“Bu fitne niye kadınlar oluyor da erkekler olmuyor?” dedi kadın vaiz. Mihrap nişinde oturuyordu, etrafındaki kadınlar halka şeklinde. Cuma namazını kıldıktan sonra erkekler tarafından boşaltılan harimde tefsir dersi yapmak için toplanıyorlar.
Konu Yusuf Suresi’ydi, ne cami ne de kadın. Malumunuz Yusuf, Yakup’un on iki oğlundan biri. On iki oğul, on iki İsrail Kabilesi. “Peki kim bu İsrailoğulları ve İsrailiyat” diye açıklamak için dersin başında, şu örneği verdi vaiz:
“Kadının mabede gitmesini men eden İsrailoğulları’dır. Peygamberin bütün ümmeti, kadın, çoluk çocuk, erkek, yaşlı camideydi. Kadının camiye gitmesi fitnedir anlayışı, İsrailoğulları’ndan gelir. Kadın, nedense bir tek camide fitne olarak görülüyor. Dışarıda çarşı pazarda gezerken fitne olmuyor ama camide fitne oluyor. Bu fitne niye kadınlar oluyor da erkekler olmuyor? Bunun en temelinde yatan hafızalarımızın kirliliği, İsrailiyattan gelen kirli bilgidir.”
Mekan, bedenle deneyimlenir. İsrailiyattan [1] gelsin ya da gelmesin, kadın bedeniyle özdeşleştirilen “fitne”, Müslüman toplum hayatında ve İslam literatüründe kendine geniş yer bulmakta. “Kutsal Mekanda Kadınlar” serisinin giriş yazısında bazı sorular sormuştum. Yanıtları ararken bazı düşünme araçlarına, bazı kavramları ters yüz etmeye ihtiyacımız olduğu kanısındayım. Bunlardan biri de “fitne”. Çünkü bu terim, kadınları kutsal mekandan dışlayan ya da kutsal mekanda sınırları erkek eliyle çizilmiş bir yere kapatan erkek cemaatin söylemleri ve eylemlerinin arka planında bulunuyor, hatta bazen ayrımcılığın gerekçesi olarak dile getiriliyor. Şu halde, “Kutsal Mekanda Kadınlar” serisinin bu ikinci yazısı, “fitne” üzerine bir kavram arkeolojisi.
Terim
“Fitne” sözcüğü, farklı kullanımlarıyla, “kandırmak”, “gönül çelmek”, “sınamak”, “bela ve felaketle imtihan etmek” anlamlarına geliyor. 9. yüzyılda yaşayan din ve tarih bilgini Taberi, Arapça’da fitnenin asıl anlamının “deneme ve sınama”, özellikle de “ateşe atarak deneme” olduğunu hatırlatır ve diğer kullanımların temelde bu manayla ilişkili olduğuna işaret eder. Kadın ve fettan sözcüklerinin birbirinin yerine kullanılmasında açıkça görülür bu ilişki; erkeğin içine aşk ateşi düşürdüğü veya gönlünü çelip mantıklı düşünmesini engellediği için kadına “fettan” da denir[2].
Toplumsal İşlevi
Fettan yani ayartan cinsin neden olduğu fitne, cinsel düzensizliğin sonucu oluşan kaos. Fatma Mernissi’ye göre kadınların tecrit edildiği ve denetim altında tutulduğu toplumlarda örtük anlayış, kadın cinselliğinin aktif olduğudur. Toplumsal olarak denetlenmeyen aktif cinsellikse fitne çıkarır. Muhammed El Gazali’nin tefsirinde kadın cinselliğine ilişkin teori, kadını avcı, erkeğiyse pasif kurban şeklinde tanımlar; kadının cinsel taleplerini erkeğin karşılaması, zorlayıcı bir sosyal göreve dönüşür. Bu durumda sosyal düzenin güvenliği, doğrudan kadının cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır [3]. Bu tefsire göre, evin dışındaki her kadın, özellikle bekar veya dul kadın, toplum için birer fitne kaynağı.
Kadınlar, erkeklerin sosyal ve dini görevlerini yerine getirmelerine engel olmasınlar diye sürekli kontrol edilmeli ve toplumun varlığını sürdürebilmesi için cinsler arası ayrım inşa edilmelidir. Dolayısıyla bu Müslüman toplumunda sosyal etkileşim ve mekâna ilişkin düzenlemeler, kadının kandırma ve ayartma gücünü boyunduruk altına alma çabasıdır [4]. Julie Marcus buna “cinsiyet ayrımının paradoksu” der, çünkü kontrol edilemez olarak nitelenen kadın bedeninin kontrol altına alınma çabasıdır söz konusu olan [5].
Bu Müslüman toplum düzeni, kadının yani fitne unsurunun sosyal yaşamdan olabildiğine dışlanarak denetlenmesine dayalı. Kadının camideki yerinin zamanla yok edilmesi de fitne unsurunu sosyal yaşamdan çekip sınırlı bir mekâna kapatarak toplumsal düzeni sağlama kaygısıyla yakından ilgili.
Literatürde Yeri
1996’da yayımlanan eserinde M. Musannifoğlu kadınların camiye katılmaması gerektiğine ilişkin şöyle bir açıklama yapıyor: “Bunun sebebi kadınların dışarıya çıkmasıyla fitne ve fesad zuhur edeceğinden ve bunun da haramla neticeleneceğinden duyulan endişedir. Harama sebep olan bir şey de haram olur. Şu halde Hanefiyye ulemasının buradaki mekruhtan muradları haramdır.” [6]
Gerçekten de Hanefi mezhebine göre, fesad-ı zamanda “zuhur-ı fitne” sebebiyle kadının camiye gelmesi caiz değildir. Maliki mezhebi fakihlerine göre, camiye gelen kadın, erkeklerin bakışlarını çekmeyecek kadar yaşlıysa cuma namazına katılabilir, bunun aksi bir katılım mekruhtur [7]. Hanbeli mezhebine göre, kadınların cuma namazına katılması vacip değil fakat yasak da değildir. Yaşlı kadınların cumaya katılması caiz fakat genç kadınların namazlarını evde kılmaları çok daha hayırlıdır. Camiye gelen kadın eğer çirkinse mübah, güzelse mekruhtur. Kocası izin vermişse ve kendisinde de fitneye sebep oluşturacak bir hal yoksa evladır. Şafilere göre, kadın şehvet celbedecek haldeyse camiye gelişi mekruh, gençliğiyle fitne çıkaracaksa haramdır. İmam Şafi, yalnızca yaşlı ve gösterişsiz kadınların camiye gelmesini uygun bulur [8].
Hangi kadının güzel ve camiye gelemez olduğuna nasıl karar veriliyor peki? Fakihlerin burada bahsettikleri güzellik, gençlikle yani kadının aktif cinselliğiyle ilişkili olan. Çünkü klasik İslam söylemine göre genç kadın kendiliğinden “fettan”, yani güzel ve tehlikelidir; sadece varlığı bile erkeklerin şehvet duygusuna hitap edeceğinden cinsel düzensizlik ortamına, kaosa, toplumda fitneye sebep olur. Başka bir ifadeyle, heteroseksüel cinselliğin iki öznesinden biri dışarıda bırakıldığında cami cemaati, erkek toplumu olarak otomatik bir şekilde huşuya erer ve rahata kavuşur.[9]
Abdullah b. Mesud’a göre, “Kadınların namazlarının en faziletlisi evlerinin kuytularında kıldıkları namazlardır.” [10] Çünkü kadın saklanıp korunması gereken bir varlık. Allah’a en yakın olduğu konumuysa evinin içinde olduğu zaman. Dışarı çıktığında şeytan ona bakışlarını diker [11]. Bu rivayeti ve benzerlerini, Muhaddis Müslim’in aktardığı, “Benden sonra, ümmetim içini kadınlardan daha büyük bir fitne ve fesat kaynağı olmayacaktır” [12], hadisinin devamı olarak okumak mümkün.
İbadetlerin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili olarak en çok başvurulan kitaplardan ilmihallerin birçoğu, kadının camide bulunmasının din ve toplum için sakıncalı, dolayısıyla kadınların mescitlerinin hane içi olduğunu savunur. İmam Gazali, büyük ilmihal olarak nitelendirilen kitabı İhyâu Ulûmi’d-dîn’de “Kadınların Sokağa Çıkma Meselesi” bölümünde şöyle yazar:
Resul-i Ekrem kadınların camiye gitmelerine izin vermiştir. Fakat bu zamanda en doğrusu, onları men’etmektir. Ancak yaşlı kadınlara müsade etmelidir. Ashab da bunu uygun görmüşlerdir. Hatta Hz. Ayşe: “Resul-i Ekrem kendisinden sonra gelen kadınların vaziyetini görseydi, onların çıkmasına müsade etmezdi” dedi.Abdullah b. Ömer, oğullarından birine Resul-i Ekrem: “Kadınları, Allah’ın mescidlerinden men etmeyiniz” buyurdu diyince oğlu: “Evet menederiz” dedi. Bunun üzerine Abdullah, “Ben Resullullah böyle buyurdu derken sen nasıl men ederiz dersin” diyerek oğlunu tokatladı. Oğlunun muhalefet cüreti zamanın bozulduğunu bildiği içindi. Paygamber, kadınların kocalarının kabul etmesiyle bayrama çıkmalarına da müsade etti. Namuslu kadınların, kocalarının muvafakatiyle camilere gitmeleri, halen de mübahtır; fakat evlerinde kılmaları daha uygundur. Kadınlar ihtiyaçları için sokağa çıkmalı, keyfi olarak çıkmamalıdır. Çünkü böyle lüzumsuz yerde sokaklarda dolaşmak kadının mürüvetini yok eder. Hatta bir fesadın uyanmasına da sebep olabilir.[13]
Ömer Nasuhi Bilmen’e göre yalnızca yaşlı kadınlar, cemaate devam edecek olurlarsa camilerde kendilerine tahsis edilecek yerlerden ileri geçmemelidirler ve illa ki bekledikleri sevap işledikleri günaha tekabül edemez. Aslında birçok durumda kadınların cemaate devam etmeleri mecbur görülmemiştir; mescitleri hanelerinin içerisidir. [14]
İbn Abidin’e göre, kadınların beş vakit namaz için cemaate katılmaları, cuma ve bayram namazları ve vaaz dinlemek için camiye gitmeleri caiz değildir. Eskiden yalnızca acuzelerin gitmesine izin verilmişse de şimdi onların gitmesi de caiz değildir. Bu noktada, yaşlı ve çirkin kadınlar anlamına gelen “acuzeler” ifadesi önemli çünkü acuzeler, gençlik ve güzellikten arınmış olduklarından erkek cemaat için fitne tehlikesi oluşturmazlar.
Yüzleşme
Her Cuma Kuzguncuk Cami’nde toplanan kadınlar, “fitne” kavramına eleştirel yaklaştıkları gibi, cemaatle ya da ferdi olsun, perdesiz, paravansız, duvarsız ibadet etme haklarında da ısrarcılar. Yazının başında geçen tefsir dersinden bir hafta sonra vaize, kadın bedeniyle fitneyi özdeşleştiren literatürü sorduğumda, bu literatürde geçenlerin kişisel kanaat olduğunu ve esas alınması gereken modelin Peygamberin camisi olduğunu söyledi. Bugüne kadar birçok kadın vaizin, kadını fitneyle özdeşleştiren bu literatürü ve toplumsal hafızayı eleştirdiğine tanık oldum; bu ataerkil din dilinin ve geleneklerin değişmesi gerektiğini savunuyorlar.
Literatüre dair verdiğim örnekler, Ebu Hanefi, El Gazali gibi imamların ve ilahiyatçı yazarların geçmişte kalmış olan kişisel kanaatleriymiş gibi görünebilir ancak bu yazılanlar, toplumsal hayattaki ibadetlerin ve mekanların nasıl’ına dair, “genel kabul gören görüş” şeklinde bir kültür oluşturuyorlar. Bu ataerkil din dilinin değişmesi gerektiğinden yanaysak bu literatürün erkekliğiyle yüzleşmek ve onu yeniden yazmak kaçınılmaz.
Not I: Elbette bu yazıda geçen bütün rivayetler ve hadisler, sadece kadın bedeniyle özdeşleştirilen ve onun mekan deneyimini yönlendiren “fitne” üzerine. Yoksa Janus’ın diğer yüzü gibi bu hikayenin tersi de var; kadının kutsal mekana, bayram namazı gibi toplu kutlamalara katılımını olumlayan hatta müminler için görev olarak kabul edilen fiili uygulamalar ve rivayetler. Ama bu literatür ve üzerine yazılanlar, bir başka yazının konusu.
Not II: Bu yazıda sadece Sünni mezheplere, içlerinden ağırlıklı olarak Hanefi mezhebi görüşlerine ve ilmihallerine yer verdiğimin farkındayım. Nedeni, sadece Kuzguncuk Cami’nin değil, Türkiye’deki bütün camilerin Diyanet İşleri’ne bağlı olması ve DİB’in tanıdığı dört mezhep içinden aşikar olan Sünni/Hanefi çizgisi.
1-TDV İslam Ansiklopedisi’ne göre “İsrailiyat”, Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan İslâm kaynaklarına geçtiği kabul edilen bilgiler için kullanılan terimdir.
2-Mustafa Çağrıcı, “Fitne”, DİA, İstanbul, TDV Yayınları, 1996, 13. c., s.156.
3-Fatma Mernissi,“İslam’da Aktif Kadın Cinselliği Anlayışı”, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, Der. Pınar İlkkaracan, 3.bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 37, 47.
4-A.e., s. 40.
5-Julie Marcus, A World of Difference: Islam And Gender Hierarchy in Turkey, London, Zed, 1992, s. 94.
6-Mehmet Şahin Musannifoğlu, Caminin Kaybolan Mahiyeti, İstanbul, Eremat Yayınları,1996, s. 144.
*“Mekruh”, çirkin bulmak, yapılmasını tavsiye etmemek anlamına gelen bir fıkıh terimi.
7-Sabri Hizmetli, Cuma Namazı Kadınlara Da Farzdır, Ankara, Yeni Çizgi Yayınları, 1996, s. 119-121.
8-Nur Kıpçak, “İdeolojiler Mekanı Olarak Camilerde Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri”, Yükseklisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2016, s. 104.
9-İbn Ebi Şeybe, Musannef, 3.c., 7696. Bu cümle aynı zamanda hadis olarak da aktarılır. Bkz. A.e., 7702.
10-A.e., 7698.
11-Hadis Ansiklopedisi: Kütüb-i Sitte, Haz. İbrahim Canan, 6.c., y.y., Alçağ Yayınevi, t.y., s. 250.
12-Muhammed Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-dîn, Çev. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul, Bedir Yayınevi, 1985, 2.c., s. 122-3.
13-Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Haz. Mehmet Talu, İstanbul, Çelik Yayınevi, 2013, s.187
14-Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihal: Se’adet-i Ebediyye, 14.bs., İstanbul, Işık Kitabevi, 1976, s. 197-8.
Görsel: Golnaz Fathi