İlham verici bir çalışma olan Lezbidüş, hayallerimizi politikanın ve tarih yazımının bir parçası yapmaya çağırıyor bizi. Bunu genellemeci ve iddialı cümlelerden kaçınarak yapması bana kalırsa bu çalışmayı daha da iddialı kılan özelliği! Görüşmecilerin anlık tepkileri ve geri bildirimlerine dair daimi bir özen ve farkındalık ile hareket eden ekip, görüştükleri kişilerin hayal kurmaktan anladıklarının çeşitliliği karşısında şu soruyu soruyor: Hayal kurmak eylemini hayal edemeyeceğimiz bir şeyi hayal etmek diye mi anlıyoruz acaba? Peki sizce hayal kurmak nedir? Buyrun sohbete!
Başlangıca yakışır bir soruyla başlamak istiyorum! Lezbidüş nedir, nasıl doğdu?
Yeşim: Özellikle son on yıldır, LGBTİ+ hareketinin ilk yıllarına göre lezbiyen ve biseksüel kadınların katılımı çok yüksek. Her yerdeyiz, her taşın altından çıkıyoruz. Sadece bu kimlikler açısından değil, cis gey olmayan tüm kimliklerimiz ve +’larımızla burdayız. Hareket kapsayıcılık anlamında çok hızlı bir gelişim ve değişim içinde. Lezbidüş çalışmasını yapmaya birkaç yıl önce başlamıştık. İşin içinde olsak da, farklı kimlikler açısından eleştirilerimiz, özgün politik gündemlerimiz hareket içinde yaygınlık kazanamıyordu. Kişisel deneyimim, gözlemim, özellikle lezbiyen ve biseksüel kadın olmakla ilgili farklı deneyimlerin bilgisinin LGBTİ+ hareketinin toplantı, etkinlik ortamlarında değil, bu toplantılardan sonraki muhabbet ortamlarında aktığı yönündeydi. Lezbifem, bu durumu ortasından yırtarak müthiş bir enerji yaratmış, dikkatleri üzerine toplamış ve yaratıcılığımızı tetiklemiş bir yerdi. Lezbifem’in çalışmaları içindeyken bu konular üzerine düşünürken aklımıza hayallerimizin politikalarımıza zemin üretebileceği fikri geldi. Özünde politika üretmek, yapmak diye ifade ettiğimiz kavramlar, yaşamak istediğin hayatı tarif etmek ve onun gerçekleşmesini sağlamak için emek harcamak değil mi?
Lezbifem, 2015 yılında İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne yapılan polis saldırısı sonrası örgütlenen “Lezbiyen Biseksüel Feministiz Hizaya Gelmiyoruz” yürüyüşünün hazırlıkları ve sonrasındaki bir aradalıklardan çıkmıştı. Bir web sitesi açıp yazılar yayınlama kararını alınca, ben de bu yürüyüşe katılan çeşitli kadınlara ulaşıp hayatında onu bu yürüyüşe getiren yolculuğu, yürüyüşü nasıl deneyimlediğini sorduğum röportajlar yapmıştım. Yaşarken kaydını tutmanın önemi, bellek meselesi her zaman LGBTİ+ hareketinin gündeminde zaten. Böylece içinde bulunduğumuz tartışmalar ve yaratıcılık ortamı ve birbirimizden haberdar olma, yaşadıklarımızı kayda geçme, birbirimize sahip çıkma arzularımız, hayallerimizi de kayıt altına alacağımız bir çalışma fikrini ortaya çıkardı. Böyle bir çalışmanın adı da ancak Lezbidüş olabilirdi herhalde!
Lezbidüş’ü bir sözlü tarih çalışması olarak tanımlıyorsunuz ancak sadece deneyimlere değil hayallere de odaklanıyorsunuz. Bu tanımı seçme sebeplerinizden bahsedebilir misiniz?
Yeşim: Yaşadıklarımız tarihi oluşturuyorsa, hayallerimiz de yaşamlarımızın bir parçası. Hayalleri çalışmamıza dahil ettik ama, deneyimler ve hayaller diye bir ikilik kurmuş olduğumuzu fark ettik sonradan. Görüşmelerimizin ilk bölümünde kişinin deneyimlerine dair sorularımız var, ikinci bölüme ise “bir gün uyandın ve baktın hayallerindeki yerdesin, orası nasıl bir yer?” diye başlıyoruz. Ancak görüşmeleri editlerken, hayallerimizin deneyimlerimizin ayrılmaz bir parçası olduğunu fark ettik. Örneğin Cemre, annesine açıldıktan sonraki süreci şöyle anlatıyor: “Öğrendikten sonra da “sevgilin var mı” sorusu “mutlu musun, nasıl gidiyor” diye bir merakla devam etmedi; sanki sormayınca o ilişki var olmuyormuş gibi.” Bu onun annesiyle kurmak istediği ilişkiye dair hayali ve hayal kırıklığı değil mi zaten? Yupik de “ben lezbiyenim galiba” diye düşünürken “beraber olma ihtimalimin olduğu kadınlara açılsam ne olacağını hayal ediyordum” diye anlatmış deneyimini mesela.
Nehir: Geleneksel tarih yazımına alternatif olarak ortaya çıktığında ve feministler tarafından geliştirildiğinde sözlü tarihin iddiası, “hepimiz yaşıyoruz ama sadece hükümdarların, dinî ve her türden yöneticilerin (erkeklerin) tarihi yazılıyor, yaşadıklarımızın bir değeri ve bir tarihi var, buna ses olacağız” idi. Bunu kendimiz için düşünürsek sözlü tarih yoluyla bile hala kayıt altına alamadığımız pek çok şey kalıyor. Konu LGBTİ+ olduğunda keşkeler, ahlar da hikayenin önemli bir parçası. Kamusal alan o kadar sıkı heteroseksist normlarla kurulmuş ki yoğun bir otosansür mecburiyeti var. Gerçeklere, deneyimlere alt perdede eşlik eden başka bir arzular dünyası var; açıldığın ve açılmadığın çevreler ayrımı var, geceyle gündüz kadar farklılaşabilen… Hayalleri sormak, engellenen bu “olası deneyimler” alanını açma ve deneyimin önüne inşa edilen bu duvarları aşma vesilesi de oldu.
Pınar: Hayaller, bir anlamda pratiğe dönüştüreceğimiz hedefler değil mi? Bence öyle! Hayal denince aklımıza gelen ‘gerçeklikten uzak’ kurgular mı oluyor emin değilim lakin hayal ettiğimiz her şeyin geleceğin kurgusu olduğuna inanıyorum; bu anlamda hem yaşanmış hem de henüz yaşanmamış deneyimleri kaydeden bir sözlü tarih çalışması yaptığımızı düşünüyorum.
Sahaya dair bilgi verebilir misiniz?
Nehir: Deneyim ve düşleri şekillendiren şeyler olarak mekanı önemli bulduğumuz ve görüşmeleri yüz yüze yapmak istediğimiz için sahayı İstanbul ile sınırladık. Hayalleri de işin içine kattığımız için Türkçe konuşan kişilerden oluşsun dedik. Bunlar dışında bir sınır koymadık ve yaş, meslek, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim açısından çok geniş bir yelpazeye ulaştık. Lezbiyen, biseksüel hikayelerin görünürlüğünü öne almak istediğimiz için çağrı ekip ismiyle genel muradımızı anlatan şekilde çıktı. Çalışmaya başladığımız 2016 yılında harekette interseksin İ’si yeni yeni benimseniyordu, + ise yoktu. Bugün olsa çağrıyı daha rahat yapardık diye düşünüyorum; “LB+”, “kadın+” şeklinde ifade ettik zaten sitemizi açarken de.
Bir blogla başladık ve facebook sayfamız da var, buralardan çağrımızı yaygınlaştırdık. Radyo programı ve haberler yoluyla bize ulaşmak isteyenleri beklediğimizi söyledik. Bunun dışında zaten Lezbifem’in içinden çıkan bir ekip olduğumuz için çevremizdeki arkadaşlarımızla yaptık ilk görüşmeleri. İlk etapta yirmi kişiyle görüşüldü. Bazı kayıtlar, teknik sorunlar sebebiyle maalesef yok oldu. Görüştüğümüz üç kişi bu aşamada onaylarından vazgeçtiler. Bir kişiye de hiç ulaşamadık. Bizi duyuyor, görüyorsa lütfen bize yazsın! Şu anda on bir kişinin hayatı ve hayalleri, seçtikleri görseller ve bu çalışmaya özel karikatür çizimleri eşliğinde sitemizde.
Sözlü tarih çalışmalarının çoğunda kişiyle mülakat öncesinde anlaşılır ve deşifre ya da üretim aşamasında artık kişiler muhatap alınmazlar. Biz işin mutfağından, soruların inşa edilmesi sürecinden itibaren her aşamada yorum, katkı ve onay, rıza konusunda tamamen açık olduğumuz, söz hakkını hikayenin sahiplerinde gördüğümüz bir çalışma değeri ortaya koyduk. Bize verdikleri emanetti, biz aracıydık. Mülakatı veren kişiler anonimliği tercih ettiyse ekip içinde de anonimlikleri korundu. Herkes kendi görüştüğü kişiyi biliyordu, kayıtlar böyle tutuldu. Sadece hikayelerin metin halleri için değil, kamu önüne çıkacak her tür üretimde de kişilerin rızalarını önden aldık.
İnsanların hayallerini, arzularını bulup çıkarması, dile dökmesi kolay oldu mu?
Yeşim: Dört görüşmeye dahil oldum. Katıldığım görüşmelerden edindiğim izlenim insanların kendilerine hayallerinin sorulmasını etkileyici bulduğu yönünde. Birine hayallerini sorduğumuzda sanki heyecanlı bir ortam oluşuyor birden bire, hem olumlu anlamda hem hafif gerilimli. Dördünde de “hayallerindeki yer nasıl bir yer” diye sorduğumuzda, görüştüğümüz kişinin yüzünde güller açtı. Bir kişinin “yaşasın, görüşmenin hayallerle ilgili kısmına geldik” diye el çırptığını hatırlıyorum örneğin. Bize de hayallerimizi konuşma fikri çok çekici gelmişti. Bu çalışmaya o nedenle başladık. Bir çekiciliği var belli ki hayaller üzerine konuşmanın. Tam bu noktada anlamamızı bekleyen bir şey var sanki, öyle hissediyorum. Belki de bunun nedeni birbirimizin yaratıcılık potansiyelini ciddiye almamız, yaratmak istediğimiz şeylere kulak vermemizdir. Görüşme esnasında zihnindeki dünyaya dair birçok bilgi ve detay paylaşmışken, “ayy hayal kuramıyorum ben galiba yaa” diye yorum yapanlar oldu, evet. Çalışmamızın kurgusunu yaparken en çok üzerinde durduğumuz noktalardan biriydi. Belirli bir hayal duymak için yola çıkmadık. Nelerle karşılaşacağımızı görmek, onlardan etkilenmek, esinlenmek için yola çıktık. Muhtemelen bizim için bu çalışmayı çekici hale getiren unsurlardan biri de buydu. Neler duyacaktık acaba? Hayallerde tutarlılık beklentimiz, çerçeve çizmeye yönelik kural listemiz yoktu tabii ki. Yine de, belki yaratıcılığın pek desteklenmediği bir kültürde yaşamamızdan dolayı, kişisel olarak bir dünya kurgulamak ve bunu başkalarıyla paylaşmak yaratıcılıkla ilgili bir performans kaygısına neden olabildi sanki. Ama biz gerek görüşmelerde gerek metinler üzerinde çalışırken bu hayallerin bazen ayakları yere basan çözümler üretmesini bazen de ayakları yerden kesilip gökyüzünde seyretmesini hayranlıkla izledik. Umarım görüştüğümüz kişilerin ürettikleri dünyalara dair hissimiz onlara da geçmiştir.
Dinlediğiniz hayallerin çeşitliliğine ve ortaklaştığı yerlere dair gözlemleriniz neler? İlginizi çeken, etkileyici bulduğunuz şeyler var mı?
Nehir: Birbirine taban tabana zıt hayaller vardı. Dilin ve temsiliyetin hiçbir şekilde olmadığı bir yere özlem ya da hayatın her alanında tanınma ve temsili edilebilme hayalleri gibi. Genelleyecek olursam ortaklaşan bir norm belası var; tek tipçiliğin olmadığı bir hayat arzusu var; bireyselliğin yutulmadığı bir kolektif hale özlem var, diyebilirim. Kimisi hayal kurmadığını fark etti. Bazısı açıkça rahatsız oldu hayallerini düşünürken. Hayalleri sıralamak mevcut durumun ne kadar berbat olduğunun da aynası olduğundan diye düşünüyorum. Bazıları çok zevk alarak hayal kurdu; heyecanla şimdikine hiç benzemeyen evler, kamusal alanlar, ilişkiler inşa ettiler. Fakat kişiler arası ilişkiler diyebileceğimiz toplumsal doku hepsinde aşağı yukarı ortak. Çeşitlilik içeren, geçim derdine indirgenmemiş, baskıdan azade, çevrenin katledilmediği, kişilerin kendileri olabildikleri bir toplumsal hayat tahayyülü… Ailenin de sırf evlilik ve kan bağı ile kurulmayan, sorumlulukların paylaşıldığı, tek tipçi olmayan versiyonları hayal ediliyor.
Ben sanırım en çok Pınar’ın hayal ettiği dünyada yaşamak isterdim; yıkıldığında dahi çabucak yenisinin yapıldığı evler, bilginin kırlarda yürürken konuşarak aktarıldığı, yeşili bol, teknolojisiz bir dünyaydı onunki. Kardankadın’ın erotik dükkanların kamuya mal olan sıradan yerler, bakkallar gibi olması hayaline de yürekten katılıyorum. Bazı ortak arzular var, hayal olması bile bana hüzün veriyor; “sevdiğim insanla sokakta korkmadan el ele tutuşabileyim” mesela… En etkilendiğim hayal ise Toprak’ınki: “Dil”in olmadığı bir dünya kuruyordu. Anlaşmak için dile gerek yok, kimse konuşamıyor ama bir şekilde zaten anlaşanlar birlikte yaşıyor, böyle bir ahenk.
Pınar: Bireysel ilgileri konusunda farklılaşıp, tüm evreni düşündükleri yerlerde neredeyse benzeşiyorlar. Tabii her ikisinde yine de ortaklaştıkları oluyor. Bir yandan bugünden daha uzak bi yandan bugünün revizyonu gibi hayaller; var olan dünyayı ‘iyileştirmek’ isteyen; herkesi kapsayan, keskinliği, dışlayıcılığı, negatif iletişim ve ilişkileri ortadan kaldırmak isteyen. Bir de çok temel, halihazırda olmasını düşüneceğimiz türden detayların yokluğunu işaret eden, ‘tanınma’ya dair temel hakları isteyen hayaller var; bunlara ‘düş’ derken çekinmeleri de bu yüzden sanırım.
Selin’in keşfettiği bir detay var; düşlerde ‘ben’ yok! Bu inanılmaz çekici gerçekten. Ferdiyet duygusunun gelişmişliği veya kırılgan egonun dışlayıcılığından uzak olmakla ilgili belki. ‘ben böyle olayım, şöyle olmayayım, benim buyum olsun şunum olmasın’ gibi kurulmayıp bir anda tüm evreni sil baştan dokumaya başlamışlar gibi. Ben de tam şu an bir hayal kursam nedense Venüs’le başlıyor, ayakkabı kullanmaya gerek olmamasıyla devam ediyor!
Sizce bu görüşmeler salgın döneminde yapılsaydı nasıl hayaller duyardınız, bir fark olur muydu?
Nehir: 2016’dan bu yana toplumsal hayatın içine işlemiş kutuplaşma ve şiddet zaten pandemi boyutunda. Aile, çevre, yönetim baskısıyla çevrili; geçim sıkıntısına indirgenmiş stresli bir hayat. Sürekli dışlanma, ötekileştirilme. Dolayısıyla deneyimler kısmında çok farklı şeyler duyabilirdik ama düşler kısmı benzer olurdu diye tahmin ediyorum.
Pınar: Hayatın küçük detayları ile ilgili daha çok istek duyardık sanıyorum. Pandemi sıkışıklığıyla baş edebilmek için kimi araba kimi ışınlanma isterdi, kimi konforlu geniş mekanlar kimi bulaş(a)mayan virüsler belki de… Hastalıkları istemeyenler, şifa konusunda düşler kuranlar zaten var ama ‘salgın hastalıklar olmasın’ isteğini daha çok duyardık.
“Politik eylem ve söylemlerimizde ortak paydada buluşmak odaklı ilerlerken düşlerde sınırsızca kendi arzularımızı konuşabilmek ve özgürlüğün her birimizin hayallerinde nasıl tercüme edildiğini görmek…” Bu yılki İstanbul Onur Haftası kapsamında düzenlediğiniz etkinlikte bir ekip üyesi Lezbidüş’ün önemini bu sözlerle ifade etmişti. Hayallerimizi, en azından hayal kurma aşamasında, ortaklaştırmak ve kısıtlamak zorunda olmamanın önemi ne sizce? Hayallerimizi politik doğruculuktan kurtarmak onları apolitik yapar mı? Hayallerin politik gücü var mı?
Selen: Kolektif eylemlilik bizi güçlendiren, siyasi öznelliğimizi kuran ve dönüştüren bir hal olarak tabii ki çok kıymetli ve çoğunlukla hayatî. Kendimizi sevebilme, seçebilme iradesi; hayatta kalma direncimiz bir bakıma. Öte taraftan kimliklerimiz, toplumsal cinsiyetin ve hetero-normativitenin ürettiği adaletsizliklere ve şiddete karşı mücadele etme durumumuz biraz da irademiz dışında başımıza gelen bir şey değil mi? Bu başa gelmenin sonucu olarak ortaklaşıyoruz ve ortaklaşarak özne haline geliyoruz, bunu seçiyoruz da tabii. Ama düşleri dinleyince başka bir arzu daha beliriyor, mesela biri ütopyasını “kesinlikle daha bireysel bir yer olmalı” diye tarif ediyor ve bunu kolektif bir deneyimin içinden söylüyor. Burada bence üzerine durup düşünülmesi gereken güzel bir şey var. Nedir o arzulanan bireysel şey? Başımıza gelenlerden bağımsızlaşmak belki. Özgürlük arzusuyla ilgili değil mi bu? Her türlü prangadan azade olmak. Pek mümkün görünmüyor içinde yaşadığımız dünyada ama hayal kurunca dile geliyor işte, bu çok güzel. Bence hayallerimizi politik doğruculuktan kurtarmak onları daha da politik hale getiriyor! Eğer politika yapmaktan anladığımız şey belirli kurallar çerçevesinde hareket etmek değil de özgürlükleri sürekli genişletmenin yollarını aramaksa, hayalleri konuşmak, onlara yaklaşma çabasında olmak fena bir yöntem olmayabilir. Tuhaf durumlar da ortaya çıkabilir tabii. Mesela birinin ütopyası benim distopyamı tarif edebilir ya da benim hayal ettiğim dünya bir başkasına boğucu gelebilir. Bu da herhalde o kolektif düşünme eyleme halinin de ne kadar hayati ve sağaltıcı olduğunu anladığımız nokta yine. Sonuç olarak bireysellikle kolektivite arasına gerilen bu hatta gidip gelmek kafa açıcı olabiliyor; LB+ ve feminist politika da zaten özgürlük arayışından doğmuyor mu?
Peki sırada ne var? Lezbidüş’e dair hayalleriniz neler? :)
Ekip: Görüşme yapmaya ve sitemizde paylaşmaya devam edeceğiz. Birbirimizle ekip içinde de görüşme yapmayı düşündük. Görüşme yaptığımız kişilerle birkaç yıl sonra yeniden görüşüp yeni hayallerini kaydedebiliriz. Ürünleştirme konusunda bir hayli hevesliyiz. Bir kitap basmayı düşündük, belki hayallerle ilgili yorumların da yer aldığı web sitesi içeriğini genişleten bir toplam çıkarabiliriz. Sergi yapabiliriz, daha önce Onur Haftası’nda düşlerden alıntıları iliştirdiğimiz bir yerleştirmemiz vardı. Bunun gibi görselleştirmelere devam edebiliriz.
Bir de tabii “bir sözlü tarih çalışmasının gerektirdiği etik değerlere sahip çıkmaya gönüllü, toplantılara hayatında öncelik verip katılacak, sorumluluk alacak ve aldığı sorumlulukları vaktinde yapmaya da hayatında öncelik vermeye gönüllü arkadaşlarımızı” aramıza nasıl davet edebiliriz diye düşünmekteyiz.
Görseller, Güney Koreli sanatçı Min Jung-Yeon’a ait.