#MeToo tarafından geliştirilip şu anda kullanılan “kadınlar” tanımı basitçe şu şekilde anlaşılabilir: Kadın düşmanlığına maruz kalmış herkes.

MEYDAN

#MeToo Güncel Feminizm İçindeki Uçurumu Nasıl Ortaya Çıkardı

 

Moira Donegan’ın the Guardian için yazdığı “How #Metoo revealed the central rift within feminism today” adlı makalesinin çevirisidir.

 

 

#MeToo hareketi geçtiğimiz Ocak ayında başladığında birçok kadın kendini iyimser ve heyecanlı; diğerleri ise rahatsız hissetmişti. İstismar ve taciz öyküleri medyada yer buldukça, erkekler kadınlara karşı davranışlarının sonuçları ile yüzleşmeye başladılar. Bazıları işini kaybetti, diğerleri bulundukları pozisyonlardan indirildiler, birçoğu toplum karşısında utanç verici bir duruma düştü. Tecavüz ile suçlanan Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein, mastürbasyon iddiaları ile gündeme gelen komedyen Louis C.K. ve cinsel saldırı ile suçlanan aktör Kevin Spacey’nin kariyerlerinin ‘öldüğü’ ilan edildi. Kadınlara elle sarkıntılık eden şef Mario Batali gibiler ise sosyal hayattan geçici bir süre için ‘geri adım’ attılar. Bir hesaplaşma süreci başlamış gibiydi ve birçok kadına göre bu konuda geç bile kalınmıştı.

 

Rıza, düşmanca ortamlar ve güç kavramları, medyada ve özel hayatlarda tartışılmaya başlandı ve bir erkeğin istenmeyen cinsel girişimlerinin daha geniş sosyal ve politik güçlerin bir belirtisi olduğu sonucu gittikçe kabul görmeye başladı. Çok geçmeden bu tartışmalar ellerini ovuşturan erkek yorumcuların öfkesi ile yarıda kesildi – muhafazakâr yorumcu Andrew Sullivan’dan Donald Trump’a kadar herkes daha tam olarak başlamamış bu hareketin fazla ileri gittiğini iddia ediyordu. Fakat beklenmedik ayrışmalar feministler arasında da baş gösterdi.

 

Bazı feministler dikkatli olunması konusunda ısrarcıydı; diğerleri ise hesaplaşmanın daha da ileri gitmesini istiyordu. Fakat #MeToo hareketi ile ilgili en sık duyulan şikâyet hareketin kısa bir süre içinde aptalca bir hal aldığını düşünenlerden geldi. Kendini feminist olarak tanımlayan Daphne Merkin ve New York Times yazarı Bari Weiss, Harper’s yazarı Katie Roiphe, Sydney Morning Herald yazarı Germaine Greer ve Le Monde gazetesi için bir araya gelen 100 Fransız Kadın ortaya dökülen taciz olaylarının birçoğunun rezalet olarak değerlendirilemeyecek kadar önemsiz olduklarını söyledi. Bu yazarların iddialarına göre çok geniş bir kapsamda değerlendirilmesi gereken farklı cinsel davranış bozukluklarını tek bir başlık altında toplayan #MeToo hareketi, böylece nüans kaybına uğruyordu. Kadınlara daha güçlü olmaları çağrısında bulundular. Erkekleri lafı dolandırmadan reddetmeye ne oldu, diye sordular. Merkin, taciz ve saldırıdan şikâyet eden kadınların kendilerini Viktorya Çağı’ndaki İngiliz kadınlar kadar kırılgan gördüklerini yazdı. Bu mantığa göre kadınlar, cinsel taciz ve saldırı sorununu mizah anlayışı, sabır ve acıya karşı yüksek bir tolerans ile çözebilirlerdi.

 

Bu görüş ayrılığı medya tarafından hemen ‘nesil farklılığı’ olarak tanımlandı. Daha yaşlı feministlerin – 40 yaşının üzerinde diyelim – fesat işbirlikçiler, gülünç derecede eski kafalı ve sınırları aşmak için fazla korkak olduklarını duyduk. Kime sorduğunuza göre, daha genç kadınlar ya tutkulu ve fazlaca kendinden emin, ya safça idealist ya da intikam peşindeydiler.

 

Bu nesil farkı fikri kısmen #MeToo hareketinin feminist muhalifleri ve destekçilerinin kendileri tarafından oluşturuldu. Harper’s dergisi yazarı Roiphe “Twitter feminizmi” dediği #MeToo hareketi ile dalga geçerek sadece narsist ve sosyal medyayı saplantı haline getirmiş Y Kuşağı’nın cinsel saldırılarla ilgili hesaplaşma istediği izlenimini yarattı. Bari Weiss, #MeToo hareketinin gittiği yönü eleştirdiği makalesinde komedyen Aziz Ansari ile ilgili çeşitli iddialar ortaya atan gizli bir genç kadının gençliğine ve saflığına dikkat çekti. Bu arada genç bir okur ve yazar kitlesine hitap eden feminist websitesi Jezebel, “#MeToo Hareketi’ne Gelen Tepkinin Adı İkinci Kuşak Feminizm” başlıklı bir makale yayınlayarak yanlış yola sapmış bir grup yaşlı feministe işaret etti, o düşünürlerin kazandırdıkları veya hatalarını doğru düzgün tartışmadan. Her iki taraf da yaş ile ilgili aynı basmakalıp fikirleri değişen kuşkuculuk seviyelerinde kullandı – yaşlı kadınlar fazla dırdırcıydı ya da gündemden uzakta kalmıştı, daha genç kadınlar egoistti ya da şımarık çocuklardı. Bu yorumların hiçbiri cinsel saldırı hikayelerini paylaşan kadınlar arasında hem genç hem de yaşlıların olduğu gerçeği ile ilgilenmedi. #MeToo hareketini hakir gören isimlerin kendileri de farklı nesillerden geliyor: Sadece 32 yaşındaki Weiss, Merkin’in kızı, Greer’ in ise torunu olacak yaşta.

 

#MeToo hareketi ve karşısında oluşan tepki açıkça ortaya çıkardı ki feministler arasında gerçekten bir ayrışma vardı fakat yapılan analiz, bu ayrışmayı sıradan bir kadın kavgası ya da bıkkın anneler ve ergen kızları arasındaki bir bağrışma yarışı olarak yansıttı. İma edilene göre #MeToo hareketi etrafında gelişen tartışma daha önce gördüğümüz, aile arasında sıradan bir dram idi.

 

Bu yanlış bir yaklaşım. Bu iki kamp tarafından ortaya konulan argümanlar yakından incelendiğinde çok daha derin ve ciddi bir entelektüel uçurum ortaya çıkıyor. Feminizm içinde, birbirinden farklı iki cinsiyetçilik anlayışı oluştu ve sorunun çözümü için birbirinden tamamen ayrı ve uyumsuz iki fikir ortaya çıktı. Birinci yaklaşım bireyci, dik başlı bir yapıya sahip ve kökleri pragmatizm, gerçekçilik ve kendi kendine yetme fikirlerine dayanıyor. Diğer yaklaşım ise geniş, müşterek (communal), idealist ve temelleri ortak çıkar ve dayanışma fikirlerine dayanıyor. Bu iki tür feminizm arasındaki çatışma #MeToo hareketi ile birlikte açıkça ortaya çıktı fakat krizin kendisi aslında feminist düşünce içinde on yıllardan beri sürmekte olan yön değişiminin bir sonucu.

 

#MeToo karşıtı feministlerin ana iddiasına göre #MeToo hareketi bağımsız bireyler olan kadınları “hayır” demeyi becerebilen, cinsel birlikteliğin peşine düşüp tadını çıkarabilen ve hata yapma izni olan, doğru ve yanlış arasında bilinçli seçim yapabilecek aktörler olarak değerlendirmiyor. Bu bakış açısına göre cinsel taciz ve saldırı deneyimlerini gündeme taşıyan kadınlar, bu deneyimler konusunda #MeToo hareketinin söyleminin onlara atfettiğinden daha fazla sorumluluk yüklenmeli. Bu düşünce şekli uzun zamandır var olan, kapitalizm ile oldukça uyumlu, kişisel sorumluluk ve zorluklara göğüs gerebilme kavramlarının özellikle değerli meziyetler olarak takdir edildiği ahlaki bir geleneğe dayanıyor. Bu dünya görüşü kendi kendine yetebilmeye, yoksulluktan refaha tek başına çıkmaya, ya da #MeToo hareketi karşıtlarına göre kadınsı mağduriyetten erkeksi kudrete kendi imkanlarıyla yükselebilme kavramlarına dayanıyor. #MeToo hareketi karşıtlarına göre cinsel tacizlerin her yerde görülüyor olması bu tacizlerin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor ve bu durumda en iyi çözüm öfke değil, kararlılık. Onların varsayımına göre birer birey olan kadınlar cinsiyetçiliğin olumsuz etkilerini yok edecek seçimler yapabilir ve kaçınılmaz olan her türlü cinsel kabalığa katlanabilirler – yeter ki bununla baş edebilecek kadar metanetli olsunlar.

 

Öte yandan, bir de #MeToo hareketi var. #MeToo hareketinin tekil bir ideoloji olduğunu iddia etmek, ya da birçok endüstri ve disiplin içerisindeki olumsuz davranışları ifşa eden bu kültürel hareketin belirli bir politik gündem belirleyecek kadar tutarlı olabileceğini öne sürmek garip gelebilir. Fakat #MeToo akımı hem kişisel hem de sosyal bir hareket olarak, kendisinden önce gelen ana akım feministlerin entelektüel alışkanlıkları ile uyumlu olmayan birtakım varsayımlar üretiyor. Tek başına “ben de” diyen bir kadın, kendisini daha geniş bir grubun parçası haline getiriyor ve taciz edilen, saldırıya veya tecavüze uğrayan diğer kadınlarla birlikte durmayı seçiyor. Bu çok güçlü bir dayanışma. Bu kadar geniş kapsamlı bir kadın grubunun kendi acılarını kadın acısı olarak tanımlamaları, aynı cinsiyetçi güçler tarafından zarar gördüklerini söylemeleri ve bu güçlerin yenilgisini hep birlikte talep etmeleri hala çok nadir rastlanan bir durum.

 

Bu açıdan bakıldığında #MeToo hareketinin genişliği ve kapsamı bir zayıflık değil, aksine bir güç. Neticede birçok farklı hayata sahip bunca kadın, farklı erkeklerden aynı cinsiyetçi davranışlara maruz kaldıysa o zaman sorunun bireyleri aştığını ve daha geniş birtakım kültürel güçlerle ilgisi olduğunu kabul etmek kolaylaşıyor. Aynı anda birçok farklı yerde görülen cinsel taciz olayları gösteriyor ki bir birey sadece doğru seçimleri yaparak ya da kudretli kararlılığı ile kendini güçlendirerek bu saldırılardan kurtulamaz – bir kadından bunu yapmasını talep etmek gittikçe daha da komik bir hal alıyor.

 

O vakit bu ayrışımı “bireyci” ve “sosyal” feministler arasında bir çatışma olarak adlandırmak mümkün. Bu uçurum kısmen feminist projenin nasıl ele alınması gerektiği ve hangi taktiklerin en iyisi olduğu konusundaki görüş ayrılığına dayanıyor: Bireysel güçlenme ile toplu dayanışma arasındaki farka. Fakat bu iki düşünce akımı arasında daha derin bir ahlaki ayrışma mevcut çünkü #MeToo destekçileri ve bu hareketi eleştirenler aynı zamanda cinsel istismarın sorumluluğunun kimde olduğu konusunda da hemfikir değiller. Muhaliflere göre karşılaştığı düşmanlığı anlamlandırmak, göğüslemek ve alt etmek kadının sorumluluğu iken hareketin destekçilerine göre cinsiyetçiliği yok etmek hepimizin ortak sorumluluğu olmalı ki bir daha hiçbir kadın bununla yüzleşmek zorunda kalmasın.

 

Bireyci ve sosyal (toplumsal) feministler arasındaki bu gerginlik, ilk ortaya çıktığı 20. yüzyılın ortalarından beri kadın hareketinin gündemindeki problemlerden biri. Bireyci feminist modele göre kişisel sorumluluk, bireysel özgürlük ve psikolojik uyum sağlama kavramları bir kadına ataerkil düzenin eziyetinden kurtulması ve erkeklerle eşit olması için anlamlı çıkış yolları sağlayabilir. Ünlü birçok batılı feminist uzun zamandır çalışmalarında bu geleneği izliyor. Örneğin 1960’ların çok ses getiren feminist metni Kadınlığın Gizemi’nin yazarı Betty Friedan’a göre çeşitli cinsiyetçi kültürel kodlar kadınların kişisel mutluluğa ulaşmasını engelliyordu. Psikoloji alanında eğitim görmüş olan Friedan, 20. yüzyılın ortalarında yaşayan beyaz, Amerikalı ve orta sınıf kadınların hayatlarına odaklanmıştı. Bireysel feminizm görüşü, Facebook genel müdürü Sherly Sandberg’in 2013 yılında yayınladığı anı/manifesto eseri Lean In (Sınırlarını Zorla) kitabı ile güncel ve yüksek profilli yeni bir taraftar buldu. Sandberg, kitabında liderlik pozisyonlarında ne kadar az kadının olduğundan şikâyet ediyor ve yüksek kurumsal hedefleri olan kadınlara yol gösterici tavsiyelerde bulunuyor.

 

Sosyal feminizmin – daha az bilinse de – aynı derecede uzun bir tarihi var. Friedan’ın kitabı en çok satanlar arasına girdikten sonra Leopoldina Fortunati ve Silvia Federici gibi İtalyan feministler kadınların yüzleştikleri problemleri değerlendirmek için yeni bakış açıları geliştirdiler. Birer Marksist olan bu feministler, toplumsal bir sınıf olarak erkeklerin gene toplumsal bir sınıf olarak kadınlara nasıl yaklaştığını analiz etmeyi hedeflediler. Bu feministler kadının güçlenmesi ve kendini gerçekleştirmesinden daha çok iş bölümü, yaşam koşulları ve ellerinde bulunan nakit para ile ilgileniyordu. Onların bakış açısına göre “kadın işi” olarak değerlendirilen her şey – yerleri paspaslamak, emzirmek, pişirmek, seks işçiliği, çamaşır yıkama ve yaşlı bakımı- yalnızca iş olarak değerlendirilmemeli ve kapitalizmin ücretli iş sisteminin kaçınılmaz bir parçası olarak kabul edilmeliydi. Argümanlarına göre eğer kadınlar evde bu işleri yapmasalar erkekler işlerine geri dönüp etkili bir şekilde üretim yapamazdı. Fabrikalarda çalışan erkek işçiler evde çalışan kadın işçilere muhtaçtı.

 

Federici’nin “Ev İşi İçin Maaş” kampanyası 1972 yılında başladığında, önce İtalya’da ve daha sonra Federici New York’a taşındığında Brooklyn’de “Ev İşi için Maaş” ofisini açtığında, Amerika’da ateşli bir toplumsal tartışma başlattı. Politik ana akıma göre Federici’nin fikri gülünçtü. Gerçekten de bir kadının kocasının evindeki yerleri silmek için ödeme mi alması gerekiyordu? Fakat hareketin temeli, bir uğraşın iş olarak kabul edilmesi ve bu işi yapanların itibar ve korumaya layık olarak değerlendirilmesi için maaş ödenmesi gerektiği fikrine dayanıyordu. Hemen uygulanabilir politik bir reçeteden çok bir söylem aracı olarak geliştirilen “iş için maaş” talebi, aynı işçilerin bir sınıf olarak değerlendirilmesi gibi, kadınların da bir sınıf olarak ortak çıkarları için bir araya gelip organize olmasını hedefliyordu.

 

New York City, 1977. Fotoğraf: Freda Weinland. Schlesinger Library, Radcliffe Institute, Harvard.

 

“Ev İşi İçin Maaş” hareketi sönüp gitti fakat etkisini ırksal adalet, eşcinsel hakları, barınma hakkı ve seks işçileri hakları kampanyaları üzerinde devam ettirdi. “Ev İşi İçin Maaş” talebinin arkasında kadınlara uygulanan baskının çok geniş bir alana yayıldığı, farklı hayatlar yaşayan kadınlar için bile ortak öğeler barındırdığı ve bu baskının kişisel bir deneyimden öte politik bir hadise olduğu fikri vardı. Fakat cinsiyetçiliğin bu kadar fazla insanı alt etmesi, birbirini tutup kaldıracak kadınlardan oluşan bir topluluğun da oluşmasına yol açıyordu. Cinsiyete bağlı baskıya maruz kalmış kişiler bir araya gelip bu baskıya son verebilirdi.

 

 

#MeToo’nun, cinsel taciz ve saldırıların sistematik olduğu ve kadınların bir araya gelerek buna bir son verebileceği iddiasında da benzer bir durum mevzu bahis. Friedan ve Sandberg gibi bireyci feministler cinsiyetçilik problemini yakından gözlemleyerek ve kadınların ruh hallerini ve tavırlarını değerlendirerek incelediler. “Ev İşi İçin Maaş” hareketi ise dışarıya doğru uzaklaşarak kadınların kapitalizmin ekonomik güçleri tarafından nasıl baskı altına alındığına odaklandı. #MeToo’nun ataerkil düzen analizi ideolojik olmaktan öte geçici çözümler üretmeye dayalı bir yaklaşım sergiliyor. Hareketin ortaya koyduğu tavır ise kadın düşmanlığının yapısal olduğu ve kadınların bu düşmanlıkla savaşmak noktasında ortak bir çıkarları olduğu varsayımından ileri geliyor.

 

Bu demek değil ki #MeToo hareketi kadınların deneyimlerinin tamamını birbirinin aynı olarak değerlendiriyor. Hareketin bünyesinde farklı ırk, yönelim ve dinlerden birçok farklı kadının öyküleri mevcut. Zengin ve fakir, sağlıklı ve kronik hasta, sahip olduğu cinsiyeti özümsemiş ya da trans, ünlü ve adı duyulmamış birçok kadının ifadeleri bu hareket kapsamında ortaya çıktı. Bu çeşitlilik sayesinde anlaşıldı ki kadın düşmanlığının birçok farklı şekli var ve her kadın bu düşmanlıkla baş edebilmek için aynı araçlara sahip değil.

 

#MeToo hareketinin sosyal feminizmi, en verimli noktasında Kimberlé Crenshaw gibi siyahi Amerikan feminist akademisyenlerden etkilendi. Crenshaw, çalışmalarında siyah kadınların yaşamlarında ırkçılık ve cinsiyetçiliğin güçlerinin nasıl bir araya geldiğini ve her ikisini birden yaşayan insanlar için bu iki gücün nasıl da birbirinden ayırt edilemez olduğunu inceliyordu. 1989 tarihli Irk Ve Cinsiyetin Kesişimini Merkeze Taşımak (Demarginalizing the Intersection of Race and Sex) isimli hukuk makalesinde Crenshaw, baskı kavramını anlamak için ‘kesişimsellik’ adını verdiği yeni bir anlayış geliştirdi. Basitçe özetlemek gerekirse bu anlayış baskının farklı insanlara farklı göründüğünü ve bireylerin aynı anda birden fazla eksende baskıyı deneyimlediğini söylüyordu. Pratikte Crenshaw’ın yaklaşımına göre, ataerkil baskıya karşı geliştirilecek etkili bir hareket aynı zamanda bu cinsiyetçi baskıyı kadınlar için daha kuvvetli ve acımasız hale getiren diğer sistemik eşitsizliklere de karşı koymalıydı.

 

Kimberlé Crenshaw. Fotoğraf: Felix Clay / the Guardian

 

Kesişimsellik, #MeToo hareketinin cinsel taciz ve saldırı kavramlarını daha geniş bir bakış açısı ile kavrayabilmesini sağladı. “Ben de!” demek bu deneyimleri paylaşan bütün kadınlarla dayanışma ilanı olarak kabul edildi fakat hareketin aldığı şekil aynı zamanda bu söylemin belirli ve kişisel bir beyan olmasını ve bu beyanların farklı şartlar altındaki farklı öykülere sahip kadınlardan gelebilmesini sağladı. Kaşlarını çatarak “Neden arkanı dönüp gitmedin?” diye soran her #MeToo karşıtı feminist karşısında hayat şartlarının kapıyı nasıl kilitlediğini anlatan onlarca kadın ortaya çıktı. Bu öyküler sayesinde acı verici bir şekilde anlaşıldı ki herkes dokunmaya meraklı bir patrona ya da çalışma arkadaşına sert ve tavizsiz bir şekilde “hayır” diyerek işsiz kalmayı göze alamaz, herkesin acil durumlarda taksi çağıracak parası olmayabilir ve herkes bireyci feministlerin genelde tavsiye ettiği şekilde davranacak kadar ayrıcalıklı olamaz.

 

Sadece #MeToo hareketi kapsamında ortaya konulan ifadelerin sayısı bile cinsiyetçiliğin evrensel fakat birbirinden farklı deneyimlerden oluştuğu, yani her kadının cinsiyet ayrımcılığına maruz kaldığı fakat bunu değişik şekillerde deneyimlediği teorisini doğruladı. Fakat oluşturduğu dayanışma ve kadınları cinsel taciz ve saldırılara son vermek için kamusal alanda bir araya gelmeye çağırma biçimiyle #MeToo hareketi, aynı zamanda kadınlarda sınıf bilinci, ittifak ve sistemik adaletsizliğe meydan okuma geleneklerini de devam ettiriyor. Bunu #MeToo (Ben de!) hareketinin “de” yani “dahil etme” kısmı olarak adlandırabilirsiniz: Kadın düşmanlığından anlamlı bir şekilde kurtulmanın sadece toplu bir şekilde hareket ederek yapısal, kültürel ve kurumsal seviyelerde değişimler yaratarak mümkün olduğunu söyleyen bir anlayış. Sosyal feministler sadece birkaç kadının ataerkil sistemler içinde güçlü pozisyonlara ulaşmasını hedeflemiyor. Burada amaç kadınlara “masada oturacak bir yer” ayarlamak değil. Mesele, masanın kendisini kırıp hep birlikte yeni bir masa inşa edebilmek.

 

Bu, basit bir önerme değil. Sosyal feminizmin bir yaklaşım olarak ciddi eksikleri var fakat en önemli zayıflıkları #MeToo hareketinin önde gelen muhaliflerinin atıfta bulundukları değil. Sosyal feminizmin esas zayıflığı kadınlara rahatsızlıklar karşısında aşırı hassas olmalarını salık vermesi değil, fazla geniş çaplı olması. Kadınlara yapılan topluca bir araya gelme çağrısı kadınlar arasında var olan acıların ve çatışmaların görmezden gelinmesi ihtimalini taşıyor.

 

Sonuçta, “kadınlar” dediğimiz zaman tam olarak kimlerden bahsediyoruz? Tam olarak hangi deneyim ya da durumları bütün kadınlarda ortak olarak değerlendiriyoruz? Bu kadar insanı aynı anda genellemek çok zor ve adaletsizlik, eşitsizlik ve ayrıcalık penceresinden bakıldığında böyle genel bir değerlendirme önemli farklılıkları görmezden gelme riski taşıyor. Kadınlar çok renkli bir küme ve ırkçılık, sınıfçılık, beceri ve cinsiyet gibi sadece ataerkil düzenin sonucu olmayan birtakım kesişen baskılara maruz kalıyorlar. Bu baskılar çoğu zaman başka kadınlar tarafından uygulanıyor. Kadınları birbirinden ayıran geniş uçurumlar mevcut: ırkçılık ve para uçurumu, sömürgecilik uçurumu, bağnazlık, tarih, küskünlük, savunuculuk, cahillik ve acı gibi. Bütün bunlar arasında kadınların birbirini görmesi gerçekten zor olabilir.

 

Bununla birlikte, #MeToo hareketi kadınlar arasında dayanışmanın mümkün olduğunu gösterdi. #MeToo tarafından geliştirilip şu anda kullanılan “kadınlar” tanımı basitçe şu şekilde anlaşılabilir: Kadın düşmanlığına maruz kalmış herkes. Paylaşılan acının bu şekilde kabulü nahoş bir dayanışma çeşidi oluşturuyor. Fakat #MeToo hareketi bu kederli kabulü çok daha umut dolu bir şeye dönüştürdü. #MeToo hareketi, birçok kadını ortak bir keder ve öfke ile kadın düşmanı davranışlara odaklanmaya teşvik ederken, aynı zamanda birçok kadını da ortak gücümüzü ve vizyonumuzu başla bir dünya yaratmak için kullanmaya yönlendirdi. #MeToo hareketinin sosyal feministleri saldırı, taciz ve diğer kadın düşmanı davranışları en aza indirecek değişimler için çağrıda bulunduklarında bu ortak hayal etme eyleminin doğrudan kendisi böyle bir dünyayı mümkün kılıyor: Biz bu talebin arkasında ortak bir şekilde durduğumuz sürece saygının olağan, zalimliğin nadir olduğu, hepimizin başkalarının hayatları hakkında daha empati dolu ve zekice düşündüğü ve kadın olmanın bizi acı çekmeye ve kısıtlamalara mahkum etmediği bir dünyayı hayal etmek o kadar kolaylaşıyor.

 

Tekrar hatırlanmalı ki bu eski bir tartışma: Feminizmin görevi toplumu değiştirmek mi olmalı, yoksa toplum içinde var olmaya çalışan kadın bireyleri daha iyi araçlar ile mi donatmalı? Ama o zaman feminizmin bu iki yorumu on yıllardır çatışmasına rağmen bu çatışma neden nesil farklılığı olarak ifade edildi? Bunun bir kısmı elbette yaş ayrımcılığı ve cehalet: yaşlıların fazla çekingen ve gençlerin fazla pervasız olduğunu farz etme refleksi. Ve bir de feminizmi diğer bütün politik düşünce akımlarından ayıran, feminizmin gizli, tutarlı ve zamana bağı “dalgalar” halinde meydana gelmesi gereken bir sosyal hareket olması gerektiği fikri var.

 

Fakat #MeToo hareketinin nesil farkı olarak ifade edilmesinin bir başka sebebi de #MeToo karşıtı dalganın temsilcisi bireyci feministlerin kendi direnişlerini bilgelik, gerçekçilik ve hepsinden öte olgunluk çerçevesinde sunmaları. Onlara göre bütün bu yeni bir dünya hayal edip kurma tartışmaları kulağa çok naif ve umutsuz geliyor. Daphne Merkin, New York Times gazetesinde yayınlanan makalesinde #MeToo karşıtı hareketin duruşunu şu sözlerle özetlemişti: “Büyüyün artık, burası gerçek dünya!”

 

Bu çok sık rastlanan ama hâlâ çok garip bir inanış: Dünyanın daha iyi bir yer haline getirilemeyeceğini, birbirimize daha şefkatli şekilde yaklaşamayacağımızı, erkek salahiyetinin, kabalığının ve yırtıcılığının kalıcı, değişmez olduğunu ve buna tahammül etmemiz gerektiğini teslimiyetle kabul etmenin, olgunluğun ve kişisel gücün özü olduğu inancı. Bu, daha iyi bir dünya konusundaki bütün talepleri ve bir gün her şeyin daha farklı olabileceği umudunu çocuksu bir zayıflık olarak reddeden tuhaf bir kuvvet anlayışı. Belli bir açıdan bakıldığında #MeToo karşıtlarının bu yaklaşımı güçlü ve faydacı olarak düşünülebilir. Ama öbür taraftan bakıldığında da bu düşünce şekli çok hüzünlü görünüyor.

 

Harvard’lı psikiyatrist Judith Herman, tecavüz kurbanları ve korkunç istismarlara uğrayan diğer psikiyatrik hastaların tedavi süreçlerini incelediği Trauma and Recovery (Travma ve İyileşme) kitabında hastayı istismar eden kişiyi anlamaya çalışmanın cazibesinden bahsediyor. “İstismarcının tarafında olmak çok çekici gelir” diyor Herman, “İstismarcının tek istediği görgü tanığının hiçbir şey yapmamasıdır. Hepimizde evrensel olarak var olan kötülüğü görmeme, duymama, işitmeme eğiliminden faydalanır. Kurban ise, bunun aksine, görgü tanığından acısının yükünü paylaşmasını bekler.” #MeToo karşıtı hareketin bireyci feminizm yaklaşımı savunmasının ardında da benzer bir eğilim olabilir. Cinsel saldırı faillerine sempati ile yaklaşma ve bu saldırılar konusundaki sorumluluğun çoğunu saldırıya maruz kalan kadınların seçimleri ile ilişkilendirme çağrıları aslında başkalarının ıstırabına dahil olmama ve acısını paylaşmama çabasının bir parçası. #MeToo ve sebep olduğu hesaplaşma hepimize aslında sahip olmak istemeyeceğimiz bir bilgi ulaştırdı – bazı korkunç şeylerin aslında ne kadar normal olduğu ve aramızdan ne kadar fazla kadının acı çektiği bilgisini. Bakışlarını kaçırma isteğini duyanlar sadece #MeToo hareketine muhalif feministler değil. Onlara, bakışlarını kaçırmama çağrısında bulunuyorum.

 

 

Ana görsel: New York, Aralık 2017. Fotoğraf: Zuma Wire/Rex/Shutterstock

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

Y“Küçülen Kadınlar”
“Küçülen Kadınlar”

Annem içine çekildikçe etrafındaki alan daha da büyüyor sanki. Babam çoğaldıkça annem azalıyor.

KÜLTÜR

YAsit Saldırısına Uğramış Bir Anne Kız
Asit Saldırısına Uğramış Bir Anne Kız

Anne ve kızı, bu asit saldırısına uğradığından beri en yakınlarının bile onları öpmek istemediğini söylüyor.

MEYDAN

Y“Benim Sonsuz Nostalji İçin Harcayacak Vaktim Yok”: Kadın Savaş Muhabirlerinden Hayat Dersleri
“Benim Sonsuz Nostalji İçin Harcayacak Vaktim Yok”: Kadın Savaş Muhabirlerinden Hayat Dersleri

Bütün bu kaybedilen hayatlara, kalp kırıklıklarına, kayıplara değer mi? Gerçekten bir fark yaratabilir miyiz? Yaralandığımda bu soru ile yüz yüze kalmıştım. Hatta bir gazete “Marie Colvin bu sefer fazla mı ileri gitti?” şeklinde bir manşet atmıştı. Şimdiki cevabım da o zamanki ile aynı: Hepsine değerdi!”

MEYDAN

YBir Otobüs Dolusu Rahibeden Vatikan’a Mesaj Var: “Yek Yea!”
Bir Otobüs Dolusu Rahibeden Vatikan’a Mesaj Var: “Yek Yea!”

Ciddi dogmatik problemlere sahip, sık sık hadlerini aşan, gelir dağılımı, yoksulluk, sosyal adalet gibi "kendi alanlarının dışında kalan" konulara burnunu sokan bir grup rahibe.

Bir de bunlar var

Atıksız Hayat Hareketine Dair
“Düşler ve Sokak”
Konuşmamız Gereken Bir 8 Mart Var

Pin It on Pinterest