Herkesin hayatında en az bir kez kendine sorması gereken soru: Hukuk nedir, neden hepimize lazımdır? Güneşli günlerin en cazip konusu olmasa da haksızlığa uğranıldığında, isyan noktasına gelindiğinde ya da daha kötü hallerde herkesin aklına gelir hukuk. Olağanüstü zamanlar geçirdiğimiz bugünlerde çaktırmadan hayata geçiriliveren ‘kimyasal hadım’ yasası çok az ilgi çekti. İlgilenenlerin bazıları da “e iyi olmuş” gibi akıl almaz tepkiler verebildiler. Biraz yasanın ne getirdiğine ve neden “hiç de iyi olmadığına” bakalım.
Kimyasal hadım kavramı 26 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Yöntemleri İçeren Yönetmelik”le birlikte gündemimize yeniden ve bu sefer kaçınılmaz olarak girdi. Bu yönetmeliğe göre “reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan hapis cezasına mahkum olanlar” kimyasal olarak cinsel isteği azaltıcı ya da yok edici tedaviyle cezalandırılabilecekler. Düzenleme bu hükmün uygulanması için hem hakim hem de doktor onayı gerektiriyor. Belki de uygulama için en doğru yöntem budur ama uygulamanın kendisi çok temel bir YANLIŞ barındırıyor.
Vücut bütünlüğü nerede başlar, nerede biter? İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3-5. maddelerinde önce yaşama hakkı güvence altına alınmış, sonra da kölelik ve işkence yasaklanmıştır. İşkence yasağının düzenlendiği maddede “Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.” ifadesi yer alır. Böylece kişinin vücut bütünlüğüne müdahale eden tüm davranışlar yasaklanırken, bu çerçevede verilecek cezalar da yasak kapsamına alınmıştır.
Vücut insanın doğduğu andan itibaren sadece kendisine ait olan tek varlığı. Bu yüzden pek çok ceza kanununda vücut bütünlüğüne verilen zararlar ağır şekilde cezalandırılır. Cinsel suçlar da öldürme ve yaralama suçlarıyla beraber vücut bütünlüğüne karşı işlenen suçlardan sayılır.
Hukuk mantığında, cezanın verilişindeki amaçlar üç tanedir. Bunlardan ilki caydırıcılık. Yani özetle toplum içinde neyin suç olduğunun ve o suç işlendiği halde bir cezası olduğunun bilinmesi yoluyla suçların önüne geçmek. İkincisi rehabilitasyon. Cezalar, suç işleyen kişilerin onları bu davranışa sürükleyen durumlardan ve ruh hallerinden sıyrılmalarını, verdikleri zarar ile yüzleşmelerini ve sonunda topluma yeniden entegrasyonlarının sağlanması için verilir. Üçüncü amaç ise toplum vicdanının tatminidir. Suçların karşılıksız kalmadığının toplum tarafından görülmesi ve güven duygusunun yaratılması istenir.
Kimyasal hadım cezasının savunucuları, bu yöntemin caydırıcı olduğunu, failin cinsel isteğini kaybettikten sonra topluma daha kolay entegre olacağını ve toplumun bu ceza ile huzur bulacağını savunuyor. Oysa kimyasal hadım cezasının hedeflediği “caydırıcılık” cinsel suçlar için savunulabilecek bir argüman değil. Çünkü cinsel suçların sebebi cinsel güdüler değil, bu güdülerin toplumsal güç ilişkileri içerisinde başka canlılara yönelme biçimi. Kişilerin hakimiyet kurmayı ve bir başka canlının vücut bütünlüğüne müdahale etmeyi doğallaştırmaları, buna hakları olduğunu düşünmeleri ya da bunun yanlarına kalmaları sonucu cinsel suçlar yaygınlaşmıştır. Hakimiyet, öğrenilmiş ve toplumsal bir olgudur. Fail suç anında eylemi ve verdiği zararı değil, sahip olduğu kendisine öğretilmiş üstün konumu düşünür. Böyle bir hakimiyet algısını” “caydırmak” toplumsal güç normlarının değişimi ile olur, güdüleri bastırarak değil.
Hukuka göre cinsel saldırılar, failin mağdurun rızası olmadan onun vücut bütünlüğüne cinsel içerikli yollarla müdahale etmesidir. Rehabilitasyon açısından bakıldığında görüyoruz ki kimyasal hadım yönteminin kendisi, özü itibariyle cinsel saldırıdan farklı değil. Çünkü bu cezada kişinin rızası olmadan vücuduna ve cinselliğine müdahale edilir. Bu durumda cezalandırılan eylemin özünü oluşturan hareketi (cinsel içerikli yollarla vücut bütünlüğüne saldırı) o hareketin cezası olarak sunmak (kimyasal hadım yoluyla vücut bütünlüğüne saldırı) aslında kısasa kısastır ve etik olarak kabul edilebilir yanı yoktur. Kimyasal hadım, failin seçebileceği bir ceza yöntemi olarak sunulsa ve rızası alınsa dahi cezalandırma yöntemi olarak kullanılması kabul edilemez. Kişilerin rızaları olsa dahi vücut bütünlükleri başka çıkarlar için zedelenemez. İnsanlık onurunun korunması için vücut bütünlüğü temel kırmızı çizgidir. Nasıl kölelik, organ satışı gibi kişinin rızası olsa dahi uygulanmaması gerektiğinde herkesin ortaklaştığı fiziksel müdahaleler varsa, kimyasal hadım da bu kategoriye aittir. Çünkü ceza, kötü davranışın önlenmesi ve yok edilmesi için verilirken, burada karşı karşıya olduğumuz durum, ceza yoluyla suçun devam ettirilmesi.
Böyle bir cezanın suça yüklediği anlamlar da tartışılmalı. Kimyasal hadım uygulaması şöyle bir toplumsal mesaj veriyor: “Cinsel suç failin bedensel ya da ruhsal hastalığından/bozukluğundan kaynaklanır ve kimyasal hadım da bu hastalığın/bozukluğun tedavisidir.” Yani faili aslında eylemlerinde suçlu olmayan bir hasta pozisyonuna sokarak, mağdurlaştırarak karşılığında ceza değil, düzeltme/tedavi teklif ediyor. Bu, cinsel saldırıları caydıran değil meşrulaştıran bir algıdır ve suçların sistematik olarak devamını destekler. Çünkü ceza yoluyla suç bireyselleştirilmiş, cinsel saldırının aslında toplumsal bir sorun olduğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığı, eylemin kökeninde erkeklerin hakimiyetlerinin ve iktidarlarının yattığı görmezden gelinmiş olunur. Hem çeşitli sağlıklı örgütleri hem de feministler ve bu alanda çalışan kadın hakları savunucuları kimyasal hadıma şiddetle karşı çıkarken, hükümetin cinsel saldırıyı önleyecek toplumsal politikalar üretmek yerine, suç işlendikten sonra failin insan haklarını hiçe sayan bu cezayla neyi başaracağını düşündüğü ise bir muamma.
Ana görüntü: Anand Naorem