Ömer Lütfi Akad’ın adı Işıkla Karanlık arasında olan anılar kitabından başka bir yazıda bahsetmiştim. Bu kitap o kadar güzel yazılmış ve öyle ilginç insanlardan, olaylardan, maceralardan bahsediyor ki 643 sayfa bir çırpıda tükeniyor! Hele sinema tarihiyle ilgilenenler için paha biçilmez bir kaynak. Kitabın ilk baskısı da çoktan tükendi, yayıncısı yeni baskıyı bir türlü yapmıyor. Niyeti bozdum. Acaba kısım kısım tüm kitabı buraya alıntılasam mı diye planlar yapıyorum. Nereden başlayayım diye şöyle bir bakınca, Akad’ın sinemaya attığı ilk adımıyla karşılaştığı bir olaya denk geldim. Ne yazık ki, bu da bir taciz hikayesi oldu. Anadolu’da film çekimine giden kadın oyuncuların devlet eliyle nasıl taciz edildiklerine dair bir anı.
1946’da okuldan arkadaşı Şakir Sırmalı’nın yönetmenliğini yapacağı Domaniç Yolcusu/Unutulan Sır filminde yapım sorumlusu olarak işe başlıyor Akad. Çekimler Adapazarı’nda yapılıyor. 1946 Yeşilçam için çok erken bir zaman. Henüz sinemanın ne olduğunu keşfetmeye çalışırlarken, bir yandan da film çeken birtakım insanlar var. Herkes heyecanlı, hevesli, herşey el yordamıyla. Türlü maceralarla film bitiriliyor ve trenle İstanbul’a dönüleceği gün, son anda olanlar şunlar. Kitabın 33 ve 34. sayfalarından alıntılıyorum:
Dönüş günü trenin kalkmasına yarım saat kala duraktaydık. Biletler alınmıştı, malzemenin yüklenmesi ile uğraşıyordum, birden topluluğumuzda bir hareket oldu, ne oluyor diye sokuldum. Bir polis gelmiş, kadın oyunculardan Türkân Pasiner’le Servet Cengiz’i götürmek istiyordu. Kaymakam bey emretmiş, kadın oyuncuları görecekmiş. Şakir Sırmalı karşı koymak istedi: “Ne hakla, neye dayanarak!” Polise bir şey anlatmanın yolu yoktu. “İcabında cebren götürürüm!” diyordu. Şakir Sırmalı bana “Ben de onlarla gidiyorum, gecikirsek beklemeyin. İstanbul’da babama söylersin,” dedi. Çok kızmıştı, öyle, gürültüye pabuç bırakacaklardan değildi. Gittiler. Merakla bekleşir olduk. Etrafımızı bir kalabalık sardı, aralarında sırıtanlar vardı, onlar kuşkusuz kaymakamın ne istediğini biliyorlardı. Bir süre sonra dörtnala kalkmış bir fayton arabayla, trenin kalkmasına iki dakika kala geldiler. Sırmalı’nın tepesinden duman çıkıyordu. Ayrıntıları anlatmayacağım. Ne var ki gelecek yıllar içinde buna benzer ama daha ağır sonuçları olan durumlar görecektik. Devlet gücünü arkalarına almış kaymakamların, emniyet müdürlerinin, hâkimlerin, vali yardımcılarının, belediye reislerinin, hükümet tabiplerinin, komiserlerin yasa adına, yasaları çiğneyerek türlü edepsizliklere yeltenmelerine tanık olacaktık. Devlet katında yer tutanlarda padişahlık, inatçı bir soyaçekim sürekliliği ile hiç eksik olmuyor…
Kitabın kalan kısmında bir daha da bu konuya hiç değinmiyor Lütfi Akad. Diyeceği kadarını bu iki sayfada demiş, zaten o kadarı da insanın canına yetiyor. Bunlar hep saklı kalan yanları Yeşilçam’ın. Üstelik 70 sene öncesinde kalmış olduklarını da umamıyoruz. Devlet eliyle tacizin binbir yüzünden sadece biri, üzerine en az konuşulanı. Kaymakam bey emretmiş!