İlişki, özürlerle çözümlenemeyecek kadar kompleks bir hal almıştır bu yüzden toplumsal cinsiyet rolleri ve güç dengeleri yeniden düzenlenene ve içselleştirilmiş örüntüler kırılana kadar çıkmazda kalmaya mahkumdur. 

KÜLTÜR

Malcolm & Marie ve Kendine Bakma Sanatı

Yunan mitolojisinde Narkissos olarak bilinen Narsis’in hikayesi epey meşhurdur. Romalı şair Ovidius’un Dönüşümler’deki anlatısına göre Narsis, güzelliğiyle nam salmış mitolojik bir yaratık olan nehir nemfi Liriope’nin (Liriope Narsis’in yüzü demektir bu arada) ve nehir tanrısı Cephissus’un oğludur. Doğumunda kehanet der ki, Narsis ancak kendini görmediği sürece yaşayabilecektir. Ancak yıllar sonra bir gün Narsis, bir su birikintisinde kendi yansımasını görür. Bu kendine ait olduğunu kavrayamadığı görüntü, öyle güzel, öyle büyüleyicidir ki Narsis bakmaktan kendini alıkoyamaz. Fakat bu, Narsis’in sonunu getirir, zira zaman içinde aşık olduğu yansımasının, aşkına karşılık veremeyeceğini fark eder ve içinde yanan tutkuyla eriyerek bir çiçeğe dönüşür, nergis çiçeğine.

 

Birkaç gün önce Netflix’te yayınlanan Malcolm & Marie, modern bir Narsis hikayesini toplumsal cinsiyet, ırk, yaş, sosyal sınıf ve sanat ilişkileri üzerine harmanlanmış diyaloglar aracılığıyla yeniden üretiyor. Filmin konusu kısaca şöyle: Malcolm, siyahi bir yönetmendir ve Marie, 20’li yaşlarında uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele etmiş eski bir oyuncu. Film, çiftin Malcolm’ın ilk ve umut vaat eden filminin galasından, bir hiçliğin ortasına kondurulmuş evlerine dönmesiyle başlar. Malcolm filmin ardından önemli eleştirmenlerle konuşmuş, olumlu geri dönüşler almıştır ve keyfi oldukça yerindedir. Marie ise tam aksine, sıkkın ve yorgun görünmektedir. Kafasını kurcalayan mesele, Malcolm’ın gösterim öncesindeki konuşmasında filmin yapımında emeği geçen herkese bir bir teşekkür ederken Marie’yi unutmasıdır. İlkin epey basit görünen bu sembolik olayın söze dökülmesiyle bir saati aşkın şiddetli bir tartışma başlamış olur. Güzel müzikler ve manzaralar eşliğinde ilişkinin bilinen fakat konuşulmayan gerçekleri su yüzüne çıkar.

 

Hikayede Narsis’i ya da modern ve filme uyarlanmış yorumuyla hegemonik ‘erkek sanatçı’ tiplemesinin kendini beğenmişliği ile kendiyle meşguliyet halini, Malcolm’ın yapıtına ve kendine duyduğu hayranlık temsil eder. Malcolm, çoğunlukla eseri ve kendi hakkında şimdiye ve geçmişe yönelik düşünsel bir sorgulama ve meşguliyet halindedir. –Bu anlamda filmde aynalar ve monologlar epey göze çarpar.- Malcolm, kendince gururlu olmakta haklıdır, zira zor bir çalışmanın ardından hak ettiği başarıyı görmesi normaldir. Öte yandan Marie, hikayenin Liriope’sini ya da Narsis’in yansımasına bakmaktan artık göremediği gerçek yüzünü ve bu yüzü ona veren ‘anne’yi canlandırır. Filmdeki esas tartışma tam da buradan kaynaklanır: Malcolm’ın filmi, bizzat Marie’nin uyuşturucu bağımlılığından yola çıkarak yazılmıştır; yani Marie’nin varlığı Malcolm’ın filmini mümkün kılmıştır. Marie, filmin yapılış sürecinde Malcolm’ın bütün materyal ve manevi ihtiyaçlarını karşılamış, fikir ve öneriler vermiş ve yer yer ‘annelik’ etmiştir; ancak Malcolm, kendi yansımasında o kadar kaybolmuştur ki bir nevi eserini doğuran Marie’ye bir teşekkür etmeyi bile unutmuştur.

 

Ancak bu belki de basit bir unutmadan daha fazlasıdır. Öyle ki Marie, bunun bilinçli bir sahtekarlık olduğunu düşünür: Malcolm, şüphesiz Marie’nin rehabilitasyondaki zor zamanlarında yanında olmuş, elinden tutmuştur. Ancak bir kahramanlık gösterisi olarak lanse ettiği bu olay, Marie’den çok yine Malcolm’la alakalıdır. Nitekim Malcolm önce Marie’nin duygusal mücadelesinden beslenmiş, sonra bunu hikayeleştirmiş, başrolü Marie’nin canlandırmasında gönülsüz davranmış, Marie’ye teşekkür etmemiş ve bir şekilde Marie’nin filme katkısını görünmez hale getirmiştir. İşin aslı, Malcolm kendisine yöneltilebilecek övgüleri, hayranlık dolu bakışları ve ilgiyi paylaşmak istemez. O kendi kendini yaratmış bir erkek sanatçıdır. Oysa Malcolm, Marie’nin hikayesini sahiplenerek ve onu bir “nergise” dönüştürerek, Marie’yi katartik bir ‘özgürleşme’ fırsatından mahrum bırakmış ve onu bir nevi kendi deneyimine hapsetmiştir. 

 

Marie, Liriope yani Narsis’in yüzüyle özdeşleştiğinden, film boyunca Malcolm’ı gerçekliğe bağlayan bir araç haline gelir. Bir tek Marie, ona gerçekte olduğu insanı gösterme ‘becerisi’ ya da ‘görevine’ sahiptir. Malcolm’un sudaki yansıması, yönettiği filmin çıkışıyla artık çok daha çekici gelecektir ve suyun içine kapılıp gitmek an meselesidir. Marie şunu hatırlatır: “Sahte gösterişe fazla inanma ve seni temellendiren insanları kendinden uzaklaştırma.” Nitekim Malcolm, eserin yaratım süreciyle o denli bütünleşmiştir ki filmin kurgusal varlığı dışında yapayalnız kalmıştır ve kendisini gerçek dünyaya bağlayan varlıklardan kopmuştur. Geride bir tek Marie vardır. Marie ve Malcolm’ın ilişkisinin, adeta bir anne-çocuk ilişkisini andıran boyutu burada da görülür. Bir tür aşk-nefret ilişkisidir bu ve ikisi de birbirilerini ilk tanıdıkları andan beri ne olursa olsun aralarındaki bağı koparmamış, koparamamışlardır. Malcolm, Marie’nin büyüyüp gelişmesini istediği çocuktur fakat bir süredir itildiği/üstlendiği annelik rolü, ona artık dar gelmektedir. İlişki, özürlerle çözümlenemeyecek kadar kompleks bir hal almıştır bu yüzden toplumsal cinsiyet rolleri ve güç dengeleri yeniden düzenlenene ve içselleştirilmiş örüntüler kırılana kadar çıkmazda kalmaya mahkumdur. 

 

Modern ilişkilere yönelik zengin diyaloglu sunumları artık sinemada daha fazla görüyoruz. Bu anlamda Malcolm & Marie aklıma 2019’un en sevdiğim filmlerinden Marriage Story’yi getirdi. Benzer şekilde filmde Charlie başarılı bir tiyatro yönetmeniydi, Nicole ise kocasının başarı yolculuğunda kendi sesi ve alanını kaybetmiş bir tiyatro oyuncusu. Charlie ve Nicole sanki, Malcolm ve Marie’nin ilişkisinin bir çocuk eklenerek devam etmiş haliydi. Charlie, aradan geçen yıllarda kazandığı başarıya ‘rağmen’, kendisini temellendiren insanları hayatında tutmuş; ancak temelde değişmemişti. İlişki uzun zamandır Nicole’ü tatmin etmiyordu ve Charlie, ‘kendi bencilliğiyle öyle bütünleşmişti ki’, bunun gerçek sebeplerini kavrayamıyor ya da kabullenemiyor gibiydi. Bu anlamda Marriage Story’de bir son da vardı, bir çıkış noktası: Boşanma sürecinin bütün sancılarına rağmen Nicole kariyerini, ilişkilerini ve zevklerini Charlie’siz yeniden kurguluyor ve sıkıştığı yerden çıkarak kendine bir görünürlük ve özgürlük alanı yaratıyordu.

 

Oysa Malcolm ve Marie, filmi bir tür farkındalık fakat bilinmezlik noktasında bırakıyor. Marie filmin sonunda Malcolm’dan onca saat boyunca beklediği teşekkürü yine kendi kendine ediyor ve film boyunca tarafların birbirine atıp tuttuğu sözde top, bu noktada patlıyor. Her seferinde ateşli argümanlarla Marie’yi bastırmaya çalışan Malcolm bu kez susuyor. Artık ikisi de ilişkideki esas sorunun ve konuşulan şeylerin geri döndürülemezliğinin farkında; fakat bu bilgilerle ne yapabileceklerini konuşmak istemiyorlar. Henüz. 

 

Bahsi geçen iki filmde de erkek sanatçılar, bencilliklerini “yarattıkları” sanat nesnesiyle örtbas etmeye, hatta meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu hiç de yabancı bir tablo değil. Yüzyıllar boyunca birçok erkek sanatçı kendi kendini ve eserlerini nasıl daha iyi yaratabileceğini düşünüp dururken, “ufak tefek” ve banal sayılabilecek günlük ihtiyaçları için en yakınlarındaki kadınlara döndü. Yer yer “ufak tefek ödüller” vererek süreçten kopmalarını engellemeye çalıştı. Bu anlamda iki filmde de, klasik erkek sanatçı tiplemesinin biraz daha allı pullusunu görüyoruz yalnızca. İki erkek de, yanlarındaki kadınları eyleme geçmekten aciz ve biraz da kendi başarılarını kıskanan figüranlar olarak konumlandırıyor. İkisi de, kadınların çok daha minnettar olmasını bekliyor; onlara kendilerini “çekip kurtardıkları” yerleri hatırlatıyorlar: “Ben seni bulduğumda sen ne haldeydin; yaşadığın bu hayatı sana ben verdim”. Aslında bunu söylerken kadınların bu ufak “tesellilerle”, “ödüllerle” yetinmedikleri takdirde, ne tür şeyler başarabileceklerinden korkuyorlar belki de. Marriage Story’de bunu gördük. Nicole başrolünde kendisinin olduğu yeni bir hayat kurdu ve Charlie’nin sandığının ya da umduğunun aksine işler yolunda gitti.

 

Velhasıl, kadınlar birinin gölgesinde bir ilham nesnesi, bakıcı vs. olmakla yetinmeyip, ışığa çıktıklarında parlıyorlar. Hele de baktıkları suyu bulanıklaştıran şeyleri uzaklaştırıp nihayet berrak suda kendi yansımalarıyla karşılaştıklarında büyüyor; bir kez olsun gurur ve hayranlık duyabiliyorlar.

 

Kendimize daha çok bakabilmemiz, daha iyi görebilmemiz dileğiyle…

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak

Hataylı kadınların söylediği gibi, Hatay’a bir kez giden, bir kez daha gidermiş. Ben de dönmekte çok gecikmem umarım! 

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak

Hangi kooperatifin ne zaman hangi destekten faydalandığının, bunun bir ayrıcalık mı yoksa bir hak mı olduğunun ya da “bağımsız” kooperatif titrini düşürüp düşürmediğinin çetelesini tutmak hiç de kolay değil.

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak

Hatay’daki kadın kooperatiflerinin gündeminde neler var? Bu kooperatifler neler söylüyor, neler biliyorlar? Ne tür üretim ve ortaklık stratejileri geliştiriyorlar? 

MEYDAN

Y“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”
“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”

“aşk bir rüyaymış, uyandık” ama karında kelebekler de yok değil...

Bir de bunlar var

İzini Kaybettiren Kurgu ya da Labirentte Bir Otoetnograf
Çileklerin İçinden Canım
Dünyanın Kaderi Candy Crush’ın Tombul ve Kalleş Drajelerinde

Pin It on Pinterest