Erkek arkadaşlarıma âdet görmekle ilgili yazı yazdığımı söylediğimde konuyu değiştirdiler. Daha açık fikirli olan birkaçı bu düşüncemle önce ilgilenir gibi olduysa da tecrübe ettikleri bir şey olmadığından aslında âdet dönemine dair pek bir şey bilmediklerini itiraf ettikten sonra konuyu değiştirdi. Kadın arkadaşlarım ve meslektaşlarımsa hemen heyecanlandılar. Aldığım en yaygın yorum, “eşim âdet dönemimdeyken sevişmek istemiyor” oldu. Bir diğer arkadaşım erkek arkadaşının pedlerini ve tamponlarını sakladığı yeri bulduğunda utandığını söyledi. Genel hissiyat âdet görmenin kadınlar arasında dahi bir tabu olduğu ve bu konuya dair daha açık bir biçimde konuşmayı öğrenmemiz gerektiğiydi.
Doğal bir bedensel işlevin toplumun yarısı tarafından böylesine çekingenlik, garipseme ve utanç duygularıyla tecrübe edilmesi ilginç. Tuvalet kâğıtlarımızı saklamıyoruz ama tamponları kol çantalarından düşmeye görsün; hâlâ iki ayağı bir pabuca giriveriyor bazı kadınların. Hijyenik pedlerimizi çiçek desenli teneke kutularda saklıyoruz bir de. Gittiğiniz bir evin tuvaletinde bir yerlere sıkıştırılmış ve ısmarlama torbalara sarılmış tuvalet kâğıtları görmek biraz saçma olmaz mıydı? Sanki âdet gördüğümüze dair kanıtların olması utanılacak bir şeymiş gibi, hijyenik pedlerimize ve tamponlarımıza işte aynen bu muameleyi gösteriyoruz.
Âdet görmeye karşı beslenen önyargıya dair en taze örnek yalnızca birkaç hafta önce meydana geldi: hijyenik ped ve tamponlara yüzde beşlik vergi zammı uygulandı, çünkü bu ürünler lüks tüketim olarak görülüyor (kadınlar menstruasyon kabı kullanabilirler, vergi buna yansımadı) fakat yine bir lüks tüketim ürünü olan ve atık üretimine katkıda bulunan erkeklere yönelik tek kullanımlık tıraş bıçaklarına yansımadı bu vergi.
Âdet görmenin iğrenç bir şey olduğuna ilişkin genel yargı, menstrüasyon eğitimi araştırmacısı Chella Quint’in mücadele ettiği şeylerden biri. Hükum süren bu olumsuz havaya Adventures in Menstruating [Âdet Maceraları] isimli dergiyle savaş açmış. “Evet, âdet görmek rahimde ağrıya sebep olabilir, ama bazen sorunsuz geçer ve hatta o kadar da büyütülecek bir şey olmayabilir de,” diyor. Âdet dönemlerimize daha olumlu bir ışıkta bakmamızı sağlamak için “#periodpositive project” [âdet-pozitif proje] isimli bir proje de yaratmış. Genç kadınlara âdet görmenin utanılacak bir yanının olmadığını öğretmek gerektiğini söylüyor. “Düzenli âdet görmek tıpkı nabzınız veya kan basıncınız gibi büyük önem taşır. Vücudunuzun düzenli çalıştığının göstergesidir bu,” diyor Quint.
Caitlin Moran, How to be a Woman [Nasıl Kadın Olunur] adlı feminist romanında âdet görmeye sırf kadınlara özgü bir şey olduğu için tiksintiyle yaklaşıldığını söylüyor: “Kadına dair neredeyse her şeyin mide bulandırıcı ve/veya zayıflık olarak görüldüğü bir kültürde yaşıyoruz. Tıpkı âdet görmek ya da menapoz gibi…” Fakat âdet görmeye dair önyargı çok daha eskiye dayanıyor.
Âdet görmek tarihsel olarak bir yüceltilmiş bir yerin dibine sokulmuş, fakat çoğunlukla yerin dibine sokulmuştur. Âdet kanını tıpta ve (nitrojen bakımından zengin olduğundan) tarımda gübre olarak kullanan Antik Yunanlarla iyi bir başlangıç yapıyoruz. Hipokrat, âdet görmenin kadınların âdet öncesi gerginliğine çare olduğuna ve bunun genel anlamda faydalı bir kanama olduğuna inanıyordu. Buraya kadar gayet iyi durumdayız.
Milattan sonra 77-79 yılları gibi Büyük Plinius, âdet döneminin kadın üzerindeki etkisini Doğa Tarihi’nde şu şekilde tasvir eder: “Bir bakışı aynaların ferini söndürür, çeliği köreltir ve fildişini perdahından eder. Öyle ki oğul veren arılar görse onu, oracıkta ölüverirler.”
Bu tasfir şimdi gülünç gelebilir, fakat âdet gören kadının abdestsiz kabul edilmesi fikri İncil’de yer alıyor. Eski Ahit’te âdet döneminde olan bir kadına dokunan her kimsenin “akşama kadar abdestsiz (kirli)” kalacağı belirtilirken, Başpiskopos Theodore bu fikri bir adım öteye taşıyarak âdet gören kadınların kiliseyi ziyaret etmesini dahi yasaklamıştır.
Kendini kadıncı olarak tanımlayan şair Dominique Christina, âdet görmeye yönelik önyargı sözkonusu olduğunda pek çok sorunun yanıtının din olduğunu söyüyor.
“Kadın bedenini utanılacak bir şey olarak görmek gibi bir kültür var, özellikle de konu âdet görmek olduğunda,” diyor bana gönderdiği e-postada. “Pazar [Din] Okulu’ndayken dünyanın bir zamanlar nasıl da yozlaştığını ve bu kötülüklerin azmettiricisinin bir kadın olduğunu anlatan hikâyeler dinlerdim. Küçük bir kız için bu durum kadına dair fena hâlde aşağılayıcı bir tablo oluşturuyor. Ben de ‘Ne güzel, demek bedenim Tanrı’nın azabının kanıtı? Yani uğursuz muyum şimdi? Eğreti bir belkemiğinden oluşmuşum ve kanamakla cezalandırılıyorum, çünkü Tanrı’yı gücendirmişim. Bu arada, insanlığın düşüşünü de hızlandıran, baştan çıkarıcı, şeytanî dişi de bendim!’ diye düşünüyordum. Görüyorsunuz ya, bu kurgu hikâyelerde kadına gün yüzü yok.”
Gazeteci Karen Houppert’ın 1995 yılında Village Voice dergisi için kaleme aldığı, tampon endüstrisini konu alan yazıya eşlik eden görsel epey tepki toplamıştı. Görselde tek bacağını aralamış, çıplak bir kadının belden aşağısı görülüyordu. [Fotoğrafa şuradan erişilebilir] Bu kısmı biliyoruz zaten; reklamcılıkta çıplak kadın görseline hep yer verilmiştir, fakat kalçasından sarkan tampon ipini gözden kaçırmak imkânsızdı. Görünürde ne kan vardı, ne bir tutam genital bölge kılı, vajinası da görünmüyordu üstelik, yalnızca bir tanecik ip. Bu da yeterliydi zaten. Houppert, “saklanma kültürüne” karşı çıktığı The Curse: Confronting the Last Unmentionable Taboo: Menstruation [Lanet: Son Konuşulamaz Tabuyla Yüzleşmek: Âdet] kitabıyla yoluna devam etti. Daha sonra bu görselle ilgili sorularla karşılaşan fotoğrafçı Robin Holland, “İnsanlar dehşete düşmüştü. İnsanlar kadınları birer seks objesi olarak görmekten gayet memnun, oysa belli ki bedenimizin esas biyolojisi iğrenç ve bahsedilmemesi gereken bir konu,” demişti.
İnsanbilimci Emily Martin, The Woman in the Body [Bedendeki Kadın] adlı kitabında âdet görmeyi küçümseyici bu yaklaşımın sebebinin, “âdet görmenin üreme sisteminin üreme işini beceremediği algısının yanı sıra, üretimin de ters gittiği fikrini taşıması” olduğunu iddia ediyor. Martin, âdet görmenin bedenin “yararsız, satılamaz, atık, döküntü” ürünler meydana getirmesinin kanıtı olarak görüldüğünü söylüyor. Yine de bilmecemizi çözmek için yeterli değil bu sebepler. Âdet görmek; bedenin yaşam üretme imkânını, işlerin yolunda gittiğini, kadının doğurganlığını gösteren bir işaret.
“Kan bir tür alarmdır,” diyor Dominique Christina. “Kan gördüğümüzde aklımıza yara veya bir hastalık geliyor. Kan varsa bir şeyler ters gitmiştir. Ama âdet görmem benim vücudumun işleyişinin bir parçası. Hiçkimsenin veya hiçbir şeyin bana kendimi eksik veya hatalıymışım gibi hissettirmesine izin veremem. Erkeklere kendi bedenlerini bir yükümlülük gibi taşıma şartı koşulmuyor. Benim kendimi bu şekilde görmemi sağlamayı kim görev edinebilir?”
Londra Hijyen ve Tropikal Hastalıklar Fakültesi’ndeki Hijyen Merkezi’nin yöneticisi ve Don’t Look, Don’t Touch: The Science Behind Revulsion [Dokunma, Bakma: İğrenmenin Temelindeki Bilim] adlı kitabın yazarı Dr. Valerie Curtis, âdet görme fikrinin insanları rahatsız etmesinin sebeplerinden birinin de kana ve diğer vücut sıvılarına karşı evrimsel tabana dayanan iğrenme duygumuz olduğunu söylüyor. Tiksinti tepkisi çok kesin bir şey olmadığından, aslında tehlike arz etmeyen şeylere de bu şekilde yanıt verebiliyoruz.
“İçinizde olduğu müddetçe hiçbir sorun yok, parmağınıza kan bulaşması da kabul edilebilir, ama vücudunuzun dışındaysa; mesela yerde bir yarabandı gördüğünüzde iğrenirsiniz, çünkü onun sizin kanınız olmadığını tespit etmişsinizdir,” diyor Curtis. “Âdet kanı için de aynısı geçerli. İçinizde durduğu müddetçe sorun yok, ama dışa aktığında, mesela tampon veya pede bulaştığında tetiğe geçiyorsunuz.” Açıklamasına, “Âdet kanı, hijyenik açıdan riskli bir bölgeden geliyor,” diye devam ediyor Curtis. “Bakterilerin üreme alanı olan bir yerden geliyor.” Yani aslında orası zaman zaman iğrenç bir yer olabilir.
Ama âdet görmeye dair bakış açısı, kandan tiksinmek gibi kalıtsal bir temelin çok daha ötesinde gibi. İnsanlar âdet kanının normal kanla hiçbir benzerliğinin bulunmadığını kanıtlamaya çalışmışlar hatta. 1950’li yıllarda Harvard Üniversitesi’nde, özel olarak âdet kanında bulunduğu düşünülen bir zehir olan menotokanın gerçekte var olup olmadığına ilişkin bir araştırma yürütüldü. Üreme organları rahatsızlıkları konusunda uzman olan George ve Olive Smith, hayvanlara âdet kanı enjekte etti ve jinekolog Bernard Zondek’in (kendisi 1928 yılında ilk güvenilir gebelik testini geliştiren kişidir aynı zamanda) aksini ispat etmesine karşın bu hayvanların ölümlerini âdet kanındaki zehre bağladılar. Sonrasında Zondek, kana antibiyotik karıştırdığında hayvanlar ölmedi, yani pofuduk dostlarımızın ölümüne yol açan şey kadın soyunun şerri değil, bakterilerdi. En şaşırtıcısı da daha en başta Smith çiftinin âdet kanında menotokan maddesinin bulunmadığını kanıtlama ihtiyacını hissetmiş olmasıdır.
“Erkekler kadına mahsus bu gizemli işleve karşı özel bir korku mu besliyor dersiniz? Elimde buna dair bir kanıt yok,” diyor Curtis, “fakat doğal bir kan korkusundan öteye giden bir şeyler olduğu kesin.” Âdet dönemindeki kadınlara yönelik, kültüre özgü bir “tecrit ritüeli” olduğunun da altını çiziyor. İtalya’da “malum döneminde olan” kadınların makarna sosu yapmamaları gerekir mesela. Nepal’deyse âdet dönemlerindeyken ahırda gecelemek zorunda olan kadınların yemek yapmalarına izin verilmez. Yani ayda dört kez yemek yapma işini erkek üstlenir. Çok yakın zamana kadar İngiltere’de insanlar, âdet gören kadının ekmek yapmada kullandığı hamurun kabarmayacağına inanıyordu,” diyor Curtis.
Curtis hâlihazırda Nepal’de insanları tuvaletten sonra ve yemek yapmadan önce ellerini yıkamaya teşvik etmeye çalışıyor. Nepal’de insanlar, âdet gören bir kadın işin içinde olmadıkça bu pratiğin gerekli olmadığına inanıyorlar. YouTube’da TheeKatsMeoww kanalının sahibi Kat Lazo’nun da âdet görmenin medyadaki yüzüne dair söyleyecekleri var. Erkeklerin hiç tecrübe etmedikleri bir konuda sinemada ve televizyonda şakalar yaptıklarını iddia eden Kat, “işte tam da bu yüzden çok hatalılar,” diyor.
“Medyanın büyük bir kısmını erkekler oluşturuyor,” diyor bana, “ve çoğu konuda olduğu gibi âdet görmeyi de hatalı temsil ediyorlar. Erkekler âdet görmeyi üçüncü kişinin bakış açısıyla tasvir ediyor, yani cehalet içerisinde. Âdet dönemi ya komedi filmlerine espri oluyor, ya da bir korku gösterisine dönüştürülüyor. Âdet görmek zaten ayıp olarak karşılanırken, erkekler de bu duruma hizmet etmiş oluyor.” Kızımızın kanamaya başlamasıyla oğlanların çılgına dönmesini konu alan, kadının yine alay konusu olmasına iki örnek “Çatlak Film” ve “Çok Fena” adlı yapımları hatırlatıyor Kat.
Yazar Chella Quint, dergisinin basımından sonra öfkeli mesajlar almış. Bu durumun namus ve utanç dilinin bir sonucu olduğuna inanıyor. Reklamcılığın sorunu daha da beter hâle getirdiğini söylüyor. “Çoğu reklamda hâlâ ‘fısıltı’ ve ‘sır’ gibi kelimeler kullanılıyor ve ürünü saklamaya yönelik ambalajlar yapılıyor. Âdet görmenin konuşulmaması gereken bir konu olduğunu ima etmek için 80 yılı aşkın süredir kullanılan kelimeler ve taktikler bunlar,” diyor Quint.
Ne tesadüftür ki 1896 yılında Johnson & Johnson’ın pazarladığı ilk hijyenik pedin hiç tutmamasının sebebi ürüne talep olmaması değil, hijyenik pedin reklamının yapılmasının uygunsuz bulunmasıydı. Yani kimsenin böyle bir ürünün varlığından haberi bile yoktu.
Yüz yıldan uzun bir süre geçmesine rağmen şu anda bile ne zaman ped veya tampon almak isteseniz, bedeninizde bir tuhaflık olduğu mesajıyla karşılanıyorsunuz. “Markete gittiğinizde vajinanızı çiçek gibi kokutma misyonu edinen bir koridor dolusu ürünle karşılaşıyorsunuz. Bir yerden sonra bunun kadın düşmanlığı olduğunu düşünmeye başladım. Sanki vajinamızın düzeltilmeye ihtiyacı varmış gibi, özellikle de kanadığı zamanlarda. Bu durum beni öfkelendirmeye başladı.”
Şimdi de yaranıza tuz basmak istiyorlar sanki, zira artık bu ürünler için fazladan vergi ödemek zorundasınız. Eğer bu durum sizi de öfkelendiriyorsa şu söze kulak verin: âdet görmek bizi birbirimizden ayıran, ama aynı zamanda birleştiren de bir şey. İngilizce’de “lütuf, kutsama, bereket” gibi anlamlara gelen “bless” kelimesi, eski İngilizce’deki blēdan (kanamak) kelimesinden geliyor. Kanamak lanet değil, berekettir bu yüzden. Hayat verebildiğimize işarettir. Hem tüm âdet efsaneleri kötü değil. Dominique Christina “Âdet Şiiri”nde birlikte bol zaman geçiren kadınların bazılarının iddia ettiği gibi âdet düzenlerini birbirlerine uydurduğundan bahsediyor örneğin. İki kadının birlikte kanaması demek bu. “Bunu tabiri unutmayın,” diyor Christina, “altında başka bir anlam var.”
Metnin orijinali burada.
Görsel, Sangre Menstrual isimli kollektifin İspanya’da yaptığı sokak eyleminden.