Kime aşık olunacağı bir karmaşa, duyguların kendisi karmaşa, kime ne kadar yakınlaşılacağı muamma.

YAZI

Mahremiyetler ve Masumiyetler

 

Filmlerden çok şeyler anlamak, filmleri çok anlamlarla donatmak mümkün. Mavi Dalga böyle bir anlamlar yükünü hemen sırtından atıp hafifleyecek, büyük anlamlar, idealar peşinde olmayan, olduğu gibi olan, belirli durumlardaki olma halinin izinde bir film. Yine de bir risk alınabilir belki, bu olma halini dışlamadan, filmin çerçevelerinden birini biraz ileri taşıyarak…

 

Mavi Dalga’da Deniz, 17 yaşında; çocukluğun sonlandığı, yetişkinliğin henüz başlamadığı,  içinden geçenlerin gerçek ve gelecek yaşamlarını inşa etmeye –dışarıdan- zorlandıkları, halbuki kendileri için dünyanın deneyim ve duygudan ibaret olduğu bir zamanda. Aileler telaşlı, gündelik yaşamı yetişkinlikten hiç taviz vermeden yaşamaları gereken küçük bir şehirdeler; ergenler ise bu düzende görüntüleriyle, tavırlarıyla ve kesinlikten uzak ve derin duygularıyla bozguncu gibiler. Ama şükür ki okul var, çünkü okul bir sınır çiziyor, okul geleceğin inşasında ebeveynlerin üzerinden yük alıyor: Yaşıt dostluklar duygusal eğitimin, öğretmenler ise mesleki eğitimin zemini. Yetişkinler yetişkinliklerini, çocuklar çocukluklarını, ergenler ergenliklerini, birbirlerine çok da değmeyerek aynı evlerde, okullarda, şehirlerde yaşamaya çalışıyorlar. Yine de bu düzenlemelerin insanlar arası ilişkiler ya da duygular için net sınırlar çizemediği açık.

 

Mavi Dalga’nın yanında durduğu genç kızlar, yaşamın üzerinde gerçekten kontrol sahibi olup olunmadığının denendiği bütün o yıllarda, dünya duygularla birlikte etrafımızda fırdönerken, yaşamın belirsizliğinin yanı sıra diğerleri ile aramızdaki sınırın da hepten belirsiz olduğu bir yaşamdalar aslında. Kültürel insan yaşamının parçası gibi görünen, oysa doğanın insana dair her şeyi kontrol ettiği gelişim çağı, Deniz’in yaşamında da sürekli bir sınır çizme çabası ve sınırları deneme çabasıyla elele. Kime aşık olunacağı bir karmaşa, duyguların kendisi karmaşa, kime ne kadar yakınlaşılacağı muamma. Dünya hala kodlarla tanımlanmamış, sonradan edinilen kişisel ya da toplumsal haritalarla zihne yerleşmemiş doğayla teması koparılmamış bir keşifler alanı: Yol kenarındaki çimlere öylesine uzanılabilir, şehirde bir yerden bir yere gitmeksizin yürünebilir, bahar vakti deniz kenarına gidilip kumsalda uzun uzun düşünülüp konuşulabilir, birlikte şarkı da söylenebilir. Kültürün içinden çıkan ama o kültüre karşı çıkış gibi görünen her şey  de (müziğin yaşamın derinlikli bir parçası olması gibi şeyler de), bedenindeki ve zihnindeki doğal seyrinde giden değişimler sonucu doğaya bu kadar yoğun temas eden insanın, hatta kadının, fazlasıyla kültürel, fazlasıyla sınırlı bir insan yaşamına bir karşı duruşu da olabilir.

 

Zaman hala çok esnek bu çağda, ölçülemiyor, daha ziyade insana ve algısına yapışık olarak var. Deniz’in ve arkadaşlarının yaşamında bazı anlar büyürken /genişlerken, bazı anlar kaygan akışkan, zaman sanki onların yaşamasından salgılanıyor. Kültürel zaman, yani ölçülmüş ve anlara, aylara, senelere bölünmüş insan yaşamı olarak sunulan zaman henüz Deniz’in ve arkadaşlarının yaşamını şekillendirememiş. “Yaşamınızın en önemli senesi” önermesi bu nedenle henüz hiç bir anlama gelmiyor. Yaşam bir anda büyük bir durgunluktan yüksek hızlara ulaşmaya çok müsait. Herşeyin odağı, o herşeyin değdiği ya da içinden çıktığı kişi, kişiler: Deniz ve arkadaşları.

 

Bütün bu gençlik çağının dışarıdan kavranması zor gerçekliği, Deniz ve çevresinden hareketle, içeriden dışarıya doğru kurulurken, bu yaşamın  “masumiyet çağı” ile nitelendirilmesine engel olan bir şeyler var. Ama bu nitelendirmeye engel olan şey, masumiyet çağının kültürel/ahlaki olarak sınanması ve sonunda masumiyetin kaybedilmesi değil. Aksine masumiyet yerine büyük bir hak alanı/zemini olarak “mahremiyet”in geçirilmesi. Yaşamda bazı şeyleri hiç görmememiz gerekir, bazı şeylerin göze görünmemesi gerekir. Mahremiyet, sahibi tarafından sosyal dünyaya, bir başkasına –kim olursa olsun- açılmama tercihi kullanılmış bir yaşam ya da beden alanıdır. Özetle toplum ya da başkası karşısındaki kişinin temel haklarını ifade eder. Yasak ya da tabu nedeniyle gizlenmemiştir gizlenmiş olan. Her ne ise, kişiye göre o sadece kendisine aittir. Paylaşmak, duyurmak istemez. Kişiselliğin/kişiliğin yerleştiği, içinden yeşerdiği zemindir mahremiyet. Bedenin bölümleri, ya da iç dünyanın gizleri, fark etmez, gizlenmişse açılmaya zorlanması, bakılması kişiye de kişiliğe de zarar verir, muhtemel gelişimini zedeler, derin kesiklere ya da iyileşmesi güç yaralara neden olabilir.

 

Deniz’in bu gençlik yaşamında en zorlandığı şey aslında mahrem alanının sınırını çizmek. Hatta mahreme dair alanı delice bir keşif isteği içindeyken bile, içgüdüsel olarak mahremiyet alanını korumak. Deniz’in mahrem alanın üzerine, aileyle çatışma ya da aşkın gerektirdikleri etiketiyle, türlü hamleler söz konusu: Sorumluluklar ve ödevlerle kendi istediklerin aksi olan şeyler yaparak yetişkinliğe hazırlanma ya da yetişkin bir erkeğin cinsel çekiminin etkisinde bedeninin arzulanma biçimini tanıma. Her iki sınır aşma girişimi de Deniz’de –üstelik üst üste de binerek-  büyük bir varoluşsal krize yol açıyor. “Ergenlik öfkesi” değil bu (kaldı ki ergenler kendi kendilerine isyankar ve öfkeli olurlar mitinin kaynağı bu mahrem alana hiç saygı duyulamaması da olabilir), düpedüz “istemediği zaman, istemediğim şekilde dokunulmak istemiyorum” öfkesi. Aileye karşı bildiği, tanıdığı sularda olan bitenin farkında olan Deniz, yetişkin bir erkeğin sınır bilmemesi karşısında çekingen, içe kapanık. Yaşamdan çok şeyler isteyen Deniz’in, arzularının vaktinden önce karşısına çıkmasıyla birlikte yaşadığı afallama, yetişkin aşkının ve cinselliğinin henüz oraya varmamış biri karşısında yarattığı şüphe, kapanma. Aşkın cinselliği içermemesi değil mesele Deniz için, o yaşın cinsel çekimi ile yetişkinliğin cinsel çekimi arasındaki büyük mesafe, ve Fırat’ın o mesafeyi bir anda –muhtemelen düşüncesizce- katetmesi.  Tensellikle ilgili o büyük şüphe: Mahremi açarken eşit miyiz? Ve: Bir yetişkinin hızla aşılan bu mesafeden ya da sınırdan sonradan rahatlıkla geri dönmesinin kolaylığını gören Deniz’in öfkesi, üzüntüsü, yaşıtlarından gerçekten kopuşu.

 

Mahremin doğası saklanan şeylere henüz güvenilmemesi ile de ilgili, büyümekte olan şeyleri korumakla da… Deniz için kriz yaratan şey, arkadaşlarıyla birlikte büyüyor olmanın, ya da aynı gerçekliğe ait olmanın yarattığı o güvenli alanın dışından birinin gelip mahreminin sınırına dayanması aslında. Büyümekte olan şeylere aceleyle davranan biri karşısında yaşanan “açılınca” olacaklara dair korku: “Bu kadar hızlı olmasa belki ben de kendimi bırakırdım.” Çünkü ergenlik, bir mesafe katetmekle değil, yaşama yayılmaya çalışmakla ilgiliyken ve bu zaten yeterince zorken, yetişkinlerin işleri hayli zorlaştıran bakışı ve davranışıyla Fırat’ın da davranışı aynı. Yetişkinlerin kendi durdukları yer kendilerine göre net, gençlik geride kalmış bir durum/hal, dolayısıyla geriye doğru hep bir mesafe hesabı söz konusu: “Buraya benim geldiğim yere gelmek için hangi okullara, hangi şehirlere gitmelisin, neler yapmalısın, nasıl davranmalısın…” Özetle görünmeyen bir tepeden bakış: Eksiksin, buradan bakınca. Fırat’ın acelesinde de, yetişkinliğin ilanı olan bu mesafe okuma görünür olur aslında her şeyden önce. Erkekler erkek kadınlar kadın olarak okunduğu bir dünyada yaşayan Deniz’i, bir anda “gençlik” çerçevesine yerleştirir bu bakış. Üstelik çok yakından bakılmıştır, mahremiyetin sınırına teğettir. Deniz’in var olma haline Fırat’ın duyduğu arzu, Deniz’i yaşamda ilerlemeye davet edince, kendisinin bir arzu nesnesi oluşunu Deniz için görünür kılar: Rüyalarımız gerçek olsa, yaşam bir kabus olurdu. Arzulama nesnesini görünmez kılar çünkü, bu kadar görünür değil. Yaşamda bazı şeyler hakikaten görmememiz gerekir.

 

Arzulamanın kabusa dönüşme ihtimali Fırat’ın geri çekilmesi ile son bulur. Kazanan yine de mahremiyetin gerçekliğidir. Arzunun da başka birine yöneltilmesi Deniz’e yaşıtlarındaki huzurlu huzursuzluğun iadesini sağlar. Fırat yine yetişkin olarak değil, azalmış bir arzunun nesnesi olarak varlığına devam eder, olanlar yavaşça unutulur, geleceğe dönülür, mahremiyet kime neyin nasıl hangi şartlarda gösterileceğinin kontrolü olarak –kişinin yaşamının temel kontrolü olarak- Deniz’in hayatına geri döner. Arkadaşı Kaya ile sevişir, büyük bir mesele olmaz bu; aşkın getirdikleri diğer gündelik kaotik duyguların arasında yerini alır. Hatta Deniz için yaşıtlarının güvenli alanına güçlü bir çağrıdır sanki; arkadaşlarının yanına döner, gizlerini kendisi ihtiyaç duyduğunda, hazır olduğunda açar: “Kaya’yla yattık.” Tam bu anda bizim seyirci olarak bu yaştaki insanlarda(n) neyi görmeyi talep edip edemeyeceğimizin de sınırı çizilir: Gül karşımızda hop diye pantolonunu –üstelik plaj gibi kamusal bir alanda- açmaya çalışırken kameraya/bize arkasını döner, arkadaşları görüntüyü bizim açımızdan kapatırlar, kalçasına yaptırdığı dövmeyi biz değil sırdaşları görür. Karakterlerin film boyunca yarattıkları bu mahremiyet alanına bir sınır çekilir, ötesine de onların dünyasına içeriden tanık olmuş biz bile geçemeyiz. Ahlaki bir önerme olarak bazı şeyleri bilmemiz ve anlamamız bu insanların yaşamlarının/bedenlerinin biz “yetişkinlerce” açığa çıkarılması için yeterli değildir, bu sınırı ihlal edemeyiz, sevgi vermek adına bile olsa ihlalini talep edemeyiz. Yaşamlarına büyüyerek devam eden bu insanlarla aramızda, onlara görünür olmayan ama bizim için sabit olan bir mesafe vardır. Ve zarar görmemeleri adına o mesafeyi onlar adına görünmez kılarak aşmamak, aşılmasını talep etmemek, genç insanlara o çok dayatılan “ödevler ve sorumluluklar”ın çok ötesinde bir ciddiyetteki sorumluluk olarak, yetişkinlerin alanına dahildir.

 

Bazı kanatlar dokunulmazdır, çünkü gençtirler. Bu kanatları bizim yaşamımıza oldukları haliyle alamayacağımız açıktır. Belki de genç insanların nasıl uçtuğuna, beslenen hayranlığa dair uzunca düşünmek gerekmektedir. Kültürel bir sıkışıklıkla kendimizi boğduğumuz yaşamımıza, bu hayran olduğumuz şeyleri, kendi geçmişimizde de var olan bir yaşama/sevme/ doğaya temas etme halini anımsayarak, belki taşıyabiliriz. Zira büyüdükçe kanatlarımız güdük kalıyorsa, genç ya da yetişkin, herkes için bu bir sorundur. Ve sorunu herkes için çözmeye davranmak gerekebilir, yaşamsal bir atılımla.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZI

YYaşamda olmanın anlamı: İçsel bir vaka sunumu
Yaşamda olmanın anlamı: İçsel bir vaka sunumu

30’a basmamla birlikte genetiğime kodlanmış saatli bombalar birer birer patlamaya başladı.

Bir de bunlar var

Auschwitz’de Serinlemek
Ceddin Deden, Neslin Pastan
Yemek yemenin dayanılmaz ağırlığı

Pin It on Pinterest