Filmi seyreden erkek arkadaşlarımızın akıllarında onca şey arasında tecavüzcü erkeklerden birinin adının Kurt olduğu kalmıştı. Okul sıralarında başlayan temsili tecavüz akımına kısa sürede “kurt yapmak” adı takıldı ve sanıyorum erkeklerin büyük bir çoğunluğu paylarını aldılar.

MEYDAN

“Kurt Yapmak” ya da Ergen Erkekler Tecavüzü Öğreniyor

 

Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesi üzerine pek çok şey yazıldı. Ancak bu katliam sonrası pek çok kadını en çok düşündüren şeylerden biri daha önce neredeyse her gün en az bir kadının öldürülmesine sessiz kalan kitlelerin bu cinayete karşı infial etmeleriydi. Etrafında çeşitli tartışmalar dönse de erkekler belki de ilk defa kadın cinayetlerine karşı yürüdüler. Her zamanki bilmişlikleriyle ahkâm kesmeye, kadınlara akıl vermeye devam eden erkekler çokça olsa da, erkeklik denen şeyi sorgulamaya çalışan, büyük analizler yapmak yerine kadın arkadaşlarını dinlemeyi tercih eden erkekler de yok değil. Ama erkeklerin önemli bir kısmı egemen erkeklik konumlarını, sadece erkek doğmuş olmak sayesinde kendiliğinden edinilen ayrıcalıklarını sorgulamayı o kadar aklına getirmemiş ki bugüne kadar, samimiyetlerinden kuşku duymadığımız kimileri bile bu sorgulamanın nasıl yapılacağını bize soruyor. Erkek olmanın kendilerine sağladığı faydaları ve her gün cinsiyetçi bir sisteme nasıl hizmet ettiklerini sorgulamak için yaratıcı yöntemler geliştirmeyi erkeklere bırakıyorum. Egemen erkeklik modellerini ve bu konumun nasıl süreçler ve ritüeller dolayımıyla kurulduğunu biraz düşünmek istiyorum. Ancak egemen erkeklik konumunu, bunun kuruluşunu, en “eğitimli”, “modern”, “batılı” erkeklerin bile bundan nasıl paylarını aldığını sorguladığımızda, Özgecan’ı, daha birçok kadını katleden erkeklerin eli kanlı caniler değil maalesef bu toplumun sıradan üyeleri olduğunu dehşetle fark edebiliriz. Benim anlatacağım hikâyenin de -Türkiye’nin kentleşme açısından en gelişkin, en ilerici şehirlerinden birinde geçmiş de olsa- pek çok başka kültürel ya da sosyal bağlamda binlerce benzeri olduğunu düşünüyorum.

 

Sanıyorum 1989 yılıydı, Judie Foster’ın oynadığı Sanık (The Accused) filmi benim yaşadığım Anadolu’nun bağrındaki vahaya gelmişti. Öyle ya bizim şehrimiz her daim modernliğin, gelişmenin, ilericiliğin sembollerindendi. Ben de o şehrin en iyi okullarından birinde okuyordum. Lisedeydik, edebiyatı, sanatı, sinemayı, politikayı keşfediyorduk. Filme gitmek en önemli eğlencelerimizden birisiydi. O sene de inadına güzel filmler geliyordu. The Wall’ı defalarca seyretmiş daha da isyankârlaşmıştık. Ben üniversiteyi İstanbul’da okumak istiyordum ve tek başıma kuracağım hayat için daha o zamandan heyecanlanmaya başlamıştım. Sanık’ın konusunu okumuştum, filmde bir tecavüz sahnesi olduğunu biliyordum, sınıf arkadaşlarım da biliyordu. Şehre gelen neredeyse her filme gittiğimiz için filmin gelmesiyle erkek arkadaşlarımız tecavüz sahnesini ima ederek, biz kızlara “gidecek misiniz?” “beraber gidelim mi?” şeklinde sözde şakacı ama bugünden bakınca tacizkâr sorular sormaya başladı. O zaman tam olarak ne düşünmüştüm hatırlayamıyorum, ama pek muhtemelen hem bu sorulardan hem de tecavüz sahnesini erkek arkadaşlarımla birlikte seyretme fikrinden rahatsız olarak bir Cumartesi günü öğleden sonra şehrin iki sinema salonundan birinde oynayan bu filme yalnız başıma gittim. Filmden, tecavüz sahnesinden, Jodie Foster’ın oynadığı Sarah karakterinin uğradığı tecavüzden nasıl sorumlu tutulduğundan ve verdiği mücadeleden çok etkilenmiştim. Filme ara verildiğinde birkaç sıra arkamda oturan erkek sınıf arkadaşlarımı gördüğümü, olabildiğince özgüvenli görünmeye çalışarak onlarla konuştuğumu, onların bir yandan beni utandıracak şekilde şakalar yaparken bir yandan da filme yalnız gitmemden etkilendiklerini hatırlıyorum.

 

Ama bende asıl iz bırakan bunlar değil, filmin sonrasında okulumuzda başlayan bir akım oldu. Filmi seyreden erkek arkadaşlarımızın akıllarında onca şey arasında tecavüzcü erkeklerden birinin adının Kurt olduğu kalmış –o zaman bana çok tuhaf gelen bu ayrıntı şimdi hiç de şaşırtmıyor beni. Okuldaki teneffüslerden birinde biz sınıfta oyalanırken birden bir ergen erkek güruhu yine başka bir erkek arkadaşımızı kaptı, onu sıralardan birinin üzerine yatırdı, sırayla ona temsili tecavüz ederlerken etrafını saran diğer arkadaşlar da “Kurt! Kurt!” diye bağırarak tezahürat etmeye başladılar. Bu temsili tecavüze kısa sürede “kurt yapmak” adı takıldı ve sanıyorum erkeklerin büyük bir çoğunluğu paylarını aldılar. Benim hatırladığım kadarıyla kız öğrencilere dokunulmamıştı bu vahşi salgın süresince ama temsili tecavüzlerin pek muhtemelen bilhassa bizim yanımızda yapılıyor olması yeterince büyük bir gözdağıydı. Bize tecavüz etmeyi isteyebileceklerini aklımıza hiç getirmediğimiz erkek arkadaşlarımızın artık büyüdükleri ve yerlerimizin neresi olduğunu bize bildirdikleri bir gözdağı.

 

Bugünden bakınca arkadaşlarımı vahşi, saldırgan, gözü dönmüş manyaklar olarak hatırlamıyorum. Aradan geçen yıllarda çoğuyla iletişimimi kaybetmiş olsam da büyük kısmının iyi işlerde çalıştığını, iyi insanlar ve iyi aile babaları olduklarını sanıyorum. Ama “iyi erkekler” bile bu toplumda erkekliği bu vahşi, saldırgan ve kadınları aşağılayıcı ritüeller dolayımıyla öğreniyor.

 

Sınıf arkadaşlarımı Özgecan’ın katilleriyle kıyaslamam pek çoğunu kızdıracaktır biliyorum. Özgecan’ı öldüren erkeklerin psikopat caniler olduğuna inanmayı tercih etmek her ne kadar kendi içimizi rahatlatacak olsa da kendimizi kandırmak onların her gün sokakta, yolda, otobüste, iş yerinde karşılaştığımız, yanından yürüyüp geçtiğimiz, kimi zaman selamlaştığımız binlerce erkekten çok da farklı olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Erkekler ne yazık ki kadınları çoğu zaman cani oldukları için öldürmüyor, erkek olmanın ta kendisi, egemen erkeklik kurgusu, onlara kendi hayatlarında olmayan kadınların bile bedenleri üzerinde hak sahibi olabilecekleri bilgisini veriyor, kadınlar ve kendilerinden güçsüz gördükleri erkeklerin bedenleri üzerinde tasarruf sahibi olabileceklerini düşünüyor. Dolayısıyla gerçekten de kadın cinayetlerini anlamanın ve çözmenin yolu bu cinayetlerin bireylerin değil koca bir erkek egemen sitemin sorunu olduğunu, feministlerin defalarca haykırdığı gibi kadın cinayetlerinin politik olduğunu kabul etmekten geçiyor. Kurt yaparak ve kurt yapılarak gücü öğrenmiş erkeklerin sadece bir şehrin bir okulunda değil toplumun her yerinde olduklarını, onların birkaç kötü cani değil, sıradan insanlar, kocalar, babalar, erkek arkadaşlar olduğunu anlamaktan…

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKralın Kutsal Dokunuşu ve Aşı Karşıtlığı
Kralın Kutsal Dokunuşu ve Aşı Karşıtlığı

Modern tıp araçlarına değil komplolara inanmayı tercih eden insanlar bize sadece kendileriyle değil iktidarın niteliğiyle de ilgili bir şeyler söylüyor olabilir mi?

TARİH

YCinsel Normalliğin Kuytuları
Cinsel Normalliğin Kuytuları

Ezgi Sarıtaş’ın Metis'ten yayımlanan Cinsel Normalliğin Kuruluşu: Osmanlı’dan Cumhuriyet'e Heteronormatiflik ve İstikrarsızlıkları isimli çalışması üzerine...

Bir de bunlar var

“Öteki Erkekler” Kitabı Destek Bekliyor
60 Yıllık Kesişimsel Feminizm ve Küresel Kadın Grevi: Selma James ile Söyleşi
“Tek bir kadın da kalsak buradayız!”

Pin It on Pinterest