(Aşağıdaki yazı diziyi izlemeden öğrenmek istemeyeceğiniz detaylar içerebilir.)
Mad Men’in geçen bölümünün teması tekrar ve döngüsellikse, bu bölümün teması da dostunu düşmanını bil, ona göre ayağını denk al sanırım (bu ne biçim tema demeyin, yazar Matthew Weiner, ona konuşun).
Bir yandan gümbür gümbür devam eden Kore’deki olaylar, Vietnam’daki savaş, ve hafızalarda hala taze olan Küba Devrimi ve İkinci Dünya Savaşı karakterlerin içinde bulundukları mücadelelere fon olurken kim müttefik, kim işbirlikçi, kim ajan, kim düşman günlük hayatta bile ayırt etmek mümkün olmuyor. Megan’ın yakın görüp yaptığı düşükten bahsettiği komşu kadın Don’la işi pişiriyor, fasülyeci adam ketçapçının yüzüne gülüp arkasından dolap çeviriyor(“fasülyeci “ve “ketçapçı” kötü seçilmiş kod ad gibi durmadı mı? Savaşta her şey mübah!), Jaguar hesabını ajansa getiren Herb Don’ın desteğini arkasına aldığını sanırken Don’ın usta manipülasyonu sonucu sadece küçük düştüğüyle kalıyor, Pete’in karısı Trudy zor durumda kapılarına gelen komşuya yardım edermiş görünürken bir anda Trudy’nin Pete’in kendisini bu kadınla aldattığını bildiği ortaya çıkıyor.
İlişkilerin bu kadar karışık olduğu bir ortamda güven duymanın imkansız olması doğal. Megan “evimi kime iç huzuruyla emanet edeceğim ben” diye ağlayarak hizmetçisini kovarken, Peggy patronu tarafından arkadaşının güvenine ihanet etmeye zorlanıyor.
Çünkü içinde bulundukları dünya “olmak” değil “görünmek” dünyası ve bölümün sonunda Pete’in de dediği gibi “İyi göründüğü müddetçe sorun yok.” Dostmuş gibi görünmek, sadıkmış gibi görünmek, önemsiyormuş gibi görünmek…Peki durmak bilmeyen bu çaba,mücadele ve dalavereler ne için? Don’a bakarsak, olsa olsa bölüm sonunda evine girmeye bile dermanın kalmadan kapının önüne Just a Gigolo (Sadece Bir Jigolo) şarkısı eşliğinde çöküp kalmak için. Etrafta kimse olmadığına göre, mutluymuş gibi görünmeye de gerek yok.