– FİLMİ İZLEMEYEN VE İZLEMEK İSTEYENLER İÇİN KEYİF KAÇIRICI BİLGİLER İÇEREBİLİR –
Bir varken bir yokken pireler berber iken develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken burada bir yazı dizisine başlanmıştı. Müzik Şemsiyesi isimli iki bölüme erişebilmiş (I , II) kısa diziciğin ikincisinde çok kıymetli okuyucuya bir başka depresif kadın filmi ve şarkılarıyla geri döneceğimin sözünü bile vermiştim. Sonra ne oldu? Bu üçüncü yazı ‘ilk etapta akla yatmış fakat sonra çeşitli sebeplerle sürdürülememiş çok da dahiyane olmayan fikirler odası’nda diğer fikirlerle yaklaşık iki sene sürecek bir toplantıya girdi. Fakat içimdeki Sezen Cumhur Önal bu toplantı sürdükçe huzursuzlanıyor keb keb kebleniyor can sıkıntısından sakalını örüyor, ayna karşısında yeni mikrofon tutma yöntemleri deniyordu. Neticede evet, SCÖ’nün düzgün diksiyonu galip geldi ve yine bir müzik şemsiyesiyle karşınızdayız. (bu kadın kim, neden bahsediyor? BİZE NE! dediğinizi duyar gibiyim, fakat diksiyonunuz yeterince düzgün, dişleriniz yeterince beyaz değil.)
Bu bölümde bahsini edeceğimiz kadın karakter Mabel Longhetti. Mabel Longhetti’yi anlatırken öyle çok şakalı komiklikli olmak belki tuhaf kaçar diye şimdi biraz ciddileşiyoruz. Film, John Cassavetes‘in “Etki Altında Bir Kadın” isimli filmi. Mabel karakterini efsanevi oyuncu Gena Rowlands canlandırıyor. Ama ne canlandırmak! Film boyunca olmadığı her sahneyi ileri almayı istetecek kadar merak uyandıran bir oyunculukla. Şimdiye kadar performans izlememişim diye hayıflandıran ve kızdıran bir mükemmellikle. Yaptığı her bakış ya da jesti üç kere arka arkaya izleyip her seferinde bir başka his yakalatmayı mümkün kılarak. Öyle ki Mabel’ın da tam olarak o anda üç farklı his hissettiğine emin oluyorsunuz. Hatta bu mükemmel oyunculuk bazen insanı filmden kopartarak Rowlands’ın aslında rol yapmadığını, tam da böyle bir kadın olduğunu düşünme/tahmin etme ihtiyaç duyulmasına neden oluyor.
Mabel San Francisco’nun ufak bir kasabasında mavi yakalı kocası Nick ve üç çocuğuyla birlikte yaşayan bir ev kadını. Filmin başında çocuklarını annesiyle anneanne evine yolladığını ve hevesle kocasıyla planladıkları akşam için hazırlanmaya başladığını görüyoruz. (Hepimiz gibi opera ve scotch eşliğinde). Mabel bekliyor fakat kocası akşama yaptıkları programa şantiyede bir borunun patlaması sebebiyle yetişemiyor. Sabaha kadar çalışması gerektiğini Mabel’a kısa yoldan haber de vermiyor ve kadını akşam boyunca evde viskisi ve kutu biralarıyla yalnız bırakıyor.
Mabel bu bekleyişten sonra Nick’in gelmeyeceğini öğrenince “İnan bana sorun değil Nick.” diyerek evden çıkıyor, birlikte içki içtiği bir adamı evine getiriyor ve aralarında biraz tuhaf şeyler yaşanıyor. (Yönetmen filmin o kısmını kesip bize Mabel’ın aslında tecavüze de uğramış olabileceğini sezdiriyor fakat kesinkes olan bitenden emin olamıyoruz. Her halükarda Mabel eve ilk geldiği sırada ayakta zor duruyor ve bardan gelen adamın kendisini öpmesine müsade etmediği ve adamın onu zorla sıkıştırdığı bir sahneyi izliyoruz.)
Mabel filmin ilk yarısının ortalarına gelene kadar pek göze batan bir tuhaflık göstermiyor. Yani filmin adı olan “Etki Altında Bir Kadın” Mabel’ın neyin etkisi altında olduğunu havada bırakıyor fakat bu süre boyunca bir “etki”yi kurguluyor. Nick Mabel’a romantik akşam vaadine gelemeyeceğini haber vermeden kısa bir süre önce Mabel’dan “farklı ve kırılgan” diye bahseden bir arkadaşına şunları söylüyor:
Mabel deli değil.
Bu kadın yemek pişiriyor, dikiş dikiyor, yatak yapıyor, banyoyu yıkıyor.
Çünkü evet bir Mabel bu fonksiyonları sürdürdüğü halde depresyon geçiriyor olamaz. Dış dünyayla ilişkisinde bir sorun olduğu ima edilemez. Çünkü Mabel bir ev kadınıdır ve diğer tarafları bu fonksiyonlar yerine getirildiği zamanlarda sağa sola kaydırılabilir ve yorumlanabilir olur. Ya da esasında herkes Mabel kadar delidir ancak deliliklerini kanalize edecekleri alanları vardır ve kırılganlıkları kendi deliliklerini kabul ettikleri boyutta azalmaktadır.
Mabel karakterini işlerken yönetmen Cassavetes onu sanki birkaç parçaya bölmüş. Bu parçalar etrafındaki kişilere göre değişiyor. Nick’le başbaşayken başka, çocuklarıyla başka, annesiyle başka ve çevresinde çok insan varken başka oluyor. En çok zorlandığı, yabancılaştığı ve nasıl davranacağını bilemediği zamanlar ise yabancıların olduğu veya birden çok kişiyle muhattap olması gereken zamanlar.
İşte Mabel ilk olarak Nick’in sabahın köründe eve doldurduğu iş arkadaşlarına hazırladığı sofrada “tuhaflaşıyor”. Bu tuhaflık dediğimiz şey genel geçer sosyallik sınırlarını aşarak Nick’in yeni tanıştığı bir arkadaşına ısrarla dans etmesini teklif ettiğinde oluyor. Bu adam dans teklifini geri çevirmiyor fakat Nick onun yerine bir patlama yaşayıp Mabel’a “otur yerine” diye bağırmaya başlıyor. Ve ekip evden hızlıca çıkıp ikisini başbaşa bırakıyor.
Mabel işte burada Nick’e soruyor: “Ne olmamı istiyorsun Nick? Bana sadece söylemen gerekiyor. Ne olayım. Sadece söyle, senin söylediğin her şey olabilirim.” Nick ondan film boyunca defalarca isteyeceği o en zor şeyi istiyor. “Sadece kendin ol!”
Mabel’ın kendisi olurken kabul görmesi çok zor çünkü kuralları anlayamıyor. Bir yetişkinin neden bir çocuktan daha fazla ciddiye alındığını bilmiyor. İçinden taşan bir hisler var ve onları dizginlemenin gerekliliğinin farkında değil. Onaylanmak istiyor fakat kurallara uyamadığı için onaylanmıyor, takdir görmüyor. Onu takdir eden ve tuhaf bulmayan tek arkadaşları çocukları ve Mabel onlar için nasıl bir anne olduğunun da haricinde onlara dışardan nasıl gözüktüğü konusunda bile güven sorunu yaşıyor. Hayatının bu noktasına kadar hep böyle olagelmiş, değişmesi gerektiğini algılıyor ancak değişmesi için gerekli gereçler haznesinde yok.
Şimdi aşağıda Bo Harwood’un film için yapmış olduğu mükemmel piyano parçasını ve Mabel’ın John Cassavetes’in yazdığı şiirde “beni kim nasıl sevebilir, bilmiyorum.” deyişini dinleyelim (vokal 5. dakika civarında başlayacak):
(Filmin müziklerini yapan kompozitör Bo Harwood’un niyeti bu parçayı gitarla çalmakmış fakat John Cassavetes’in isteğiyle piano çalmayı öğrenmesi gerekmiş.)
Erkek yönetmenler tarafından çizilen egzantrik, bunalımlı, krizin eşiğinde, akıl hastanesine kapatılması an meselesi kadın portrelerinin bir ortak özelliği olan “anlaşılmazlık” bu filmde yok. Cassavetes sinemanın aslında neler yapabileceğini bize hatırlattığı filminde seyircinin Mabel’ı anlamasını sağlamak ve esas sorunlu olanın kalıbı yaratan sistem olduğunu söylemek istemiş. Bunda yönetmenin eşi Gena Rowlands’ın dehasının da büyük etkisi olduğunu hayal etmek mümkün. Mabel filmin ilk yarısında kırılganlığı ve giremediği kalıplar yüzünden çok ihtişamlı bir sahne sonrası, esasında “deli” olduğunu düşünmeyen Nick tarafından kontrol altına alınması için günlük rutinlerinden biri elektroşok olan bir akıl hastanesine gönderiliyor.
Mabel’ın çocuklarından ayrılmak istemediği, iyi olduğunu bağırdığı ve nihayetinde şizofreni nöbetine benzer bir kriz yaşadığı, hakikaten delirdiği ilk sahnede filmde Nick’in annesini canlandıran John Cassavetes’in annesi ayrıca bir çılgınlık/histeri krizi geçirir. Kaynana-gelin kavgası olarak anlaşılmasından çok korktuğum bu sahne bana göre norm ve norm dışı arasında kopan fırtınanın kusursuz bir anlatımı.
Youtube’da “yürek parçalayan sahne” diye yer alan sahne, izlemek isteyenler için burada.
Şimdi amma anlattın zevki kaçtı diyenler lütfen öyle demeyin. Çünkü 155 dakikalık filmin “meeh” bir sahnesi yeminle yok. Tamam filmi izlemek biraz sabır ve metanet istiyor fakat temposu bir an bile düşmediği için her sahneyi an ve an anlatıp screenshotlarını buraya koymak bile aklımdan geçti. Daha Mabel’ın çocuklarıyla diyalogları, Nick’in Mabel hastanedeyken çocuklarıyla nasıl ilgilenmeyi denediği gibi burda bahsi geçmemiş onlarca zihin parlatan sahne var. Fakat önceki Müzik Şemsiyesi bölümlerinde rejiden, sonraki programa sarktığımız için ha babam azar işittik. Hatta bir keresinde program mı yapıyorsun fotoroman mı! diye çok feci şekilde azarlanmıştım sevgili okuyucu/dinleyiciler. İnanır mısınız?
Neticede bölümümüzün adı Müzik Şemsiyesi. Dolayısıyla filmin müziklerini yapan Bo Harwood’un Cassavetes’in yönetmenliğiyle ilgili söyledikleriyle bir bölümün daha sonuna gelebiliriz:
“Bazı zamanlar bir sahne çok iyi netice verirdi. Mesela ‘Etki Altında Bir Kadın’da çok aşk ve şefkat dolu bir sahne olurdu. Bunda herkes hemfikir olurdu fakat John sahneyi kullanmazdı. Şefkatten nefret ettiği için değil fakat sahneden istediği şey bu olmadığı için. Yani herkesi gözyaşları içinde bırakan pek çok yönetmenin estetik sebeplerle tutmayı tercih edeceği mükemmel bir sahneyi yalnızca istediği o olmadığı için yok eder, montajlardı. Bu çok olan bir şeydi. Herif tam bir sanatçıydı, at gözlüğü takılmış bir at gibi bildiğini okurdu.”