İster tişörtünüzün altında, ister kelimelerin arasında, isterse Facebook duvarınızda olsun, erkeklerin gözünden kaçmıyor memelerimiz. “Memişleri kurtarın içerikli iletilerden gına geldi” başlığıyla bir bağlantı paylaştım. Facebook’taki arkadaşlarım arasından kendilerini rahatsız hisseden birkaç erkek, anında sakin olmamı tembihledi. Benim gibi gıcık feministlerin, meme kanserine ilişkin bilinçlendirme kampanyalarına çamur attığını görmek istemiyorlardı. Geri adım atmalıydım. Mızmızlanmayı bırakıp, cinsel ayrımcılığın dünyayı döndürdüğünü kabul etmeliydim. Oysa meme kanserinin ne olduğunu bana anlatacak en son kişiler sizlersiniz, dostlar.
Şöyle bir savla ortaya çıkmışlardı: “Orada durun bakalım, küçük hanım. Şunun şurasında iyi vakit geçiriyoruz, lütfen bunu mahvetmeyin. Eşcinsel olmayan her erkek, memelere bakmayı sever. Erkekler memelere bakmanın yanı sıra, memeleri ellemeyi de çok sever. Seks satar! İktisadi bir gerçek bu. Meme çatalınızı bu denli ifşa eden şey, meme kanseri araştırması için para toplanmasını sağlıyor. Önemli olan da bu değil mi zaten?”
Bunu anlıyorum. Kâr sağlayan bir formüle karşı çıkmak kulağa kötü bir şey gibi geliyor olabilir. Özellikle de toplanan para birilerinin hayatını kurtaracaksa! Örneğin “Libby’s Legacy Vakfı”, Güney Florida’daki düşük gelirli kadınların meme röntgenine ücretsiz olarak girmesini sağlıyor ve bunu “Memişleri Kurtarın” ve “Balkon Dostları” gibi edepsiz sloganlarla başarıyor. Bu kampanyanın getirilerini göz ardı etmem imkânsız elbette. ABD genelinde buna benzer pek çok proje olduğundan da eminim.
Son zamanlarda meme kanseri hakkında uzun uzun düşünüyorum, ama beni bu konu üzerine düşünmeye iten, Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı’nın akıl almaz derecede “pembe” pazarlama saçmalıkları değildi. Eski bir arkadaşım, insanların desteğini ve iyi dileklerini almak için eşinin meme kanseri olduğuna dair Facebook üzerinden bir ileti paylaştı. İşte o anda, genç bir annenin öldürücü bir hastalıkla mücadele ettiği düşüncesiyle, bu hastalık daha da gerçekçi bir hâl aldı.
Beni rahatsız eden şey, “Meme Kanseri” söylemindeki “meme” kısmı değildi elbette, ama Flyover Feminism sayfasında Luther’ın “Memişleri Kurtarın” söylemi karşısında geliştirdiği karşıt düşünce, Rethink Breast Cancer Vakfı’nın 2009 yılında yayınladığı “Memişleri Kurtarın” reklamını duyduğumdan beri hissettiğim rahatsızlığa şekil vermişti sonunda.
Şöyle diyor Luther:
“Yalnızca kadın göğsüne odaklanmak, işin gerçekliğine ve meme kanseriyle mücadele merkezlerinde bu hastalıkla savaşan insanların yüzlerine gölge düşürüyor. Bu hastalığı yenerek göğüsleri alınan veya göğüslerinde yara izleri taşımak zorunda kalan kadınlar, artık eskiden oldukları gibi “tam bir dişi” olmadıklarına ve hiçbir zaman da olamayacaklarına inanmak zorunda bırakılıyorlar. Bu kadınlar kanseri yenmiş olabilirler ama göğüslerini kaybettiler. İşin kötü yanı, sanki meme kanseri yerine aslında “memelerle” ilgileniyor herkes.
Yakın zamanda arkadaşlarımdan birinin eşi, kanserin yerleştiği bölgeden dolayı meme ameliyatından en az bir sene sonra estetik ameliyatı olabileceğini öğrendi. Mutsuz olması, anlaşılabilir bir durum. Belki de bu bayağı kaynak geliştirme kampanyası dolaylı bir yoldan ona yardım edecek, ama şu anda içinde bulunduğu durumda bu kaynak geliştirme kampanyasının arkadaşımın yarasına tuz bastığını görüyorum. Ailesinin, arkadaşımın göğüslerinin dolgunluğundansa, hayatta olmasıyla daha çok ilgilendiğini söylememe gerek yoktur herhalde.
Meme görsellerini gözümüzün içine sokan bu meme kanseri bilinçlendirme kampanyalarındaki en büyük sorun, çoğu reklam kampanyası gibi bunun da heteroseksüel eril arzularını temel alması ve göğüslerin kadın vücuduna ait bir parça olmasının getirdiği değeri hiçe sayması. Kadın sağlığına yönelik bir kaynak geliştirme çalışmasının göze hitap etme açısından; bira, tavuk kanadı veya şu “kadınları çıldırtan erkek parfümü” reklamlarıyla aynı değerlere dayandığı görülüyor. Islak tişört giyme yarışmalarında başarısızsanız ne olacak peki? Göğüs sağlığınızın tehdit altında olması kimsenin umurunda olacak mı o zaman? Söz konusu ister iş görüşmesi, ister romantik bir akşam yemeği olsun; bir kadın olarak hayattaki başarınızın erkekler tarafından güzel bulunup bulunmadığınıza dayandığı öğretiliyor bizlere. İşte bu yüzden insanların böyle bir hastalıkla, genç ve güzel kadınların hayatı göz konusu olduğu takdirde daha yakından ilgileneceğini duymak kimseyi şaşırtmayacaktır herhalde. Ölümle yüzleşmeyi konu alan basit korku filmlerinin, Disney imzalı masalların, gözlerimizi yaşartan bütün o film ve reklamların ana fikri bu değil mi zaten?
Sizce bu reklam kampanyalarının muhteşem olduğunu düşünenler kimler? Elbette, Dan Neil gibi erkek yazarlar. 2009 yılında L.A Times’daki köşe yazısında şunları yazmıştı Nail: “Son yıllarda meme kanserinden açıksözlülükle bahsedebilmemiz, Amerikan halkının kadın anatomisine olan evhamlı yaklaşımını oluşturan hassasiyetin olumlu tarafını oluşturuyor. Erkeklerin kadın bedenini nesneleştirme eğilimi, böylece emin ellere geçmiş oluyor.” Of ki ne of.
Facebook’ta her şeyin en iyisini bildiğini sanan erkek tanıdıklarım, kadın bedeninin nesneleştirilmesinden de rahatsız değil. “Biraz beyni ve muhakeme yeteneği olan herkes burada memelerden değil, bireylerden bahsedildiğini anlar,” diyorlar bana. Hadi canım! Bir de şu var: “Makalende göstermek istediğin noktaları takdir ediyorum, ama bu işi biraz fazla ciddiye almıyor musun sanki?” Hayır; arkadaşı meme kanserine kurban giden biri, mizahtan dilediğince yoksun olabilir bence.
Meme kanseri gerçekte epey acımasız ve seksi olmaktan bir o kadar uzak olan, lenf bezelerine ve dolaşım sistemine hızla sıçrayabilen bir hastalık. Üstelik gün geçtikçe daha sık görülüyor, öyle ki Amerika’da her sekiz kadından birinin hayatının bir döneminde bu hastalığa yakalanacağı öngörülüyor. Meme kanseri teşhisi konan kadınların önünde iki tedavi yolu konuyor ve ikisi de dış görünüşlerinin değişmesiyle sonuçlanıyor. Bunlardan ilki göğsün alınması olarak bildiğimiz mastektomi, diğeriyse radyasyon tedavisiyle birlikte gerçekleştirilen ve saç dökülmesine de sebep olan lumpektomi. “Memişleri Kurtarın” sloganıyla yola çıkan kampanyaların, eşitlikçi meme sevdalıları tarafından yürütüldüğü konusundaki ısrarınız, her şekilden, ölçüden ve yaştan memeye kol kanat germek için yanıp tutuşan bu kampanyaların, meme kanserini mastektomi tedavisi sonucunda göğüslerini kaybederek atlatan insanlar üzerindeki etkisini değiştirmiyor.
“En değerli varlıkları” yok olan bu kadınların kendilerini nasıl hissetmelerini bekliyorsunuz acaba? Kadını kurtarmak pahasına memişleri feda ettik; bunu da alkışlayacak mısınız?
“Cinselliğin doğası bu” veya “böyle gelmiş, böyle gider” gibi temaları anlayamıyor oluşumun Facebook arkadaşlarımı derin endişelere sürüklemesine karşın, ben erotizm karşıtı falan değilim. Yine de heteroseksüel erkek arzularının, kadın benliğini ve onurunu tüketecek noktaya gelecek kadar kültürümüzün her safhasını egemenliği altına almasından bıktım usandım. Bu durum, kanser felaketinin, hayatlarını kaybeden kadınların ailelerinin acısının, eşlerini kaybeden erkeklerin acısının, dostlarını kaybeden insanların acısının ve annelerini kaybeden evlatların acısının gölgesinde kalmalı. Peki, benzer şekilde, ya erkekleri kısır bırakan veya ölümle sonuçlanabilen bir hastalık olsaydı, o zaman da “Pipileri Kurtarın” sloganıyla ve beraberinde kocaman bir penis görseliyle bir kampanya yürütülmeye başlanır mıydı?
Fakat “Memişleri Kurtarın” temalı kampanyaları sorgulamaya başladığımızda, gayet coşkulu bir cahillik içerisindeki er kişilerin, reklam panolarından tutun da gazete raflarında ve televizyonda gördükleri bu tür kampanyalara arka çıkan cinsel ayrıcalıklarını ve bu ayrıcalığın etrafında dönen her şeyi sorgulamaları gerekecek. Onların söylediklerinden çıkardığım kadarıyla; bu kadarı da fazla!
Meme kanseri kampanyalarıyla ilgili Lisa Hix’in Jezebel’e yazmış olduğu yazının çevirisidir. Yazının orijinali: http://jezebel.com/