Bu seyahatten dönülecekse de bu ailenin bir daha bir araya gelmeyeceği kesinleşmiştir.

SANAT

Sınır Boyu İhlaller ya da Kayıp Çocuklar Arşivi

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

Bu hoyrat çağda edebiyatın etik ve estetik sorumluluğu nedir? Son yıllarda ne okursam okuyayım bu soru hep kımıl kımıl. Geçen sene bu vakitlerde, Valeria Luiselli’nin Kayıp Çocuk Arşivi[1] romanını okurken de hiç durmadı.

 

Anne va baba olarak bildiğimiz, adlarını öğrenmediğimiz, dört yıldır evli olan ve New York’ta yaşayan bir çift ilk evliliklerinden çocuklarıyla beraber (kız 5 ve oğul 10) “aile” olmak için çabalarken kurduklarının sadece “yaşayıverilen” bir hayat olduğunu fark ederler. Tanışmalarına vesile olan seslendirme projesi de tamamlanmıştır. Ses belgeselcisi kadın ve ses belgeleyicisi adam birbirlerinden farklı iki çalışmanın hayalini kurmaktadırlar. Hep beraber seyahate çıkarlar.

 

Meksikalı bir göçmen olan, New York mahkemelerinde göçmenler için çevirmenlik yapan, çocuk göçlerine dair belgeler toplayıp arşiv oluşturan anne, göçmen bir arkadaşının iki kızının Meksika’dan Amerika’ya yola çıktığını öğrenir. Göç etmek için yola çıkan kayıp çocukların izini sürecektir. Yakalandıkları yeri, geri gönderme merkezlerini, sınır dışı edilme noktalarını takip edecek; Meksika sınırına kadar ses kaydı yaparak, tüm bu süreci belgeleyerek ilerleyecektir. Baba ise Apaçi Kızılderililerinin ve Reis Cochis’in izini sürecek, zorla gönderildikleri, beyazlara teslim olana kadar mücadele ettikleri yeri görecek, “hayalet” sesleri kaydedecektir. Bu iki yok edilme ya da kayıp hikâyesinin akraba olmadığı söylenemez. Dün ve bugün güçsüz ve çaresiz bırakılanın geçmişteki ve şimdideki acısına bakacak, kaydedeceklerdir. Ancak biri yaşananın, gerçeğin diğeri ise hayalin peşine düşmüştür. Bu az buz bir farklılık olmamakla beraber seyahat boyunca ortaya çıkacak fay hatlarının da habercisidir. İlişkide, bedende, gündelik hayatta, sınırlar zorlanır; duygular zorunlu ya da tercihen yer değiştirir. Anlatıcı kadındır; ancak tek taraflı bir anlatım söz konusu değildir. Erkeğin sesini daha az duysak da kadının bakış ve anlatımının kapsayıcılığı haklı/haksız ikilemine taşımayacaktır anlatıyı.

 

Kadın mülteci çocukların geri gönderilme sürecini takip ederken tanık olduğu hak ihlallerini kaydeder. Bir yandan ise kendi çocuklarıyladır. Birlikte radyodan William Golding’in Sineklerin Tanrısı’nı sesli kitap olarak dinlerler. Kadın ve adam, olası bir zorlukla karşılaşma halinde çocukların hazırlıklı olmalarını sağlamanın yollarını arıyorlardır. Sessizce anlaşırlar. Cormac McCarty’nin Yol adlı romanı radyoda her çıktığında anne rahatsız olur, kanalı değiştirir. Bu, kayıp bir baba oğulu anlatır. Kayıp Çocuklar İçin Ağıtlar isimli kitabı (Böyle bir kitap yoktur aslında, yazarın kendisi ”uydurmuştur.” Mülteci çocukların tehlikeler ve zorluklarla dolu yolculuğunu anlatan bir kitaptır.) anne ve oğlan bölüm bölüm okurlar. Anne T.S. Eliot’ın Çorak Ülke’si, Ezra Pound’un Canto şiirlerini kocasının arşiv kutusundan alır, okur. Baba, Kızılderililerin uğratıldığı soykırımı hikâyelerle anlatır.

 

 

 

Anlatı gerçek ve kurgu öğelerle sürekli genişler. Hareketlidir. Seyahat öncesi yedi kutu hazırlamışlardır. Zamanla içine eklenenler de dahil her biri romanın bir parçasıdır. Farklı notlar içeren defterler, kitaplar, dosyalar, cd’ler, kasetler, broşürler, haritalar, rotalar, göçmen ölüm raporları, kağıt parçasına yazılmış notlar, yankılar, polaroid fotoğraflar. Bunlar isim isim, kimi zaman belgeler, çizimler, imajlar, listeler olarak romanda yer alır. Virginia Woolf, Susan Sontag, James Baldwin, Sally Mann, Laurie Anderson ve daha pek çok yazar, fotoğrafçı, sinemacı, müzisyen de annenin hatırlama ve çağrışımlarıyla katılır romana. Kadın okudukları, izledikleri, dinlediklerine yeniden bakar, onları yeniden duyar, düşünür. Anlatı bunlarla birden fazla parçaya, birden fazla kere katlanır. Roman bir söküm ve inşa anlatısına dönüşür böylece. Anlatı öğeleri ve türler arasındaki sınırlar belirsizleşir, metin parçalar halinde birbirine açılarak, karışarak çoğalır. Akışkan ve değişken bir yapı kazanır.

 

Bu seyahatten dönülecekse de bu ailenin bir daha bir araya gelmeyeceği kesinleşmiştir. Kadın bunun da kaydını tutar. O, kişisel ve kolektif hafızayı kurar. Parçalanırken parçalanmalara bakar. Yazar da bu durumu, verili biçemleri parçalayarak anlatır. Örneğin ikinci bölümde anlatıcı çocuktur. Romanın dil ve tonu birden değişir. Hatta romana yerleştirilen metinler, romanın bütünü içinde zaman zaman iğreti duruyor, zaman zaman tekrar duygusu yaşatıyordur.

 

Romanın açtığı yer çocuk dilimizdir. Yazar, çocukların kendi aralarındaki, beraber kitap dinleme ve okuma anlarındaki konuşmalarının, uydurdukları oyunların, oğlanın çektiği fotoğraflardaki dil ve bakışın yetişkinin yerleşik ve evcil kılınmış dili ve bakışı karşısında gerçeği anlama, duyma, anlatma ve kaydetme açısından daha yetkin olduğunu düşündürür. İkinci bölümde kardeşlerin oyun olarak başlattıkları kaybolma hikayelerinin gerçeğe dönüşmesiyle başlayan maceralarını çocuğun dilinden dinleriz. Mülteci çocukların kayboluşunu sahiden anlamaya işte böyle bir anda yaklaşırız.

 

 

Romanın merkezinde olduğunu düşündüğüm bir sahne geliyor aklıma hemen. Birinci bölümün sonunda. Mülteci çocukların geri gönderilmek üzere uçağa bindirildikleri, anne ve oğulun bunu tel örgülerin arkasından dürbünle izlediği o sahne.

 

Arabayı kenara çekiyorlar. Kız uyuyor. Adam sigara içiyor. Amerika’da üretilmiş Amerikan uçağı; ama ne ticarî ne askerî. Kadın iniyor. Ses kayıt cihazı hazır. Oğlan dürbün, fotoğraf makinesini, kırmızı kitabı –arasına yol boyunca çektiği fotoğrafları koymaktadır-  getiriyor. Anne dürbünle uçağın olduğu bölgeyi, göğü tarıyor. Çocuk fotoğraf makinesini hazırlıyor. Dürbünü dönüşümlü kullanmaya başlıyorlar. Anne ne gördüğünü soruyor, oğlan cevap verdikçe, kadın “Başka? Daha dikkatli bak,” (s.223) diyor. Oysa oğlan bakıyor; ama cevapları, annenin beklediği ya da istediği değil. Oğlan gökyüzünü, tepeleri, “gök-solucanlarını” görüyor. “Anne bak! Şuraya bak!” Anne dürbünü alıyor. “Hepsi de çocuk. Birbiri ardına dizilmiş kızlar, oğlanlar, sırt çantaları yok, hiçbir şeyleri yok. Tek sıra halinde yürüyorlar, teslim olmuş, tarafı bile olmadıkları bir savaşın sessiz mahkumları gibi görünüyorlar” (s.224). Hiç de “dendiği gibi yüzlerce” değiller. Yakalanmışlar. Amerika’daki aileleriyle buluşma imkânları kalmamış. Onlarla buluşabilseler kendilerini nasıl bir hayatın beklediği bilinmez; ancak şimdi bu bir ihtimal bile değil. Federal kolluk eğitim merkezinden buraya getirilmişler. Yakalandıkları andan şu ana kadar neler yaşadıkları meçhul. Ailelerinin haberinin olup olmadığı. Nereye gönderildikleri de. Şimdi “geri gönderilecek, silinecekler çünkü bu koskoca ülkede onlara yer yok” (s.224). Anne dürbünü oğlandan kapıyor. Pistte, arkadaşı Manuela’nın kızlarını arıyor. Bir örnek elbise giyen iki kız! Oğlanla anne dürbünü kullanmak/bakmak için çekişiyorlar. Annenin sabrı, gerilimi, öfkesi tırmanıyor. Soğukkanlılığını ve akli zemini de kaybetmeye başlıyor. Dürbünü oğlana veriyor. Oğlan uçağa bakmaya devam ediyor. Uçak hareket ediyor. Kadın sakinleştikçe oğlanın bu ânı nasıl hatırlayacağını ve anlatacağını düşünüyor. Bu ânı oyuna çeviriyor. Yeniden konuşmaya başlıyorlar. Dürbün hâlâ oğlanda. Oğlan “yer kontrol görevlisi” oluyor, anne ondan bilgi almaya başlıyor.

 

Çocuk:  “Uzay gemisi piste doğru hareket ediyor” (s.226).

 

Oyun devam ediyor.

 

Editörün notu: Hafıza merkezi tarafından yürütülen ve devam etmekte olan “Hafıza ve Sanat: 2000-2019” araştırması sırasında karşılaştığım bu görsellere erişimi sağlayan Sevim Sancaktar’a ve görselleri kullanmamız için izin veren Elçin Ekinci’ye çok teşekkürler.

 

Ana görsel ve metnin içindeki görseller: Elçin Ekinci, İsimsiz (Untitled), 2010, Fikirler Suça Dönüşünce sergisi, Depo İstanbul, 2010.

 

Kaynak:

[1] Valeria Luiselli, Kayıp Çocuk Arşivi, çev. Seda Ersavcı, İstanbul: Siren Yayınları, 2019.

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YHuzurbozan Bir Yazma Tahayyülü
Huzurbozan Bir Yazma Tahayyülü

Ne yapacağız? Çırılçıplak kalarak yazacağız. Uzlaşmayacağız. Yazıyla personalar inşa etmeye değil huzurbozmaya, rahat kaçırmaya, tedirgin etmeye çalışacağız.

SANAT

YEv Fragmanları*
Ev Fragmanları*

Bir mekân, yer olarak ev ile bir kovuk, sığınak olarak ev arasındaki o incecik ve geçirgen sınırda salınırken ait olmakla olmamak, yabancı olmakla olmamak arasında da gidip gelmiyor muyuz? Bir ev ne zaman evdir, ne zaman kovuk? 

SANAT

Y“Kim Oluyorsun Sen?”  Yazar Leylâ Erbil ve Yazmayı Bırakan Üç Kadın Karakteri: Nermin, Neslihan, Zenîme
“Kim Oluyorsun Sen?” Yazar Leylâ Erbil ve Yazmayı Bırakan Üç Kadın Karakteri: Nermin, Neslihan, Zenîme

Yazarak varolmak/kendini inşa etmek isteyen bu üç kadının yazıyla, yazar olmakla kurduğu bağ da olumsuzlama üzerine. Peki akıbetleri ne oluyor?

SANAT

YYârenliğin eşikleri: Lenù ile Lila
Yârenliğin eşikleri: Lenù ile Lila

Kadın içine girilen, deforme edilen, döllenen ya da bakışla sömürülen, fethedilecek nesne değildir artık.

Bir de bunlar var

DJ Kübra Uzun: ‘’Benim için olay hep sahne’’
İlk Işık Müzesi
Huzurbozan Bir Yazma Tahayyülü

Pin It on Pinterest