Klasik müzik dendiğinde hepimizin aklına gelen ilk isimler Mozart, Beethoven, Rahmaninov ya da birçok başka erkek bestecinin, müzisyenin isimleri… Tarihte icra ettikleri müzik ve besteleriyle bıraktıkları derin izler yanında, bugüne ulaşıp ruhumuzu doyuran bu isimleri ve ezgilerini göz ardı etmek elbette imkansız. Fakat neden parlak birer kadın besteci olan Clara Schuman, Alma Mahler, Fanny Mendelssohn ya da Ethel Smyth’in isimlerini bir çırpıda sıralayamıyoruz? Çünkü tarihte kadınlar birçok alanda olduğu gibi müzik alanında da erkekler tarafından geri plana itildiler. Üstelik bu durum bugün bile toplumun bilinçdışında yaşıyor.
19. yüzyıldan bugüne klasik müzikte neler değişti, kadınlar kendine ne kadar yer edinebildi? Bu sorunun cevabı Beethoven’in 32 sonatı, bütün konçertoları ve dokuz senfonisinin piyano uyarlamalarının kayıtlarını yapan tarihteki ilk ve tek piyanist olan İdil Biret’in bir röportajında ettiği cümlelerde gizli: “Gençliğimde konser salonlarına eşimle gidiyordum, eşimin konser vereceğini sanıyorlardı…”
Kadınların sosyal, ekonomik ve politik düzlemde yaşadıkları eşitsizlikler ve hapsedildikleri toplumsal cinsiyet rolleri aşikar fakat konu sanat olduğunda da durum çok farklı bir hal almıyor. Zamanla bu duruma karşı yükselen sesler ve gösterilen tepkiler sonucu ilerleme kaydedildiği görülse de kadınların klasik müzik icra etmelerinin, erkeklerin yaptığı kadar doğal bir eyleme dönüşmesinin çok uzun zaman aldığını –ve hatta hâlâ sürdüğünü- görebiliyoruz. Klasik müzik alanında da 21. yüzyılda hâlâ belli stereotiplerle ve normlarla mücadele edildiği, kadın şeflerin sayısının azlığı, belli enstrümanların erkeklerle özdeştirilmesi ve kadınların bu alanda kendilerine yer bulurken yaşadıkları cesaret kırıcı ve engelleyici tutumlar da hala tüm dünyada devam ediyor. Türkiye özelinde, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi müzikte de hüküm süren erkek egemenliği işleri daha da zorlaşabiliyor.
Kadın müzisyenlerin klasik müzik sahnesinde kendilerine yer bulabilmeleri adına üretilen projeler, verilen eğitim programları mevcut. Kimi zaman pozitif ayrımcılık olarak da yorumlanan bu durum, eşitler arası bir diyaloğun olmadığı bir atmosferde bir ihtiyaca dönüşüyor. Bu sene, İKSV tarafından 48. kez düzenlenen İstanbul Müzik Festivali’ndeki Yarının Kadın Yıldızları: Genç Kadın Müzisyenler Destek Fonu projesi tam da bu uygulamaya iyi bir örnek. Bu, ismiyle müsemma, gelecekte klasik müzik alanında ilerleyip birer yıldız gibi parlayacak yetenekli genç kadınların kariyer yolculuklarını sürdürmelerine yardımcı olmak amacıyla başlatılan bir proje. Projenin ilk iki yılında 28 genç kadın müzisyenin yurt dışında eğitimlerine, yarışmalara ve orkestra seçmelerine katılmalarına veya iyi bir çalgıya sahip olmalarına katkıda bulunulmuş. Şimdi bu kadınlardan bazıları dünyanın en iyi okullarında okuyor, bazıları önemli orkestralarda çalıyor, hatta bazıları ilk albümlerini yayımladı bile. Bu sene de seçici kurulun belirlediği 12 aday, fonda toplanan tüm tutardan ihtiyaçları gözetilerek destek alıyorlar. İçlerinden beşi ise 48. İstanbul Müzik Festivali kapsamında Yarının Kadın Yıldızları konserinde izleyicilerle buluşacak.
Bu yıl Yarının Kadın Yıldızları projesine seçilen 12 genç kadın müzisyenin arasından 22 yaşındaki flüt sanatçısı Ece Selin Yüksel, 23 yaşındaki kontrabas sanatçısı İrem Özyiğit ve 16 yaşındaki viyolonsel sanatçısı İdil Bursa’ya Türkiye’de müzik kariyerlerinde ilerlemeye çalıştıkları süreçte yaşadıkları zorlukları ve geleceğe dair hayallerini sordum.
Kontrbas sanatçısı İrem Özyiğit, ailesinin yönlendirmesiyle piyano çalmaya başlıyor. Kontrbas çalan kuzenini dinleyip ve kontrbasın sesinden etkilenip konservatuvar sınavlarına giriyor ve kazanıyor da. Bu süreç için; “En büyük yol göstericim, yapmak istediğim mesleği bulmama yardımcı olan ve bana her zaman destek olan ailem oldu. Sahneye çıkmak benim için hep bir tutku oldu” diyor İrem.
Flüt sanatçısı Ece Selin Yüksel şöyle anlatıyor müzik yolculuğunu: “Ben 10 yaşında başladım konservatuvar ve flüt hayatıma. Bizim evde hep bir müzik sesi olur. Bu yüzden belki, benim de hep içimde çalıyordu müzik. Annem de benim ilgi alanlarımı iyi gözlemlemiş olmalı; benim bir sahne işi yapmam gerektiğini düşünürdü. Ben okulun bando takımındaydım, bir 23 Nisan günü bando takımıyla Kadıköy’de yaptığımız yürüyüş sırasında annem İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na gidip okula nasıl girildiğini soruyor; sınav tarihleri çok yakınmış meğer biz apar topar kayıt yaptırıyoruz ve şans, ben tek seferde alınıyorum okula. Böyle başladı konservatuvar maceram ve beni her geçen gün daha da içine çekti.”
İdil Bursa: “Benim müzik hikâyem aslında içinde hiç de tesadüfleri barındırmayan bir süreçle gelişti. Annem bir müzik öğretmeni, bu durumun doğal bir sonucu olarak daha ben doğmadan annemin dinlediği müziklerle oluşmuş bilinçaltım. Sonrasında birçok farklı müzik aletinin bulunduğu bir ortamda büyüdüm. 5 yaşında piyano dersleri almaya başladım ve 6 yaşında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi İlkokulu’nun sınavına girip burslu olarak kazandım; viyolonsel eğitimime böylece başlamış oldum.”
İdil’in ismi de dünyaca ünlü piyanist İdil Biret’ten geliyormuş. Görüyoruz ki, bu üç genç kadın da çok küçük yaşlarda başladığı müziği birer tutku ve yaşam biçimi haline getirmişler, destekçilerinin aileleri ve bilhassa da çocukluk dönemlerinde kendilerine en yakın kadınlardan biri olan anneleri olduğunu ve bu desteğin, ilgi ve yeteneğin kök salıp filizlenmesi adına ne kadar büyük önem taşıdığına iyi birer örnek sunuyorlar.
Türkiye’de genç bir kadın müzisyen olmanın ve klasik müzik icra etmenin zorluklarını ve müzikal yolculuklarında eşitsizlikle ve cinsiyetçi yaklaşımlarla karşılaşıp karşılaşmadıkları sorusuna ise Ece Selin Yüksel’in cevabı şu oluyor: “Bu noktada aile ve içinde yaşanan çevrenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben genç bir kadın müzisyen olmaktan dolayı üzerimde olumsuz etkisi olabilecek hiçbir zorluk yaşamadım henüz. Ancak bence cinsiyet ayırt etmeksizin klasik müzik çalıyor oluşumuzda konservatuvar binasının içi dâhil olmak üzere- bir kaldıramama, istememe ve daha beteri anlamama durumu var.” Ve ekliyor: “Önyargılı ve yakıştırmayı seven bir toplumuz, konserlere gittiğimizde insanların kıyafeti ve saç biçimlerini eleştirmeyi onu dinlemeye tercih ederiz mesela. Temel eğitimimiz eşit değil, cinsiyete göre muamele, cinsiyet rolleri henüz bebekken başlıyor. Enstrümanlar için de bunun yapılıyor olması bir tür bilinçaltı alışkanlığı.”
İrem Özyiğit: “Ben eğitimime Avrupa’da devam ettiğim için somut bir ayrımcılıkla karşılaştığımı söyleyemem. Ancak şu an mevcut sistemin cinsiyetçi bir yaklaşıma yatkın olduğunu düşünüyorum” diyor ve ekliyor: “Kadınların şeflik eğitimi alması dünya genelinde de oldukça geç başlasa da günümüzde bu durum Türkiye özelinde daha büyük bir sorun. Örneğin Avrupa’da şeflik bölümünde eğitim alan çok fazla kadın olmasına rağmen Türkiye’deki üniversitelerde bu oran hâlâ çok düşük. Ben kontrbas sanatçısı olarak da özellikle kendi enstrümanımın erkeklerle daha çok bağdaştırıldığını düşünüyorum. Oysaki müziğin cinsiyeti olmadığı gibi enstrümanın da cinsiyeti yoktur.”
İdil Bursa ise “İnsanların sahip olduğu önyargı ve toplumsal baskı kadınların bu işi yapmasında dünya çapında büyük bir engel, hele ki şu günlerde ülkemizde bir hayli zorlaşmış durumda. Bazı kişiler, insanları cinsiyetlerine göre kalıplara sokmaya çalıştığından, sadece hayalindeki mesleği yaptığından dolayı yargıladığından ve toplum baskısı altında bıraktığından dolayı bu işi yapmaktan vazgeçmiş olan yüzlerce insan vardır eminim ki. Bu dediğim şeye bağlı olarak, eskiden beri kadınlara biçilen görev evlenip çocuk yapmak, yemek yapmak ve temizlik yapmak iken, erkekler iş sahibi olup sanatını özgürce icra edebiliyordu. Ne yazık ki, kabul edilmese bile kadın müzisyenlere ve özellikle de kadın şeflere karşı bu önyargı hâlâ varlığını sürdürüyor” diyerek eşitsizliğin tüm alanlara nüfuz ettiğini ve kadınların varoluş mücadelesinde karşılaştıkları zorlukların göz ardı edilemez olduğunu vurguluyor.
Yarın Kadın Yıldızları projesinin hayatlarına nasıl dokunduğunu ise ağız birliği etmişçesine benzer cevaplıyorlar: “Bu proje maddi desteğin yanı sıra çok fazla kadın müzisyenin motivasyon kaynaklarından biri.”
Yarının Kadın Yıldızları ve benzeri projelerin yaygınlaşması, kadınların ve kız çocuklarının birçok alanda seslerini daha çok duyurabilmesi ve hak ettikleri şekilde yer edinebilmeleri adına çok önemli. Destek almaya hak kazanan 12 genç kadından beşinin sahne aldığı Yarının Kadın Yıldızları konserinin çevrimiçi gösterimini 29 Ekim’e kadar, festivalin çevrimiçi platformu online.iksv.org/muzik adresinde izlemek mümkün.