Tricontinental’da yayınlanan 7 Mart 2021 tarihli “Uncovering the Crisis: Care Work in the Time of Coronavirus” başlıklı çalışmanın çevirisidir. Salgının bakım emeğini ve yeniden üretim faaliyetlerini nasıl dönüştürdüğünü taban örgütlenmelerinde yer alan kadınların ve transların deneyimlerine kulak vererek 4 ana başlıkta inceleyen bu araştırmanın ilk iki bölümünün çevirsini burada bulabilirsiniz. Tricontinental’in salgının sınıfsal ve toplumsal cinsiyet eksenindeki etkilerine yoğunlaşan araştırmalarına 5Harfliler’de yer vermeye devam edeceğiz. Bundan önceki Korona Şoku ve Patriyarka araştırmasının çevirisine buradan ulaşabilirsiniz.
3. Bölüm: Robot Kız
İsmi Olmayanın Cismi de Olmaz
Ev işlerini ve bakım emeğini kadınların üstlendiği, bunların kadının görevi olarak görüldüğü ve yok sayıldığı mekanlarda, toplumsal yeniden üretimin sermaye birikimini nasıl desteklediği yeterince kabul görmüyor.[1] Erkekler ve devletler eksiklik, sorun ya da masraf olarak görülen bu işleri görmezden geliyorlar. Ev işleri ve bakım emeğinin dünya genelinde şiddet ve eşitsizlik temelinde tanımlanması tesadüfi ya da doğal olarak gerçekleşen bir şey değil. Bilakis, bunlar sahte bir öz yeterlilik düşüncesine dayanan, savunmasızlıklarımızın ve birbirimize olan bağlılığımızın hayatın doğal birer parçası olduğunu reddeden bir paradigmadan kaynaklanan toplumsal inşalardır.[2] Bütün sosyoekonomik sistemi ayakta tutan işlerin “arka yüzü” budur işte.[3]
Toplumun işlevini yerine getirmesinde vazgeçilmez olan iş ve işçiler, en çok görmezden gelinenler aynı zamanda. Bu haksızlık karşısında insan öfkeleniyor. Arjantin’in Nordelta İşçi Kolektifi’nden (Colectivo de Trabajadoras de Nordelta) Evelyn Cano’nun altını çizdiği üzere, “bütün bu işler – çamaşır yıkamak, yemek yapmak, çocuk bakmak – hayatın devamlılığı için gerekli, salgın bize bunu gösterdi.” Quintana ve Roco’nun (2019) tanımladığı şekliyle “robot kızın” ardında kendi hayatları, duyguları ve hayalleri olan kadınlar ve LGBTQ+’lar var.
Ev işleri ve bakım emeği bugüne kadar hep değersizleştirildi, özelleştirildi ve kayıt dışı hale getirildi.[4] Emeklerin karşılığı ücret olarak verilse bile bu durum devam ediyor ve eşit olmayan düzenlemeler ve yasalarla birlikte temel hakların da ihlaliyle durum daha vahim bir hal alıyor. Bu işlerin toplumsal, kültürel, ekonomik, politik ve kurumsal açıdan yeterince değer görmemesi sektördeki sosyal eşitsizlikleri arttırıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre (2016), dünyada ev işçilerinin ve bakım emeği verenlerin %80’i kadın (çoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika’da olmak üzere) ve bu işçilerin yaklaşık %90’ı herhangi bir sosyal güvencesi olmadan kayıt dışı çalışıyor. Evelyn Cano’nun da belirttiği gibi eşitsizlikler artık bu işin özü olmuş:
Bu sektörün %97’sinin kadınlardan oluşmasının sebebi, ev işlerinin kadın işi olarak görülmesidir. Bu bile bir şeyler anlatıyor aslında. Sendika hakkımız yok, %75’imiz acil durumlarda, bir iş kazası halinde ya da başımıza gelebilecek herhangi bir olayda bizi koruyacak yasalar olmadan kayıt dışı çalışıyoruz.
Evelyn salgında ev işçisi olarak çalıştığı için, “Başkasının evini temizlerken koronavirüs kaptım … durumumuz kötüleşti çünkü tamamen kayıt dışı şartlarda çalışıyoruz. Salgında bize ne isterlerse onu yapıyorlar,” diyor.
Yasal boşluklar, ihmaller ve belirsizlikler bu toplumsal körlüğün ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu da kasten ya da ihmallerle temel hakların sömürülmesine ve savunmasızlıklara yol açıyor. Evcilleştirilmemiş İşçiler’den (Trabajadoras No Domesticadas) Pilar Pascual şöyle diyor:
Ev işçileri olarak sorumluluklarımızın nerede başlayıp nerede bittiğini bilmiyoruz. … Çünkü iş tanımımız olması gerektiği gibi yasalarda belirtilmiyor. Gece vardiyasının düzenlenmesi gibi birçok şey “unutuluyor”. Bizim yaptığımız işin diğer işler gibi yasal bir zemini yok, denetleme mekanizması yok. Hep işverenlerin insafına kalıyoruz.
Kesişimsel Bir Perspektiften Ev İşleri ve Bakım Emeği
Ev işleri ve bakım emeği, toplumun iliklerine kadar işleyen ırkçılığın şiddetini gözler önüne seriyor.[5] Bu acımasız gerçekliğin ceremesini yoksul kadınlar ve beyaz olmayan LGBTQ+’lar çekiyor. İçinde bulunduğumuz sistemsel krizde sermayenin, tahakküm ve sömürü alanlarını nasıl güçlendirmeyi başardığını bir kez daha görüyoruz. Kullandığı mekanizmalar ve teknolojiler değişen koşullara uyum sağladıkça ataerkil şiddet, faşizm ve ırkçılık yeni biçimlere bürünüyor. Tarihi bir borcun ürünü ve aracı olan, salgının ağırlaştırdığı tahakküm biçimleri bireyleri yalnızlaştırıyor, nesneleştiriyor, ayrımcılığa uğratıyor ve hayatlarını, bedenlerini, temel haklarını sömürüyor.
Şiddetin kesişen ve örtüşen farklı türleri bu işçilerin bedenlerini dağlıyor. Arjantin’in Nordelta İşçi Kolektifi’nden Mercedes bu şiddetle ilgili kendi deneyiminden şöyle bahsediyor:
Benim için başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı, kovsalar umurumda olmazdı … Salgın boyunca “temel” dedikleri işleri yaparken maruz kaldığım aşağılama ve ayrımcılıklara daha fazla tahammül edemiyordum.
Çoğu kadın işçi için bu aşağılamalar sömürgeciliğin tarihsel etkileriyle daha da ağırlaşıyor. Modern zaman köleliğinin ırkçılık ve şiddet döngüsüne maruz kalan göçmen kadınların durumunda kendini daha çok belli eden bu tahakküm, herkesi etkiliyor ve farklı şekillerde tezahür ediyor. Madrid merkezli Domestic Territory ’den Rafaela Pimentel Lara, “Göçmen kadınlar ırkçılığı bir yük gibi omuzlarında taşıyor … siyah kadınlar, yerli kadınlar … bu işlerin yapılma şekli köleliği hatırlatıyor. Göçmenlerin yaptığı işler değer görmüyor,” diyor. Mercedes işverenler tarafından şiddete maruz kalan göçmenler ile çalışma şartları ve sosyal hakların düzenlenmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekerek ekliyor:
İşverenlerinin onlara ayarladığı yerlerde kalan göçmen yoldaşlarla çalışmıştım. Onların uğradığı ayrımcılıklar bize yapılanlardan çok daha kötü. Dinlenmelerine izin yok, tek başlarına oldukları için işverenler durumlarını kötüye kullanıyorlar. … Benden binlerce kez kadın işçi istemişlerdir, “Paraguay’dan ya da Peru’dan gelen biri olursa daha iyi” diyorlar bana. Ben de içimden, “… işçiler göçmen olunca daha çok sömürebiliyorsunuz tabii,” diyorum.
Kadın işçiler bakım emeğinin ön saflarında yer alıyorlar ve bu savunmasızlık, şiddet ve sömürü zincirinin “en zayıf halkası” onlar. Küresel ekonomide, güvencesizlik ve şiddet, göz ardı edilmekle kalmayıp ekonomik hiyerarşiyi devam ettirebilmek için fiilen teşvik ediliyor.
Toplumsal, ekonomik ve işyerinde gördükleri şiddet farklı sektörlerde çalışan göçmen işçiler için çok tanıdık. Ni Una Migrante Menos (‘Bir Göçmen Daha Eksilmeyeceğiz’) üyesi ve feminist göçmen Delia bu gerçeklikle ilgili şunları söylüyor:
Bu insanların uğradığı sömürüler daha da artacak. Şu an çalışmazsak ilerde çalışacak iş bulamayacağız. Böyle olunca da önümüze ne koysalar kabul etmek zorunda kalacağız: verdikleri ücreti, bize dayattıkları şartları. Bunları kabul etmek zorunda kalacağız çünkü eve ekmek götürmemiz lazım. Göçmen olanlarımız kazandıkları parayı bir şekilde ailelerine yollamaya çalışacaklar ki onlar da hayatta kalabilsin. … Başka ülkelere göç ettikten sonra Arjantin’e geri dönenlerin çoğu yine başka ülkelere gidecek. Ama bu sefer eskisinden daha kötü şartlarda göç edecekler.
Onlar daha kötü şartlarda göç edecek çünkü yerel ekonomilerin salgından kötü etkilenmesiyle birlikte işçi haklarının sekteye uğraması yüzünden hayat şartları işçiler için daha kötüye gidiyor. Bu nedenle şu an çalışmakta olan işçiler en güvencesiz çalışanlar. İşçiler buna rağmen, krizlerin derinleşmesinde bariz bir rolü olan sermaye artışının acımasız mantığıyla yüzleşmeye ve bunu engellemeye çalışıyorlar.
Göç, bir hayatta kalma stratejisidir ama aynı zamanda cinsel, ekonomik, kurumsal ve aile içi şiddetten kurtulmak isteyenlerin izlediği çok boyutlu ve doğrusal olmayan bir kaçış yoludur. Bu yolu izleyen ve ekonomik bağımsızlığını kazanma, yasal temellere dayalı bir iş sahibi olma, özgüven ve bağımsızlığını kazanma şansı arayanlar için ev içi işler çoğu zaman tek seçenek oluyor. Kolektif iş yerlerinde kız kardeşliği, dostluğu ve acuerpamiento[6] yani kol kola direnme gücü buluyorlar. Buralarda fedakarlık ve zorunlulukların ötesine geçip öğreniyor, eğleniyor ve birlik oluyorlar.
Maruz kaldıkları çok sayıda sömürüye rağmen binlerce işçi yoldaşımız, yaratıcı bir şekilde güç topladı ve özgürleştirici bir direniş gösterdi. Buenos Aires’te eve temizliğe giden işçilerin dediği gibi, “Patriyarka yerinden oynasın. Bizler evcil değiliz, evcilleştirilmiş değiliz. Boyun eğdirilmiş ya da adanmış değiliz. Biz evcil olmayanlarız.” Domestic Territory’den yoldaşlar, “Dünyayı biz döndürüyoruz, dünyayı değiştireceğiz. Çünkü ev işlerini ve bakım emeğini değiştirmek her şeyi kökünden değiştirmek demek,” diyerek ekliyor. Ev işçileri ve bakım emekçileri “artık yetti” diye haykırmakla kalmıyor; harekete geçiyor, örgütleniyor ve dünyayı yerinden oynatıyorlar.
[1] Roco, Trabajadoras no Domesticadas.
[2] Navarro Trujillo ve Gutiérrez, “Claves para pensar la interdependencia desde la Ecología y los Feminismos”; Gonzalez Reyes, Gascó, ve Herrero, La vida en el Centro.
[3] Carrasco, ed. Con voz propia.
[4] Carrasco, Borderias, ve Torns, eds. El trabajo de cuidados.
[5] Moscoso, ‘Guayaquil, the “Colonial” Virus (“Sömürgeci” Virüs)’; Parello Rubio, Mujer, inmigrante y trabajadora; Colectivo IOÉ, Mujer, inmigración y trabajo.
[6] Acuerpamiento bireylerin, yani cuerpo’ların, direniş için gereken politik enerjiyi edinmek ve birden fazla baskıya karşı çıkmak amacıyla yaptıkları kolektif politik eylemleri ifade eden bir deyiştir.
Görsel: Ailén Possamay, Domestic disobedience / Aşk dedikleri ücretsiz emek. Concepción, Chile, 2019.