Otuzuma girdiğim ilk günlerde annemden bu anlamlı hediyeyi aldım. Yüz Yogası kitabı. Hediye gibi de değil aslında, çörekotu bağışıklığı güçlendiriyormuş, civanperçemi regl ağrısına iyi geliyormuş diyerekten her ziyaretinde çantasından çıkarıp mutfak tezgahına koyduğu sağlık kürlerinden biriymiş gibi bıraktı kitabı masaya. “Yüz yogası kırışıklıkları önlüyormuş.”
Tabiki yine televizyonda izlemişti. Bu kez bilmemne doktoru değil de bilmemne güzellik uzmanı tavsiye etmişti. Kitabı yazan kadın da programa katılmıştı üstelik. Kadın 60 yaşındaydı ama -inanamazsın Asuman- cildi 25 gibiydi. Ne tek bir kırışık, ne sarkma. Hem çok basit egzersizlerdi. Sabah ayna karşısında azıcık kaşını gözünü oynatacaktın, hopp, çizgileri, kaz ayaklarını durduracaktın. Kaşlarını da çatmayacaktın öyle. Bak, çata çata iki kaşının ortasında çizgi çıkmaya başlamıştı.
Gülüp kitabı bir yerlere tıkıştırdım tabi. Arada aklıma geldikçe güldüm. Arkadaşlarıma anlattım, birlikte güldük. Annemin 30 yaşımla imtihanı. HA HA HA. Kırışma kırıştır. HA HA HA.
Annemin aksine ben 30 yaşımı alarm çanlarıyla karşılamadım. Tam tersine, ani bir rahatlama ve özgüven dalgasıyla vurdu 30. Hatta öyle ki kitabı birkaç yıl önce getirse, mesela o korkunç 28-29 eşiğinde, ciddiye alıp dert edinme ihtimalim çok yüksekken 30’la birlikte birden sıfıra düştü o ihtimal. Karakter sahibi bir yaşa girmekten o kadar mutluydum ki karakterim değişti resmen. Aynada gördüğüm şeyden ilk kez memnundum. Hem yüzümden, hem vücudumdan. 15-30 arası, HAYATIMIN TAM 15 YILI aynaya bakıp sadece parça parça gördüğüm bir takım noktalar mucizevi bir voltranla bütünleştiler. Banyodan önce ve sonra boy aynasında çıplak vücuduma kestirmeden bi bakıp, gördüğüm şeyi beğeniyordum. Ve bu inanılmazdı. Eskiden fazlalık gibi görünen yerler orda duruyordu hala. Ama takılmıyordum. Bedenim kalınlaşan ve incelen ve kıvrılan ve düzleşen yerleriyle ilk kez bana bir bütün ve güzel görünüyordu. Benim posturum buydu. Böyle iyiydi. Giydiklerimin orası burası da umrumda değildi. Olsa da iyiydi, olmasa da iyiydi. Gözlerimin altı hafif çökmüştü, evet. Bu da bana ayrı bir hava katıyordu. Saçımda tel tel beyazlar çıkmaya başladığında da basbayağı seksi geldi. Beyazların başladığı yerden ayırmaya başladım saçlarımı. Annemin aksine yaşlanmayla ilgili zerre kadar endişem yoktu. Çünkü gençlik kategorisinden kadınlık kategorisine geçmiştim aslında. Ve 30lar mükemmeldi.
Sonra işte 34 oldum. Her şey birden değişti. Gerçekten o kadar ani değişti ki kozmik bir şaka gibi daha çok. Hız bölü zaman! Alo? Alo? 33’ün sonlarında birkaç sinyal almıştım aslında ama olgun bir kadın olarak gülümseyip geçtim. Takılmadım. 34 sen misin takılmayan diyerek geldi. Bir sabah aynaya baktım ve yaşlılık görmeye başladım. Bu kadar ani. Önce genel bir matlık dikkatimi çekti. Saçımın ve derimin renginde. Sonra vücudumun esnekliğinin azaldığını hissetmeye başladım. Genel bir yorgunluk. Yine de vücudumla o kadar derdim yok. Biraz daha çok esneyip, hareket ediyorum. Ve idare ediyorum şimdilik. Ama yüzüm. Ah bu yüzüm! Her sabah aynaya bakıp kalınlaşmış bir deri, gözenekler, kaz ayakları, sarkayazmış yanaklar, düşesi olan göz kapakları görüyorum. Gözlerim ayan beyan küçüldü ve anlamsızlaştı sanki. Bir sis perdesinin arkasından, lastik gibi bakıyorlar. Azıcık uykusuzlukta soldaki hemen kapanmaya yüz tutuyor. Yer çekimi bir anda gücünü ona katladı ve kaşlarım, göz kapaklarım, hele de yanaklarım aşağı aşağı meylediyorlar sanki.
34 de ne olduğu belli olmayan bir yaş. Yirmilerin sonu gibi. 35 öyle mi? Bir ağırlığı var. Bunu sık sık tekrar ediyor ve birkaç ay sonra 35 olduğumda birden aynada gençleşmeyi umuyorum. Çünkü biliyorum, benim bakışımla ilgili pek çok şey. Ama bazı şeyler de değil. Bunu da biliyorum. Yani yaşlanma belirtilerinin kimi gerçek. Sonuçta çizgiler gerçekten çıkıyor, yüz sarkıyor, kaz ayakları oluşuyor. Ama bunları her zaman şimdiki gibi bir gerilim filmi efektiyle takip etmeyeceğimi, 30’daki gibi bir kabulleniş dalgasıyla aynadaki yüzü yeniden sahipleneceğimi umuyorum. Ama mesela anne tarafımda ileri yaşlarda göz kapaklarının düşmesi gibi bir durum var. Ve anne kopyası bir insan olarak, göz kapaklarım düşsün istemiyorum. Kendime nasıl bir özgüven dalgasıyla bakarsam bakayım, göz kapakları olması gereken yerde bir kadın görmeyi istiyorum. Makul bir istek değil mi? Evet, olgunluk. Evet, feministlik. Evet, kabulleniş. Ama mümkünse her şey durmasına alışık olduğum yerde dursun. Durabildiği kadar en azından.
Bu çok makul istek için bir çözümle gelmişti ya işte annem birkaç yıl önce. Bok var o kadar gülüp dalga geçtik. Kadın bir şey biliyor da yapıyor, ediyor, seni düşünüyor, getiriyor değil mi? Ne zaman bilmedi ki zaten?
Yüz yogası kitabımı tıktığım yerden çıkarıp başına geçiyorum.
Günde birkaç egzersizle, hız bölü zaman şakasına, sevenin yogası var diyeceğim. Zalim kahkaha burada başlıyor. HA HA HA. Günde kaç egzersizle tam olarak? Bilmiyorum. Gözler, göz kapakları, kaşlar, alın, yanaklar, dudak kenarları, gülme çizgileri, gerdan için ayrı ayrı egzersizler var kitapta. Hepsi de parmaklarlarla deriyi gererken, kaslarla itmeye çalışmak ya da tersi gerilim ezersizleri ve en fazla 10 tekrar gerektiriyor. İyisi mi ilk deneme için sırasıyla hepsini yapayım ve kaç dakika sürdüğünü ölçeyim. Mantıklı bir giriş değil mi? Ben de böyle düşündüm. Kaç dakika sürdü peki?
48. Yazıyla KIRK SEKİZ DAKİKA. Haftada kaç gün 48 dakikanızı ayırabilirsiniz kırışmamak için? Nasıl yapıyor bunu yapan diye kitabı biraz daha karıştırdım. Sondaki kullanım kılavuzunda egzersizleri HAFTADA 6 GÜN yapmak gerektiği yazıyor. Yedinci gün yüzü dinlendiriyormuşuz. Bitti mi? Hayır. Etkili olmasını istiyorsak, ezersizleri GÜNDE 3 KEZ yapacakmışsınız. Yani HAFTADA 6 GÜN, GÜNDE 3 KEZ, 48 DAKİKA. Masabaşına oturmalı yemeğe zaman bulamayıp çoğu gün ağzıma ayakta bişeyler tıkıştırdığım hayatımın hız bölü zamanında göz kapaklarım sarkmasın diye günde iki buçuk saat uğraşmam gerekiyor. Kolay çözüm bu mu? Allah kahretmesin. Çok sağol anne.
Haksızlık etmek istemiyorum. Egzersiz listesinin sonunda, zamanı olmayanlara “sorun gördüğünüz bölgelerle ilgili egzersizleri günde 3 kez yapın” diye not düşmüşler. Göz kapağı egzersizlerini kotarabilirim belki. İş yerinde mesela, öğle yemeği molasında tuvalete kaçıp ellerimle kaşlarımı iterken, aşağı bakmaya çalışıp, göz kapaklarımla on dakikalık bir kavgaya girişebilirim. Sabah on dakika erken uyanıp, göz kapaklarıma kimin patron olduğunu gösterdikten sonra güne başlayabilirim. Geceleri sevgilimden gizli bir tuvalet kaçamağı yaparım yine. Düzenli bağırsak faaliyetine yorar en fazla. Ne olacak?
Mesele bu değil zaten. Mesele yirmili yaşların geride bıraktığım için mutlulukla oh dediğim kabusunun geri dönmüş olması. Bugün göz kapaklarıma günde 3 kez onar dakika ayırırım yoksa ayırmasına. Ama “sorunlu bölge”lerin nasıl hızla çoğaldığını iyi hatırlıyorum. Sivilcelerle başlayıp, kulak memesinden burun kemiğine, parmaklardan kollara, memelere, bacaklara yayılan bir bakış virüsü: Aynadaki her noktayı ayrı bir sorun kümesi olarak her gün yeniden teşhis etmek. 34’e has bir cenabetlik değilse bu ve 35’te son bulmayacaksa gerçekten boku yedim. 30’daki aldırmaz bakışı, serinkanlı memnuniyeti geri istiyorum. Yirmileri kanımla canımla aşıp gelmişim bu yaşa. Hiç mi rahat yüzü yok?