Süpermodel Naomi Campbell, arkadaşı (süpermodel) Kate Moss’un doğumgününü kutlamak için yirmibeş senelik arkadaşlıkları hakkında Evening Standard gazetesine tatlı, sade bir yazı yazmış. Ne yalan söyleyeyim duygu yaptı okurken, arkadaşlığın insanda uyandırdığı pamuklu duygular evrensel hakikaten de.
Yazının çevirisi aşağıda:
Kate Moss’la ilk 1992 senesinde, Los Angeles’ta tanıştım. O 15 yaşındaydı, bense 18. Kısa bir görüşmeydi ama Kate’in çok sessiz olduğunu hatırlıyorum, neredeyse hiç konuşmamıştı. Hala bazen çok çekingen olabilir Kate – birini tanımıyorsa onunla konuşmaz. Dikkatimi çeken diğer şey ise, doğal olarak, güzel yüzüydü. Gördüğüm ilk anda onun özel olduğunu anlamıştım.
Bir kaç ay sonra 1993’te ikimiz de Madrid’de çalışırken bir akşam onu kaçırmaya karar verdim. “Burada yalnız kalamazsın, benimle geliyorsun” dedim. Uzun bir arkadaşlığın başlangıcıydı bu.
O zamanlar o kadar gençtik ki… Çok gençtik. Dünyayı dolaşırken yolda çok fazla zaman geçiriyorduk. Çekimler saatler, saatler sürerdi. Bazen bir çekim diğerinden hemen sonra başlardı, gece ve gündüz boyunca. Kate’le sık sık aynı yerlerde olduğumuz için buluşup birbirimizi kollardık, hemen de eğlenmeye başlardık.
Kate nasıldır? Dürüst, sadık ve direktir. Palavrası yoktur. Gösterişçi değildir. Göründüğü gibidir. Bu huylarına bayılıyorum. Eninde sonunda ikimiz de Güney Londralıyız – ben Streatham’dan, o Croydon’dan – ve işçi sınıfı ailelerden geliyoruz. Kate hiçbir zaman başka bir şey olmaya çalışmadı, ben de. İkimiz de köklerimizi biliyoruz.
O zamanlar ben Christy Turlington’la tanışma şansına çoktan erişmiştim, sonra Kate’i de kanatlarımın altına aldım ve bir üçlü olduk. Christy ve ben Kate’e işlerin nasıl yürüdüğünü anlattık. Eğer bir tasarımcının belli bir huyu olduğunu biliyorsak Kate’e açıklardık, ona insanların nasıl çalıştığını, nelere dikkat etmek gerektiğini söylerdik. Her şeyimizi paylaşırdık. O günlerde o kadar çok çalışıyorduk ki, sonra akşam yemeğine diye gece dışarı çıkıp konserlere gidiyorduk.
Kate New York’ta benim ve Christy’nin dairesinde kalıyordu ve defileler için İtalya ve Paris’e gittiğimizde aynı otellerin aynı katında kalmaya çalışıyorduk. Koleksiyonlar bittikten sonra Marakeş gibi bir yerde mola verip sonra 25 kadar defile yapmak için geri dönüyorduk.
Kardeş gibiydik. Kate havalıydı, şıktı. Bize bazen ne giyeceğimizi söylerdi – “Biraz daha maceracı ve serbest giyinmen lazım” derdi. Bir gün onun tavsiyesiyle Galliano bir elbisenin altına Adidas spor ayakabıları giydim, şimdi bakınca felaket bir hata gibi görünüyor. O gün farkettim ki, Kate Moss bizim yapamayacağımız şeylerle paçayı kurtarmayı başarıyordu.
Evde hepimiz pratiktik. En titizimiz bendim ve yemek yapmayı da seviyordum, Londra’dan kim varsa evde toplayıp Pazar yemekleri yapıyorduk. Büyük İngiliz rostoları, patates, soğan ve adaçayı ile. Yorkshire pudingini yapmayı pek beceremezdim, o yüzden onu Kate yapıyordu – bize Londra ve aileyi hatırlatan İngiliz arkadaşlarımızla vakit geçiriyorduk.
Bir pazar yemeğinden sonra Nirvana konserine gitmek istedik, Columbus Circle’da, eski Coliseum’un orada çalıyorlardı ama biletimiz yoktu. Gidip kapıya dayanmaya karar verdik. Kapıya gidip “Biletlerimiz buraya bırakılmıştı değil mi?” diye sorduk, kadın da doğal olarak “Üzgünüm, burada bilet filan yok” dedi. Biz de birden çok şaşırıverdik, “A-a, ne garip, bize burada olacağını söylemişlerdi” dedik. Kadın Kate’e bakmaya başladı, o dönemde yüzü Calvin Klein reklamlarında, New York’un her köşesindeydi. Doğru söylediğimizi düşünmüş olacaklar ki içeri girdik. Nirvana’yı izledik, sahne arkasına bile girdik. İnsan bir şeyi isterse mutlaka yapar, diyorduk. (Çev. Notu: …Kate Moss ve Naomi Campbell’san yaparsın tabii.)
Etrafımızdaki ani ilgiden ve Christy, Cindy ve Amber’ın dahil olduğu manken çılgınlığından pek haberimiz yoktu. Basına hiç bakmıyorduk, işimizi yapıp bir yandan hayattan zevk almaya çalışıyorduk.
Kate ve ben destek anlamında birbirimizin belkemiği gibiydik. İşlerden sonra yemeğe, gece dışarı çıkardık. Tanıştığımız erkeklerden konuşurduk. Biriyle çıktığımız zaman da görüşmeye devam ederdik. Doğumgünü Los Angeles’taysa, oraya giderdim. Eğer benimki New York’taysa, nerede olursa olsun mutlaka gelirdi. Noel’de, doğumgünleri ve yaz tatillerinde birbirimizin yanında olmaya çalışırdık. Eğer bir defilede yürüyorsam, o çalışmıyorsa bile gelip izlerdi.
Çok spontane yaşıyorduk, hiç plan yapmazdık. Nereye gidersek gidelim hayatın tadını çıkarmaya çalışıyorduk. Profesyonel mankenlerdik, ama bir yandan büyüyorduk da. Çalışmaya o kadar erken başladık ki, o dönem hala ilkgençlik yıllarımızı yaşıyorduk.
Hatırladığım o kadar çok harika zaman var ki. Mesela Şubat 1998’de Nelson Mandela ile tanışmak için Cape Town’a gidişimiz. Kate Nelson Mandela Çocuk Vakfı yararına yapılacak bir gece için bana çok yardım etti, bir sürü insan çağırdı, hepsini de son anda bir araya getirdik. Maceracıydık. Büyükbaba Mandela Cape Town’daki Başkanlık Sarayı’nda bizim için bir çay partisi verdi ve kendini ekipteki herkese tanıştırdı – saç tasarımcıları, makyaj sanatçıları, herkese. Amber o kadar duygulandı ki ağlamaya başladı. Arkadaşlarımızla paylaştığımız, harika bir geziydi.
Doğal olarak Kate ile iyinin yanında kötü zamanları da paylaştık. Kate her zaman yanımda oldu. Zor zamanlarda yanınızda bulunacak arkadaşlar bir elin sayısını geçmez ve Kate de onlardan biri. Oturup gülüşürüz ama aynı zamanda olgun ve saygılıdır da.
Beni çok iyi tanır ve bazen hikayeleri azıcık değiştirse de (“Hayır, o gün zamanında uyanamamıştın,” ya da “onu yaparken yere kapaklanmıştın”) günün sonunda her zaman beraber olduk, ve ben onunla büyüdüm.
Arkadaşlığımızın sevdiğim bir özelliği sorunları kendi aramızda, başkalarını dahil etmeden çözmeyi öğrenmiş olmamız. Her gün konuşmamız gerekmiyor ama aramızda bir bağ var. Bazen bir derdim olduğunu hisseder, arar ve “İyi misin?” der. İçgüdüleri çok kuvvetlidir. Bir şeyi farkettiğini hemen söylemez ama hiçbir şeyi kaçırmaz. Kate’in gözünden hiçbir şey kaçmaz.
Kate ile gurur duyuyorum, hem de çok gurur duyuyorum. Yaptığı ve yapmaya devam ettiği şeylerin muhteşem olduğunu düşünüyorum. Başından beri aramızda hiç kıskançlık olmadı. Her zaman birbirimize destek olduk ve birbirimiz için mutlu olmayı bildik. Kocası Jamie’ye saygı duyuyor ve onu da çok seviyorum. Kate bir yandan harika bir anne de.
Kate ile ilgili en çok sevdiğim şey içindeki çocuğu yaşatmayı başarmış olması, onu kaybetmesini hiçbir zaman istemem. Evet, bugün 40 yaşında, ben de 43’üm, ama insanın içindeki çocuğun hala var olması harika bir şey. İnsani özel kılan, yaratıcı şeyler yapmanı sağlayan şey o kırılganlık. Bu Kate’te var ve beraber olduğumuzda bende de ortaya çıkıyor. Hemen ilkokulda gibi oluyoruz. Beraber büyümüş kız arkadaşlar böyle olur. Arkadaşlığın büyüsü buradadır.
Beraber çok güleriz, her zaman. Onun yanında kendimi tamamen rahat hissediyorum, her şeyi bırakıp, saçımı açıp gerçekten gülebiliyorum. Biz beraberken etrafımızdakiler mutlaka “Amma komiksiniz, ikiniz amma eğlencelisiniz” der.
Kate’in prensibi “Hiç şikayet etme, açıklama da yapma”dır. Mahremiyetine de çok düşkündür, her zaman.
Ona ne hediye alacağıma daha karar vermedim. Hediyesini doğumgününe yetiştirmek için çıkıp biraz etrafta dolanmam, mağazalara bakmam lazım.
Kate benim kızkardeşim gibi, yaşı 40 olsa da olmasa da benim kardeşim o. Birbirimiz için bulduğumuz lakaplarımız bile var! (Ama bence sizinle paylaşmamı istemezdi.)
—
Seneler içinde Naomi ve Kate’in arkadaşlığını gösteren bir takım harika fotoğraflar: (valla galericilik olsun diye değil, bir tane seçmek için girdim hepsi üzerime yapıştı)