
erkek şiddetiyle mücadelede bundan sonra nereye  

şiddet, itaat ettirmenin yollarından biri, kadınlar kendi kararlarını vermekte ısrar ettikçe, eşcinseller ve translar görünürlüklerinden ve haklarından vaz geçmedikçe yükselir, mücadeleyle geriletilir.

MEYDAN

Yçirkinlik hakkı ve diğer şeyler
çirkinlik hakkı ve diğer şeyler

Mesela kişisel bakım kadınlar tarafından, erkekler tarafından yapıldığından daha fazla yapılıyorsa, bu bir eşitsizliğe işaret etmez mi?

MEYDAN

Yyanında olmak, yan yana durmak
yanında olmak, yan yana durmak

her kadın feminizmin derdi, her erkek feminizmin hedefi. ama bu, politik kimlikleri yok saymak anlamına gelmiyor. her kadının yanında olmak her kadınla yan yana durmak anlamına gelmiyor. 

MEYDAN

Yfeministin sömürgecilikle imtihanı
feministin sömürgecilikle imtihanı

kesişimsel olsun olmasın, feminizm kadın haklarını savunmaktan ibaret değil.

Bir de bunlar var

Yeni Türkiye’de Kürtaj: Bekar Bir Kadının Deneyimi
Hayatımız, mücadelemiz, isyanımız feminizm!
Öldürüldüm. Beni Siyah Plastik Bir Poşete Tıktılar.

Pin It on Pinterest