“Feminist, evlen(e)mez, evli kalamaz.”
“Kedisiz feminist olmaz.”
“Feminist, makyaj yapmaz, kozmetik firmalarına para kazandırmaz.”
“Feminist, cinselliğiyle ön plana çıkmaz.”
“Feminist, arkadaşlık edecekse kadınlarla arkadaş olur.”
“Feminist dediğin ataerkil kapitalist pazarlama stratejilerine kanmaz.”
“Feminist, ev işi yapmaz.”
Bunları ve başka birçok etiketi, sadece erkekler bize yapıştırmıyor; biz, kadınlar da sabit normlar oluşturuyoruz çevremizde. Sanki etiketlerle belirlenmiş, değişmez, tarih aşırı bir feminizm olabilirmiş gibi. Ve o mutlak feminizme tam anlamıyla uyum sağlayamadığımızda, çemberin azıcık dışına kaydığımızda bir yenilgi duygusu kaplıyor benliğimizi. İşte bu yaftalamalar sonucunda yaşanıyor başarısızlık hissi. O meşum başarısızlık hissiyle tanışan Roxane Gay, Guardian’da yayımlanan “Kötü Feministin Manifestosu” başlıklı makalesinde şöyle başlıyor söze: “Bir kadın olarak başarısız oluyorum, bir feminist olarak başarısız oluyorum.” Metnin çevirisi aşağıda:
Feminist tanımını rahatlıkla üstlenmem iyi feministler orada dururken adaletli olmaz. Eğer gerçekten feministsem kötü bir feministim. Çelişkiler yumağıyım. Pek çok şekilde feminizmi yanlış yaşıyorum. Bağımsız olmak istiyorum ama benimle ilgilenecek, eve gelme nedenim olacak birini de istiyorum hayatımda. İyi bir işim var. Birçok şeyden ben mesulüm, komitelerdeyim. İnsanlar bana saygı duyup akıl danışıyorlar. Güçlü, profesyonel, saygı duyulan, kontrol eden, sorumluluk sahibi biri olmak istiyorum fakat hayatın bazı yönlerinde de tamamen teslim olmayı diliyorum. Kim büyümek ister ki?
İşe arabayla giderken yüksek sesle, küfürlü rap dinliyorum, şarkı sözlerinin kadınları aşağılamasına ve beni gerçekten gücendirmesine rağmen. Klasik Ying Yang Twins şarkısı, “Salt Shaker”. İnanılmaz: “Salla sürtük, ağrıyıncaya kadar amın!” Tam bir şiir. Müzik seçimlerimde rezil biriyim.
En sevdiğim renk pembe. Eskiden havalı görünmek için en sevdiğim rengin siyah olduğunu söylerdim ama ne yazık ki pembe, pembenin her tonu. Eğer bir aksesuar takmışsam muhtemelen pembedir. Vogue okuyorum ve bunu dalgasına yapmıyorum. Bir keresinde, Eylül sayısını okurken tweet atmıştım.
Elbiseleri seviyorum. Yıllarca elbiselerden nefret edermiş gibi yaptım ama etmem. Uzun elbiseler, son zamanlarda popüler olan en iyi parçalar. Uzun elbiseler hakkında saatlerce konuşabilirim. Bacaklarımı alıyorum! Ağrıma giden şeylerden biri de bu. Eğer kadınların riayet ettiği o gerçekçi olmayan güzellik standartlarına karşı çıkıyorsam, modaya gizli bir zaafımın da pürüzsüz baldırlarımın da olmaması gerekir değil mi?
Arabalar hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Arabamı tamirhaneye götürdüğümde benimle yabancı bil dil konuşuyorlar sanki. Hala arabalar hakkında soru sormak için babamı arıyorum ve araçlarla ilgili bu cehaletimi gidermekle kesinlikle ilgilenmiyorum.
İnsanların yazılarımdan dolayı düşündüklerinin aksine, erkeklerden çok hoşlanıyorum. Beni cezbediyorlar ve bilhassa kadınlara nasıl davrandıkları konusunda daha iyi olmalarını istiyorum, böylece onları bu kadar sık uyarmak zorunda kalmam. Ve yine de, daha iyisini bildiğim ve yapabildiğim halde, yanlış erkeklerden gelen saçmalıklara katlanıyorum. Pırlantaları ve abartılı düğünleri çok seviyorum. Bazı ev işlerini cinsiyetli olarak kabul ediyorum; lehime olacak şekilde, genellikle hepsini. Zira ev işlerinden hoşlanmıyorum. Örneğin çimlerin bakımı, çöpü çıkarmak, böcek öldürmek, bunlar hep erkek işi.
Bazen –dürüst olmak gerekirse çoğu zaman- orgazm taklidi yapıyorum çünkü böylesi daha kolay. Orgazmın hastasıyım, ama zaman alıyor ve birçok durumda o kadar zaman harcamak istemiyorum. Çoğu zaman adamı, ona neyi, nasıl arzuladığımı anlatacak kadar bile sevmiyorum. O zaman suçlu hissediyorum işte, ne de olsa kız kardeşliğin tasvip etmediği bir şey bu. Kız kardeşliğin ne olduğundan bile emin değilim, ama bir kız kardeşlik fikri beni tehdit ediyor, sessizce, ne kadar kötü bir feminist olduğumu hatırlatıyor bana.
Bebekleri çok seviyorum ve bir bebeğim olsun istiyorum. Bazı tavizler (fedakarlıklar değil) vermeye hazırım. Yani annelik izni ve çocuğumla daha fazla vakit geçirmek için işimde yavaşlamak, daha az çalışmak gibi tavizler vermeye hazırım, böylece hayatı an be an yaşayabilirim. Kariyer yapmak ve kıdem almak için çok zaman harcadığımdan olacak, yalnız, bekar ve çocuksuz ölmekten ödüm kopuyor. Bu düşünce, geceleri uykumu kaçırıyor ama öyle değilmiş gibi davranıyorum çünkü kendimi geliştirmiş olmam gerekirdi değil mi?: Eğer iyi bir feminist olsaydım başarımın -pek ederi yoksa da- yeterli olması gerekirdi. Yeterli değil. Yeterli olmaya yakın bile değil. Toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında yürekten, sıkı sıkıya tutunduğum fazlasıyla görüşüm olduğu için mutlak ideallere uygun yaşamaya dair çok fazla baskı hissediyorum. Her şeyi halledebilen, her şeyin üstesinden gelebilen iyi bir feminist olmam gerekiyor. Gerçekten, 30’lu yaşlarında bir kadın olmama rağmen, kendimi ve kredi puanımı kabul etmek için uğraşıyorum hala. Uzun zaman kendime, “bu kadın” olmadığımı söyledim; kusurları olan bir insan olmadığımı. Ben, daha basit bir yolu seçerek olduğum kişiyi kucaklamak yerine, “bu kadından” başka her şey olmak için çok fazla çalıştım ki seçtiğim bu yol, hayli yorucu ve daha fazla gidemeyeceğim bir yoldu.
Kötü bir feminist olabilirim fakat feminist hareketin mirasına yürekten bağlıyım. Kadın düşmanlığı, kadınları sürekli olarak dezavantajlı bir konumda tutan kurumsal cinsiyetçilik, ücret eşitsizliği, güzellik ve zayıflık kültleri, yeniden üretim özgürlüğüne yapılan sürekli saldırılar, kadına yönelik şiddet ve daha birçok konuda mütemadiyen muhkem fikirlerim var. Eşitlik için mücadele etmeye sıkı sıkıya bağlı olduğum kadar, tek ve değişmez bir feminizm olduğu fikrini değiştirmeye de kararlıyım.
Bir noktada, bir feministin belirli bir kadın türü olduğunu anladım nihayet. Feministlerin kim oldukları hakkında fena halde yanlış mitlere -militan, politikası ve kişiliği dört başı mamur, erkek düşmanı, keyifsiz- rağbet ettim. Entelektüel anlamda bundan daha fazlasını bilmeme rağmen bu mitleri benimsedim. Bundan gurur duymuyorum. Artık bu mitlere katılmak istemiyorum, o kadar.
Kötü feminizm, hem kendimi olduğum gibi hem de bir feminist olarak kabul edebilmemin tek yolu olarak görünüyor, ben de yazıyorum. Beni kızdıran her şey ve eğlendiren küçük şeyler hakkında Twitter’da gevezelik ediyorum. Kendime daha iyi bakmaya çalışırken pişirdiğim yemekler hakkında blog yazıları yazıyorum ve her yeni gönderiyle birlikte kendimi ziyan etmekle geçen yılların sonunda nihayet onarmaya başladığımı fark ediyorum. Yazdıkça ve kendimi dünyaya kötü bir feminist olarak tanıttıkça -kötü bir feminist fakat iyi bir kadın, en azından öyle umuyorum- şimdi ve geçmişte kim olduğum, nerede tökezlediğim ve kim olmak istediğim hakkında açık ve dürüst oluyorum. Feminizmle sorunlarım olmasına rağmen ben bir feministim. Feminizmin önemini ve tartışılmaz gerekliliğini inkar edemem ve etmeyeceğim. Birçok insan gibi çelişkilerle doluyum fakat sırf kadın olduğum için bok gibi davranılmak da istemiyorum. Ben kötü bir feministim. Hiç feminist olmamaktansa kötü bir feminist olmayı tercih ederim.
Roxane Gay’in feminist harekete bu kavgalı ve hayli esprili çıkışı, feminist teorinin mirasını ve “kötü feminist” etiketini sahiplenişi, ironik bir uyarı. “Kötü feminist” etiketlemesinin korkunç bir örneğini, 2014 yılında düzenlenen bir panelde konuşmacılardan biri olan bell hooks, Beyonce hakkında konuşurken yaşattı bize. Beyonce’nin kendisini feminist olarak tanımlamasına rağmen cinselliğini ön plana çıkararak “siyah kadın köle” imgesini yeniden ürettiğini, genç kızlara kötü bir rol modeli teşkil ettiğini ve olsa olsa anti feminist olabileceğini öne sürdü.
Roxane Gay, bu nobran çıkışı şöyle yorumluyor: Beyonce eleştirilerden muaf değil, ama bell hooks gibi muteber bir entelektüelin ataerkinin kadın tasavvurunu –hani şu “bakire ya da fahişe” ikiliğine dayanan meşum tasavvurunu- yeniden ürettiğini görmek utanç verici. Öyle değil mi? Hani feminizm herkes içindi?
Kendini feminist olarak tanımlayan her kadından zihnimizde canlandırdığımız mükemmeliyetin temsili olmasını bekliyoruz. Bu, mantıklı ve yapıcı eleştirinin ötesine geçip hemcinsimizde kendi fikirlerimizden başka bir şey kalmayıncaya kadar onu parçalamak demek. Birbirimizi “kötü feminist” olarak etiketlemeden de farklı kadınlık ve erkeklik biçimlerine sahip olabilir, farklı bakış açılarından bakabiliriz dünyaya.
Gay’in manifestosunu okuduktan sonra birkaç şey “itiraf etmek” istiyor insan. Ben mesela çanta butiklerini gezmeyi seviyorum. Bir şey daha, trafikte cinsiyetçi küfür etmişliğim var, bir ya da iki kez. Yazarının maçoluğuna ve mizojiniliğine, senaryonun cinsiyetçi küfürlerine rağmen Behzat Ç.’nin çok iyi bir yerli polisiye olduğunu düşünüyorum. Bir şey daha, kadının beyanı esastır, tamam, ama bu söylem, bütün kadınların yalan söylemeyen ve iftira atmayan dürüstlük timsali kişiler olduğuna dair özcü bir yoruma da kapı açtığından zaman zaman bu söylemden kuşku duyuyorum. Son bir şey, bizatihi var olan bir kız kardeşlik fikrinden oldukça kuşkuluyum. Bana kalırsa ancak emek verdiğimizde oluşturduğumuz bir şey, her an kendiliğinden var olamaz. Ve emek verdiğimiz/vereceğimiz bu ideal, dayanışmaya hizmet etmek yerine, etiketlemelere ve sabit normlar belirlemeye mahal verdiğinde hiçbir değeri kalmıyor.
Bu liste daha uzar gider. Sizin “kötü feminist” olarak etiketlenmekten korktuğunuz düşünce ve davranışlarınız var mı? Varsa ne(ler) hakkında? Konuşalım mı biraz bunları? Aşağıya, yorumlara bekliyorum.