Bayılırım benzetmelere ve kafamın içinde çözemediklerimi benzetmelerle, karakterlerle ve kurgularla anlamaya çalışmaya. Bir şeyleri başka bir soyutlukta görmek bana müthiş bir mutluluk verir. Bu ara gördüğüm, okuduğum, dinlediğim, gittiğim ve olduğum her yerde ve anda bir şeylerin cevabını arıyorum. Soruyu bilmediğiniz zaman cevaplara bakınmak biraz zorluyor insanı. Sevimsiz bir tat kalıyor insanın ağzında. Tıpkı birisini yargıladığınızda ya da birisi tarafından yargılandığınızda hissettiğiniz sevimsizlikteki gibi bir tat oluyor bu üstelik.
Her zaman sorusuz çıkmıyorum yola. Bazen cevap da soru da tam karşımda oluyor. Ben de öyle izliyor oluyorum. Bazen etrafında yürüyüp izliyorum, bakıyorum, duruyorum. Özellikle bu aralar “kendime başkalarının gözlerinden bakıp yargılama sporunu” bırakmaya çalışıyorum. İnsan fark etmeden ruhundan bir parça bırakıyor kendisini yargıladığı zaman. Doğuyoruz. Birilerinin gözleri bize ayna oluyor. Kendi gözlerimizin olduğunu henüz bilmediğimiz yaşlardayız. Kendimize başkalarının gözlerinden bakıyoruz. Büyüyoruz. Kendi gözlerimiz olduğunu çoktan unutmuş oluyoruz. Fakat hayat bizimle dalga geçer gibi her fırsatta bize hatırlatıyor kendi gözlerimizin olduğunu.
Ama unuttuğumuz tek şey gözlerimiz değil, baktığımız bazı aynaların aslında kırık oluşu. Bazı aynalar kendinden kırık geliyor bize. Bazılarına yanlışlıkla bir taş çarpıyor ve kırılıyor. Bazıları bir yerden bir yere taşınırken bir darbe alıp kırılıyor. Bazıları çatlıyor. Bazıları ısıya dayanamıyor ve yavaş yavaş kırılıyor. Bazıları kırılmıyor ama bir türlü de temizlenip netleşmiyor.
Bizse bazen başımızı kaldırıp aynaya bakmaya bile yorgun oluyoruz. Bazense o kırıkları farketsek de içimizde bir şeyleri değiştirme gücünü bulamıyoruz. Varsın kırık kalsın. Varsın kirli, tozlu, bulanık kalsın. Varsın kırılsın bir şeyler diyoruz. Tamam, güzel. Diyoruz. Diyelim. Kendimizi yargılamak istemiyoruz çünkü. Mükemmel olmamak için gösterdiğimiz bir çaba var içimizdeki çocuk yanımızın gönlünü almak adına. Ancak bazı şeyleri bir şeylerin ve birilerinin “inadına” yapınca aslında tam olarak yapmak istemediğimiz bir şeyi onu olumsuzlayarak yapıyoruz. Yani evet doğduğumuzda birilerinin gözünden bakmayı öğrendik ama bunu da sürdürmeyi seçtik. Bazen denedik ama olmadı. Bazen denemek hiç içimizden gelmedi. Buna da tamam ama bir şey var unuttuğumuz.
Kırılmış bir aynadan bakıp gördüğümüz biz, gerçek biz değiliz. O kırık bir aynanın hüzünlü bir yansıması ve biz yansımalarımızdan çok daha fazlasıyız.
Ana görsel: yazara ait fotoğraf