Hemen hemen hepinizin başından geçmiştir; ya bir arkadaşınız, ya ailenizden biri, ya da sevdiğiniz bir ünlü, kanserle “savaşında” yenik düşmüştür. Gazetenin magazin ekini elinize alırsınız, gözünüz “İşte birer kanser savaşçısı olan o meyve ve sebzeler”e takılır. Doktorların boy boy gazete köşe yazılarında, hanımların beylerin ilgiyle izlediği sabah programlarında, hep aynı şeyi duyarsınız: “Kanser büyük bir orduya benzer, güçlü silahları vardır.”
“Savaş”, “asker”, “mücadele”, “kansere yenik düşmek”; kanser için kullandığımız bu askeri lügat nereden geliyor? Asıl önemli soru, kanser teşhisi konulmuş veya kanser tedavisi gören hastalar için bu tip bir “savaşa hazırlık” tedavinin süreci açısından yararlı mı acaba?
Hastalıkları vücudumuzu ele geçiren bir düşman olarak görmek, bu düşmanla savaşmak, onu yenmeye çalışmak, yeni kavramlar değil elbette. Mesela 1864 yılında, aşının babası olarak bildiğimiz Louis Pasteur, mikropların bedenimizi “istila” edip hastalığa sebep olduğunu söylüyor. Bir yüzyıl ardından bu kullanım hala yürürlükte: 1971’de, zamanın ABD Başkanı Richard Nixon kanseri “insafsız ve sinsi bir düşman” olarak ilan ediyor ve “Kanserle Savaş” sloganının ülke çapında yayılmasına neden oluyor. Bu terimin Türkiye’de ne zaman kullanılmaya başlandığı tam olarak belli değil. Fakat, en eski vakıflardan biri olan Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği’nin 1947’de kurulmuş olduğunu düşünürsek, bizde de bu taarruz dili oldukça eskiye dayanıyor.
Son günlerde bu konuda yabancı basında epey yazı çıktı. “Acaba artık bu benzetmeleri kullanmayı terk etmenin zamanı geldi mi, bu tip askeri benzetmelerin hastalara gerçekten bir faydası oluyor mu?” sorusu soruluyor.(1) Aslında 1990lardan beri bu konuda yabancı bilim dergilerinde, onkoloji doktorlarıyla psikologlar çok yazıp çizmiş. Kimisi hastalarını bir savaşa hazırlamanın öneminden bahsetmiş, kimisi ise askeri dil kullanmanın hastaları üzerindeki olumsuz etkilerinden.
Hastalığın hayati tehlikesini ve tedavinin zorluklarını kolayca aktardığı düşünüldüğü için, savaş terimleri hala yaygın bir şekilde kullanılıyor. Genel kanıya göre, kanser bir düşman olarak betimlenirse hasta bu durumdan korkup savaşmak için cesaretlenecek, sağlığına yararlı davranış değişikliklerinde bulunacak. Fakat yeni araştırmalar, savaş zihniyeti aşılamanın tam tersi bir etkisi olabileceğini iddia ediyor.(2) Doktor kanser tedavisi görecek hastasına, “Savaşacağız! Elimizdeki her şeyle saldıracağız, düşmanımızı yeneceğiz!” dediği anda, kanser hastası doktorunu kumandan, ilaçları cephane, bağışıklık hücrelerini de bir ordu gibi görmeye başlıyor. Velhasıl, bu tip saldırgan bir yaklaşım, hastanın idareyi tamamen tıbbın ellerine bırakmasına, sigarayı ve alkolü bırakmak gibi kanserin ilerleme tehlikesini azaltacak hayati değişikliklerde de yavaş ve isteksiz davranmasına sebep oluyor.
Mesela bir araştırmada, sağlıklı bireylere kanser olma tehlikesini azaltmak için hayatlarında ne gibi değişiklikler yapabilecekleriyle ilgili sorular soruluyor. Bu bireylerin bir kısmı önceden kanser hakkında askeri bir dille bilgilendirilmiş, diğer kısmı ise bu tip bir dil kullanılmadan eğitilmiş. İlk gruba “Kansere karşı savaşmak için neler yapardın?” diye sorulurken, diğer gruba daha ılımlı bir şekilde “Kanser tehlikesini azaltmak için neler yapardın?” diye soruluyor. Askeri dille bilgilendirilen grup, kanser tehlikesini azaltacak hayat değişikliklerini yapma konusuna daha az istekli çıkıyor. Yani sağlıklı beslenmek, spor yapmak, sigarayı bırakmak, stresi azaltmak gibi tedavide son derece önemli olan yaşamsal değişiklikler askeri dille eğitilen grupta pek işe yaramıyor.(2) Peki sebep ne? Belki de bireyin kendini kumandanın, askerlerin ve silahların yönetimine bırakmış olması…
Bu tip saldırgan bir dil kullanmanın hastalar üzerinde başka olumsuz etkileri de var. Mesela, Vietnam Savaşı’nı yaşamış Amerikalı bir gazi, ilk bağırsak kanseri teşhisi konulduğunda şöyle diyor: “Kanserin alışılagelmiş savaş benzetmesi kulağıma hiç mi hiç hoş gelmiyor… Vietnam’da gerçek bir savaş yaşamış biri olarak, o deneyimin benzerini tekrarlatacak bir durumun içine girmeye hiç de meraklı değilim.”(3) Asıl önemlisi, kanseri yenmek, hastanın iyi bir savaşçı olması anlamına gelirken, kansere yenik düşenler yeterince savaşmadıklarına, bunun kendilerinin bir beceriksizliği veya suçu olduğuna inanıyorlar. Halbuki asıl sıkıntı, kanser biyolojisinin bilimsel açıdan karmaşıklığı ve sağlık sistemindeki tıbbi olanakların hala sınırlı olması.
Bazı kaynaklarda bu ordu-asker-savaş kullanımının daha az işe yaradığı hasta topluluğu bir ihtimal kadınlar ve çocuklar olarak gösteriliyor. Kadın kanser hastaları, bu tip bir yaklaşımı erkek-merkezli ve biraz kavgacı gördüklerinden, psikolojilerini o yönde değiştirmekte oldukça zorlanıyorlar. Çocuk hastalar ise kendilerine “kılıç kuşanıp, savaş türküleri çığırmak” gibi bir sorumluluk verilmesinden hoşlanmıyorlar. “Savaş”, “mücadele” gibi kavramlar çocuklarda ölmek ve ölümle eşleştirildiğinden, bu süreci korku ve endişe içinde geçiriyorlar. Daha da ötesi, yeterince iyi savaşıp her şeyi doğru yapmazlarsa, hastalığa yenilmekten çok anne ve babalarını yarı yolda bırakmış olmaktan ve onları hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyorlar.(4)
Henüz bu konuda kanserli hastalar üzerinde bilimsel bir çalışma yapılmadığından, bu tarz bir eril dilin kanser sürecindeki olumsuz etkileri hakkında kesin bir sonuca varmak doğru olmayabilir. Sanıyorum bu konuda asıl söz sahibi bu süreçten geçmekte veya geçmiş olan kanser hastaları olmalı. Bazı hastalar için savaş benzetmeleri, hastalığın ilk aşamasında yüreklendirici bir rol oynayabilir. “Yenilgiye” uğramış hastalar için ise, her an hastalığın geçeceği umuduyla son dakikaya kadar “mücadele etmek” bu sürece kişisel ve ruhani bir anlam kazandırıyor olabilir.(3)
Bahsedilen kaynaklarda doktorların bir çoğu en iyi çözümün hastaları dinlemek olduğunu söylüyor. Bu süreci onların benzetmeleri, onların hikayeleri üzerinden anlamak; hastalığa yenilmesi gereken bir düşmandan çok, beraber yürünecek bir yol arkadaşı olarak bakmak tavsiye ediliyor. Mesela bazı hastalar kanser tedavi sürecini savaştan çok bir deniz seyahatine, satranç müsabakasına veya bir dağ tırmanışına benzetmeyi tercih ediyor. Tek taraflı saldırgan bir yaklaşımdansa, daha ılıman ama daha kapsamlı olan bu yaklaşımlar, doktorun hastayla olan iletişimine ve hastanın tedavi sürecine çok daha olumlu etkiler yaratıyor.(3,4)
Pek az kişiye faydası olan, insanlara bu süreç boyunca umut vermekten çok, hastalığa boyun eğmeyi ve olası tahrip edici bir hırsı aşılayan bu savaş odaklı dili bırakmanın belki de zamanı geldi. Elimizdeki araştırmalar çoğaldıkça, umuyorum bu kavgacı dil de yerini bu sürecin daha anlamlı, daha iyimser ve tehlikeleri ile beraber daha olumlu ifade edildiği bir dile bırakır. Peki sizler ne düşünüyorsunuz? Kanser tedavisinde bu tip bir eril dil kullanımın yararları ve sakıncaları sizce nelerdir? Bu tarz bir dil, farklı kültür, cinsiyet ve yaşlarda nasıl algılanır? Bilgilerinizi, duyduklarınızı, hissettiklerinizi paylaşmanız dileğiyle…
Kaynakça:
(1) David Hauser and Richard Wassersug. Do we need to end the “war” on cancer? The Guardian. 22 Mart 2015.
(2) Hauser DJ et al. Pers Soc Psychol Bull. 2015.
(3) Reisfield et al. Journal of Clinical Oncology. 2004.
(4) Penson et al. The Oncologist. 2004.
Ana görsel: Özge Samancı. Diğer işleri için şuraya.