Malumunuz, bir süredir sosyal medya ve şaşırtıcı bir biçimde, sosyal olmayan medya, sokak hayvanlarının toplatılmasına dair yasa tasarısı ile çalkalanıyor. Tasarı geçerse, sahipsiz kedi ve köpekler “doğal hayat parkı” diye ifade edilen, esasen bildiğimiz ormanlık alandan ibaret olan yerlerde açlığa mahkûm edilecekler. Sokakta baktığınız hayvanlarınızın bir sabah orada olmadığını görüp bu konuda hiçbir şey yapamıyor olacaksınız. Üstelik maddeler arasında sahipli ev hayvanlarını bağlayan bir değişiklik de mevcut, “Meskende barındırılabilecek ev ve süs hayvanı tür ve sayısı (…) Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.” diyerek, sokaktakilerden sonra evlerimizdeki hayvanlara da dokunmak istediklerinin işaretini vermişler. Bu maddeye göre, şahısların evlerindeki hayvan sayısına karışma haklarını da saklı tutmuş olacak pek sevgili devletimiz.
Olayın tatsızlığı burada bitmiyor, çamur gibi üzerimize yapışıyor, hatta akıyor. Zira bu apaçık cinayet tasarısını her dillendirdiğinizde, TC sınırları içinde hayvan haklarından her bahsedişinizde olduğu üzere, “Çocuklar aç, onlar için uğraşmıyorsun da…”, “Ama ben de köpeklerden korkuyorum!”, “Onlar her yerde yiyecek bulur ki ^^” ayarında tepkiler alıp mutsuzluktan kendi başınızı yiyecek hale geliyorsunuz. Her on kişiden dördünün “Sen de başımıza Panter Emel kesildin, ehe ehe” tepkilerine karşı da demir gibi dirayetli olmanız lazım. Memlekette insana dahi çöp poşeti muamelesi yapıldığından, hayvan haklarından bahsetmek adeta bir lüks, bir işgüzarlık, bir kadın safsatası oluveriyor. Pek tabii, hayvan hakları deyince akıllarda oluşan imge sinirli, bas bas bağıran, hafiften kafayı yemiş, evinde muhtemelen yirmi kedi besleyen, kocasız ve çocuksuz (çünkü evlenebilseydi böyle olmazdı), kırklı yaşlarında bir kadın. Akıl haritasını okuduğumuz (er) kişi eğer biraz daha iyi niyetliyse, kafasındaki hayvansever kadın portesini çizerken naif, ergen, ne yaptığını bilmeyen, özenti bir kız çocuğu tahayyül etmesi de ihtimaller arasında. Ancak her durumda sonuç aynı, bahsedilen kadın “şuursuz” ve olmayacak işlerle uğraşan bir deli. Gilbert & Gubar’ın “The Mad Woman in the Attic” tasvirindeki gibi, hayvan hakları savunucuları kadınlar adeta birer canavar ve gözlerden ırak olmaları herkes için en hayırlısı olurdu.
Elbette bu noktada “kadın” kavramının sıklıkla doğayla, vahşilikle, irrasyonellikle ve doğrudan kedigillerle özdeşleştirildiğini de unutmamak gerek. Ne de olsa vücudumuz doğal bir döngü içinde seyrediyor, ayın hareketleri ile birlikte regl oluveriyoruz ve yeni bir varlığa hayat verebiliyoruz, yani epeyce anlaşılmazız, öyleyse en az güdülerinin esiri bir panter kadar yırtıcı ve tekinsiz olmalıyız.
Eski mahallemde oğluna kedilere su sıkarak eğlenmeyi öğreten bir adama “Lütfen yapmayın” dediğimde yüzüme karşı “Sana ne”, arkamdan da “Deli, kedili kadın” lafını yemişliğim var (aslında henüz genceciktim, ama elbette kız mıyım kadın mıyım belli değil, o yüzden adam haklı). Bir başka türe zarar vererek eğlendiği yetmiyormuş gibi, çok sembolik olarak bunu oğluna da aktaran bir adam, uyarıldığında 1) cinsiyetiniz 2) aklî melekeleriniz hakkında yorum yapabiliyor.
http://www.youtube.com/watch?v=k2-15mYWpmA
(kedili kadınlığın temsili videosu)
Umalım ki, deli ve kedili kadınların (ve aklınıza gelebilecek diğer cinsiyet mensuplarının) yeni katliam tasarısı için yürüyüşü etkili olsun ve hiç deli olmayan, çok aklı başında erkeklerimiz bir çılgınlık yapıp, hayvanların en azından yaşama hakkına saygı duyabileceklerini düşünsünler.
(Görsel Kaynak: Phyllis Gordon and her pet cheetah, 1939)