Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.
Beden ve Ruh (Teströl és Lélekröl, Ildikó Enyedi, 2017), karlı ağaçlar evreninde, bir su kenarında, bir çift geyiğin, bedenlerinde bir çift insan ruhunu misafir edişinin filmidir. Rüzgarda uçuşan saçını usulca dokunarak eski yerine getirip, güneşin açtığı gölgeden çizginin üstüne bastığı ayağını tekrar öbürünün yanına çeken Maria’nın filmi. Bir kesimhanede kalite kontrolcü olarak işe başlar, kılavuzu yönetmeliktir onun. Kesik kesik diyalog kurar, gereksiz hiçbir temasa izin vermez. Kurallar, milimetre aşılamaz kalın çizgilerdir. Robot gibi yürür, dan diye söyler. Ardından gülüşmeler, dalga geçmeler, alay etmeler başlar. Maria, sadece olmakta olduğu, zaten içine doğduğu ruhu yüzünden bile isteye diğerlerince kırılır.
İlk izlediğimde göğsümde derin bir ağrı. Devam edebilir miydim izlemeye? Oğluma çok benziyor Maria. Üç yaşında kendi kendine okumayı öğreniyor oğlum, gördüğü şeyi unutmuyor, dinlediği müziğin notasını kaçırmıyor. Fakat gözlerimize bakmıyor, seslendiğimizde duymuyor. Doktora gidiyoruz. Asperger sendromlu olduğunu söylüyor, topa ayağıyla vuramaz, bisiklete binemez, arkadaşlarıyla oyun kuramaz, duygularını ifade edemez, bunları yapar, bunları yapamaz. “Oğlum çok dürüst,” diyorum, “yalan söylerse sevinin zaten, sosyalleşiyor demektir,” diyor. Oradan çıkıyoruz, bir elimizde oğlum, bir elimizde onunla ne yapacağımızı bilemediğimiz bir tanı, uzaktan bakıyorum oğluma, bir yabancı gibi geliyor bana uzun zaman. Verdikleri tanıyla oğlum yan yana iki yüksek duvar gibi duruyor. Sonrasında, günler, gecelerce, sonra aylar ve azalarak yıllarca, aradaki yarıktan aşağı atıyorum kendimi. Bir türlü ölmüyorum, nefesim kesiliyor. “Ya ben gidersem bu çocuk ne olacak, düğmesini bile ilikleyemiyor ki!” Geceleri çok geç uyuyor, çok soru soruyor:
– Anne sen de herkesi kendimiz gibi mi sanıyorsun?
– Evet oğlum.
– Kendimiz ne demek anne?
– Sen dedin ya oğlum.
– Bilmem ben benim, sen de kendinsin, 20 Eylül 2015’te böyle demiştin.…
Kapısından çevrildiğimiz okullar, zorla girebildiği okullar, onu sıkıştıran çocuklar, sizin çocuk bir tuhaf diyen veliler, terapiler, rehberlik servisleri. “Anne, insan kurallara uymak için iyilik yaparsa, iyi olmuş olur mu?”, “Uyu artık oğlum”, “Gitmek istemiyorum okula, şu okul olmasaydı, belki doğuştan biliyoruzdur bunları anne…”, “Olsun oğlum, gitmen gerek,” “Masanın zıddı ne anne?” “Yok oğlum”, “Durağın zıddı ne?” “Yok oğlum”, “Durağın zıddı yol.” Sabırsızlanıyorum, uyu artık oğlum diyorum, bana küsüyor, “sana küsmeye çok hazırmışım,” diyor sonra. Zorla gidiyor okula, gizlice izliyorum teneffüslerde onu, tüm çocuklar koşturuyor, o bir kenarda tek başına duruyor. Kalbimi jiletle kesmişler gibi, çok uzun ağrıyor.
Gitmek istiyorum buralardan, şeylerin en olduğu hallere, şahsına münhasır demelerin imkanına kaçmak istiyorum çocuklarımla. Çarpıyorum kendime, “hakikaten samimi misin Ahu, sen ne kadar kabul ettin onu? Bunca terapiye neden götürüyorsun o zaman?”
Bir filmin yalnızca bir film olmadığını bilmez misin? Olsun, devam et diyorum. Ve bir geyiğin mihmandarlığında, aşık oluyor Maria. Öyle değilmiş gibi gösteremiyor. Çaktırmamaları bilmiyor. Herkes kıvırıyor, kolayca yalan söylüyor, o dupduru su gibi, duruyor yalnızca. Adam biliyor oylumları, büklümleri, kıvrımlardan süzülüp kaçmayı. Artık tutmayan kolundan, vardığı yaşından saklanmayı, saklanmadığı zaman da acımıyormuş gibi durmaları. N’olur kırmasın onu. İnsan acısını kendi dahi bilmeden, kırıklarını göstermeden, altında ezildiği marazından kıskıvrak yakalayan ötekinin marazıyla eşleşir. Yalnızca bir süre. Sonra kendi marazından kaçmayı ötekinin marazından yılmak sanıp, ötekinden kaçarken uzun uzun kaçar kendinden. Muhtemelen adam uzun kaçmalardan sonra pes etmelerden geçti. Artık kaçmaya ihtiyaç duymayacağı tek insan Maria, çünkü Maria neyse yalnızca o. Her ne ise o olmanın, tam da ben bu kadarım, belki azım belki fazlasıyım demenin adı aşk değil mi? Maria hayvanlara dokunuyor, öpüşenlere bakıyor, çimenlere uzanıyor, kendi için imkansız olanı nasıl bir güçlükle deniyor. Dokunmaya başlıyor, dokunulmasına izin veriyor. Aşk buna kadir, bir su kenarında elele çıplak durmaya, yalnızca kendimiz olmaya izin verir, zaten bunu yapar.
Değil mi?
Oğlum 12 yaşında. Uzun zamandır duygularını çok güzel anlatıyor. Gözlerime uzun uzun bakıyor, yeşilinde yüzebilirim yeter ki çekmesin bakışlarını benden, sonra kimseden. Hala yapamadıkları var, olsun, artık biliyorum, oğlum öğretti bana, insan kendinden taşar, olmakta olduğu şeyden akar. İnsan sonsuzdur, tanılar bunu söylemez ki! Çünkü insan uçar, uç Marika uç, uç güzel kuş.